Kenar. |
ÇáÔøóÝóÑõ (Ì) ÃÔúÝóÇÑñ |
Keskin bıçak. Küçük ustura. Şifre. |
ÇáÔøóÝóÑóÉõ (Ì) ÔöÝóÇÑñ æ ÔóÝúÑñ |
Kenar, köşe. Bıçak vb. ağzı. |
ÇáÔøóÝöíÑõ (Ì) ÃÔÝóÇÑõ |
Deve dudağı. |
ÇáãöÔúÝóÑõ |
Çift yapmak. Çift görmek. (-li): Önüne düşüp işini görmek. (-ilâ): Bir iltimascı ve aracı ile müracaat etmek. (-fî): Şuf’a hakkına sahip olmak. |
ÔóÝóÚó ÇáÔìÁ ÜÜÜóÜÜ ÔóÝúÚðÇ |
(o fî): Şefaat ve aracılığını kabul etti. |
ÔóÝøóÚó |
Şâfiî oldu. (-li): Şefaat etti. |
ÊóÔóÝóøÚó |
Şefaat eden. Aracılık eden. Şuf’a hakkı ile alan. Çift. |
ÇáÔøóÇÝÚõ æ ÇáÔøóÝíÚõ (Ì) ÔõÝÚóÇÁ |
Şefaat ve aracılık edenin sözü. |
ÇáÔøóÝóÇÚóÉõ |
Teki çift yapan. Çift. |
ÇáÔøóÝúÚõ |
Satılan bir akarı ona komşu olan kimsenin öncelikle alabilme hakkı. |
ÇáÔøõÝúÚóÉõ |
Kumaş arkası görünecek kadar ince olmak. Görüşe mani olmamak, şeffaf olmak. Hafif olduğu için sallanmak. Rüzgâr soğuk esmek. (-o): İnceltmek. |
ÔóÝøó ÇËøóæúÈõ æ äÍæå ÜÜÜöÜÜ ÔõÝõæÝðÇ |
Korktu, sakındı. (-alâ): Üzerine titredi. |
ÃÔúÝóÞó ãäå |
Güneş battıktan sonra ufukta meydana gelen kızıllık. Yan, kenar. |
ÇáÔøóÝóÞõ |
Merhamet, yufka yüreklilik. |
ÇáÔøóÝúÞóÉõ |
Ağız ağıza verip konuştu. Karşı karşıya konuştu. |
ÔÇÝóåóåõ |
Kenar. Dudak. |
ÇáÔøóÝóÉõ (Ì) ÔöÝÇå |
Güneşin batması yakın olmak. |
ÔóÝóÊö ÇáÔøóãúÓõ ÜÜÜõÜÜ ÔóÝúæðÇ |
Hastayı iyi etmek. |
Çááåõ ÇáÚáíáó - ËöÝÇÁð -æ |
Yaklaştı. (-o): Şifa diledi. İlaç haber verdi. İlaç verdi. |
ÃÔúÝóì |
Kenar, kıyı. |
ÇáÔøóÝóÇ |
Hastahane. |
ÇáãÓÊÔÝóì (Ì) ãÓÊÔÝíÇÊñ æ ãÔóÇÝò |