Gözcü.

ÇáÑøóÈì

Bakmak, terbiye etmek. Başa geçmek, idare etmek. Sahip olmak. Toplamak. Koruyup çoğaltmak. Düzene koymak. (-bi): Bir yerde kalmak.

ÑóÈøó ÇáæáÏ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈøðÇ

(=) Sahibi olduğunu iddia etti. 

ÊóÑóÈøóÈó

Yoğunlaştırmak.

ÇáÊøóÑúÈíöÈõ

Allah’ın isimlerinden. Sahip. Efendi, reis. Mürebbi. Bakıp gözeten. Nimet veren. Düzene koyan. 

ÇáÑøóÈø (Ì) ÃÑúÈÇÈñ æ ÑõÈõæÈñ

Allah’a ibadet eden. İlim ve ameli tam olan.

ÇáÑøóÈøóÇäöìø

Keçi boynuzu. On binlik cemaat.

ÇáÑøöÈøóÉõ (Ì) ÑöÈóÈñ æ ÑöÈÇÈñ

Bir erkeğin üvey oğlu. Yaban öküzü sürüsü.

ÇáÑøóÈõæÈ

(=) Andlaşmalı kral.

ÇáÑøóÈíÈõ (Ì) ÃÑöÈøóÇÁ æ ÃÑöÈøóÉ

(=) Bir erkeğin üvey kızı. Dadı, mürebbiye.

ÇáÑøóíöÈóÉõ (Ì) ÑóÈÇóÆöÈõ

Sabır ve takva sahibi âlim. Kalabalık.

ÇáÑøóÈøöìøõ

Terbiye etmek

ÑóÈóÊ ÇáÕÈìøó ÜÜÜöÜÜ ÑóÈúÊðÇ

(=) Uyutmak için çocuğa hafif hafif vurmak.

ÑóÈøóÊó ÇáÕÈìøó

Men’etmek, önlemek. Ayırmak.

ÑÈóËóåõ Úä ÍÇÌÊå æÃãÑå ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúËðÇæ ÑöÈøöíËóì

Meşguliyet, engel.

ÇáÑøóÈöíËóÉõ (Ì) ÑÈÇÆË

Kazanmak, kâr etmek.

ÑóÈöÍóÊú ÊöÌÇÑóÊõåõ ÜÜÜóÜÜ ÑöÈúÍðÇ

Kâr ve kazanç peşinde koştu. Hayrette kaldı.

ÊóÑóÈøóÍó

Kârlı.

ÇáÑøóÇÈöÍõ

Kazanç, kâr.

ÇáÑøöÈúÍõ (Ì) ÃÑúÈÇÍ

Kazanç üzerine kurulmuş alışveriş.

ÇáãõÑóÇÈóÍóÉõ

Bir yerde kalmak. (- o): Men’etmek, engel olmak. Biriktirmek.

ÑóÈóÏó ÈÇ áãßÇä ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúÏðÇ æ ÑõÈõæÏðÇ

Kitap ve evrak sandığı.

ÇáÑøóÈíÏÉ (Ì) ÑóÈÇóÆöÏõ

Deve ağılı. Hurma kurutulan yer.

ÇáãöÑúÈÏ (Ì) ãóÑóÇ ÈóÐõ

Hayız bezi. Parlatma ve temizleme için kullanılan bez. Her pis şey. Hayırsız adam. Şişe tıpası.

(ÇáÑøöÈúÐÉ) : (Ì) ÑöÈóÐñ º æÑöÈÇóÐñ

Etlenmek, semizleşmek. Zeki ve ince zevkli olmak. 

ÑóÈõÐó ÇáßóÈúÔõ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈÇÒÉð

Sanatında üstat.

ÇáÑøóÈöíÒõ

Uzak görüşlü adam. Çok.

ÇáÑøóÈöÓú

Semiz koç. Çok mal. Dolgun salkım. Cesur, yiğit. 

ÇáÑøóÈöíÓ

Başa gelecek iyi veya kötü bir şeyi beklemek.

ÑóÈóÕó ÈÝáÇä ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúÕðÇ

İhtikâr yaptı. (-bi) : (=)

ÊóÑóÈøóÕ

Hayvan bütün ayaklarını kıvırıp oturmak. Atlayıp üstüne düşmek. (-bi): İkna etmek.

ÑóÈóÖóÊö ÇáÛäãõ æ ÛíÑåÇ ãä ÇáÏæÇÈ ÜÜÜöÜÜ ÑóÈúÖðÇ

Sığınmak.

æ Ü ÝáÇäðÇ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúÖð

Güneş çok kızdırdı. Suya kandırdı. Hayvanları yatırdı.

ÃÑúÈóÖóÊö ÇáÔãÓõ

Zevce. Hayvan ağılı. Yanında kalınabilecek dost, akraba. Karnın içindeki uzuvlar. Köşe, çevre. Azık.

ÇáÑøóÈóÖ (Ì) ÃÑúÈÇÖ

Kalın, İri. Geniş.

ÇáÑøóÈæÖ (Ì) ÑõÈõÖñ

Önemsiz, düşük adam.

ÇáÑøõæóíúÈöÖÉ

Sağlam yürekli olmak.

ÑóÈóØó ÌÃÔõå ÜÜÜöÜÜ ÑöÈÇØÉð

Bağlamak.

æ Ü ÇáÔìÁ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúØðÇ

Önemli yerde nöbet tuttu. Vazifeye devam etti, sarıldı.

ÑóÇÈóØó

Bağ, alâka. Bağlanmış şey. Birlik, cemiyet.

ÇáÑøóÇÈöØóÉõ (Ì) ÑóæóÇÈöØõ

Bağ. Nöbet yeri. At. Tekke. Gönül. Kıravat.

ÇáÑøóÈÇØõ (Ì) ÑõÈõØñ

Bağlanmış. Rahip. Zahid. Islanmış kuru hurma. Sağlam.

ÇáÑøóÈíØ

Cephe karargâhında bulunan asker ve hayvanlar.

ÇáãõÑÇÈöØÉõ

Bahar gelmek. Serbest otlamak. Nöbet üç günde bir gelmek. Durup beklemek. Bolluk olmak. (- bi): Yerleşmek, kalmak, (-an ) : Vazgeçmek. (-alâ): Şefkat göstermek, sevmek. Dördüncüleri olmak.

ÑóÈóÚó ÇáÑøóÈíÚõ ÜÜÜóÜÜ ÑõÈõæÚðÇ

Dört oldu. Bahara girdi. Koyun dört yaşına girdi, at beş, deve yedi yaşına girdi. Üçüncü günde geldi.

ÃÑúÈóÚó

Kare şekline koydu. Dörde ayırdı.

ÑóÈøóÚó ÇáÔìÁ

Semizleşti. Koştu.(-o): Taşıdı, kaldırdı. Başa geçmeyi umdu.

ÇÑúÊóÈóÚó

Dayanaklı oldu. Tek başına yaptı. Birikti. Toz kalktı.

ÇÓúÊóÑúÈóÚó

Dört. 

ÇáÇóÑúÈóÚõ ÇáÇóÑúÈóÚóÉõ

Çarşamba. 

ÇáÇóÑúÈÚÇÁ (Ì) ÃÑÈÚÇæÇÊ

Bağdaş.

ÇáÇõÑúÈõÚÇÁ

Kırk. 

ÇáÇóÑúÈÚæä

Dördüncü. 

ÇáÑøóÇÈÚõ

Dörder.

ÑõÈóÇÚ

Durum, iş, hâl.

ÇáÑøóÈÇóÚõ

(=) 

ÇáÑøóÈóÇÚöÉõ

Köpek dişi ile ön dişler arasındaki diş.

ÇáÑøóÈóÇÚöíóÉõ

Dörtlü. Kare piramit.

ÇáÑøóÈóÇÚöìó

Yazlık. Ev. Avlu. Mesken. Orta boylu. Mahalle.

ÇáÑøóÈúÚõ

Orta boylu. 

ÇáÑøóÈóÚõ

Dörtte bir. 

ÇáÑøõÈúÚ

Üç günde bir gelen sıtma. 

Íõãøóì ÇáÑøóÈúÚ

Orta boylu. Esans kabı. Kur’an cüzü kutusu. 

ÇáÑøóÈúÚÉõ

Bahar. Rebiulevvel ve Rebiulâhir (kamerî ayların üçüncü ve dördüncüsü). Bahar yağmuru. Küçük ırmak. Yeşil bitki, ot. Dörtte bir. 

ÇáÑøóÈöíÚõ (Ì) ÃÑúÈöÚÇÁ æ ÑöÈÇÚ

Kuvvet deneme taşı. Demir miğfer. Bahçe. Su kırbası. Esans şişesi.

ÇáÑøóÈíÚóÉõ (Ì) ÑóÈóÇÆöÚ

Bir hastalık. Bağdaş. Kısa boylu.

ÇáÑøóæúÈóÚóÉõ

Ganimetten dörtte biri. Orta boylu. Baharda doğuran hayvan. 

ÇáãöÑúÈÇÚ (Ì) ãóÑóÇÈíÚõ

Dört köşe. Kare. 

ÇáãõÑóÈøóÚõ

Yük taşımaya yarayan sopa. 

ÇáãöÑúÈóÚõ (Ì) ãóÑóÇÈöÚõ

Orta boylu. Üç günde bir gelen sıtmaya tutulmuş kimse.

ÇáãóÑúÈõæÚ (Ì) ãóÑóÇÈíÚõ

Tarla sıçanı, Arap tavşanı. 

ÇáíÑúÈõæÚõ

Bolluk. Müreffeh.

ÇáÑøóÇÈöÛõ

İple bağlamak ( - o): Birini çapraşık bir işe düşürmek. 

ÑóÈóÞóÉõ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúÞðÇ

Halkalı ip. Yular. İp. İplik. 

ÇáÑøöÈúÞóÉõ (Ì) ÑöÈÇÞñ æ ÑöÈóÞñ

Karıştırmak. Hurma ve yağdan bir yemek yapmak. Tiridi ıslah etmek. Yemek yapmak. 

ÑóÈóßó ÇáÔìÁ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúßðÇ

Omuz eti. 

ÇáÑøÇóÈóáóÉõ (Ì) ÑóæóÇÈöáõ

Pelin otu. 

ÇáÑøöÈúáõ (Ì) ÑõÈõæáñ

Cüsseli, şişman. 

ÇáÑøóÈíáõ

Baskıncı hırsız. 

ÇáÇõÑúÈõæä ÇáÚõÑúÈõæä

Kaptan. Her şeyin çoğu, büyüğü. İlki, başlangıcı. 

ÇáÑøóÈøÇä

Artmak, çoğalmak. Yükselmek. Şişmek. ( -fi): Gelişmek, yetişmek. 

ÑÈÇ ÇáÔìÁ ÜÜÜõÜÜ ÑóÈúæðÇ æ ÑõÈõæðÇ

(âlâ) Aştı, geçti. Faiz muamelesi yaptı. Tepe üstünde durdu. (-o) Artırdı. Çoğalttı.

ÃÑúÈóì

Kasık.

ÇáÇõÑúÈöíøÉ

Tepe.

ÇáÑÇÈíÉ

(=) 

ÇáÑøóÈÇÉõ ÇáÑøõÈÇæÉ

Fazlalık. Faiz.

ÇáÑøöÈÇ

Tepe. Astım. 

ÇáÑøóÈúæ

Tepe. Onbini bulan kalabalık. 

ÇáÑøóÈæÉ

Reçel.

ÇáãõÑóÈøóì (Ì) ãõÑóÈøóíÇÊ