Hastalık, dert, kusur, eksik. |
الدَّاء (ج) أدواء |
Ağaç büyük olmak. Göbek büyüyüp sarkmak. |
داحت الشجرةُّ ـــُــ دَوْحًا |
Dağıttı. |
دَوَّحَ مالهَ |
Büyük çadır. |
الدَّوْح |
Ulu ağaç. Büyük gölgelik. |
الدَّوحة |
İtaatli olmak. (- o) : Boyun eğdirmek, hükmü altına almak. |
داخ الرجلُ أوالبعيرُ ـــُــ دَوْخًا |
Kurt, böcek. |
الدُّودة (ج) دُودٌو ديدانٌ |
Dönmek, dolaşmak. (- alâ) : İdare etmek. Başına gelmek. (- o) : Sarmak. |
دار ـــُــ دَوْرًا وَ دَوَرانًا |
Döndü, dolaştı. (- an) : Terk etmesini istedi. (- o, alâ) : Yapmasını istedi. (- o) : Döndürdü. Yuvarlak yaptı. Sardı. Peşin yaptı. Kavradı. |
أدار |
Beraber döndü. Islah ve ikna için çalıştı. |
داوره |
Döndü, dolaştı. Aydınlattı. Başlangıç noktasına geldi. (- bi) : Kuşattı. |
استدار |
Yuvarlak kum yığını. Meclis. |
التَّدْوِرَة |
Daire. Halka. Belâ, felâket. Mağlûbiyet. Ziraat odası. Bölge. Üst dudağın ortası ile burun arasındaki yiv. |
الدائرة (ج) دَوائرُ |
Ev, mesken. Yurt. Kabile. |
الدَّارُ (ج) أدْوءُرٌ ودِيارٌو دِيارَةو دُورٌ |
Evinde oturup kalan. Dümenci. Attar. |
الدَّارِىُّ |
Ev, yurt. Kuşatan şey. Hâle. Duvar veya sınırla çevrilmiş yer. Dağlar arasında kalan geniş düzlük. |
الدَّارَةُ (ج) دُورٌو دارات |
Kat. Rol. |
الدَّوْرُ (ج) أدْوار |
Belâ, felâket. Dolaşım. Kısım. Devre. |
الدَّوْرة |
Pergel. Karnın içi. |
الدَّواَرَةُ |
Birisi, kimse. |
الدَّيَّارُ |
(=) |
الدَّيُّورُ |
Yörünge. Dönme yeri. Dayanak. |
المَدارُ |
Ezmek, çiğnemek. Harman etmek. Parlatmak. Tertip ve düzene koymak. Boyun eğdirmek. Tongaya bastırmak. |
دَاسَ الشى برجله ـــُــ دَوْسًا و دِياسًا |
Burun. |
الدَّوَّاسَةُ |
Ayağa giyilen şey. |
المَدَاسُ (ج) أمدسة |
Harman yeri. |
المَداسَةُ |
Döven. |
المِدْوَاسُ (ج) مَداوِسُ |
Eğe, törpü. |
المِدْوَسُ المِدْوَسَةُ (ج) مَدَاوِسُ |
Gece körlüğü. Göz zayıflığı. Göz darlığı, gözün etrafı. |
الدَّوَشُ |
Ahmak olmak. Ahmaklığından ölmek. Zayıf düşmek. Tatmak. |
دَاقَ فَلاَنٌ ـــُــ دَوْقًا و دَوَاقَةً |
Birbirine düşmek. Hastalanmak. (- o) : Dövüp inceltmek. Suya batırmak. Esir etmek. |
دَاكَ القومُ و نحوهُمُ ـــُــ دَوْكًا |
Düşmanlık. Fesat. |
الدَّوْكَةُ |
Değişmek. Geçmek. Dönmek. Eskimek. Meşhur olmak. |
دَالَ ألدهرُ ـــُــ دَوْلاً ودوْلَةً |
Elden ele dolaştırdı. |
أدال الشىء |
Elden ele dolaştırdı. İdare etti. |
دَاوَلَ كذَابينهم |
Devletler arası kıldı. Devletleştirdi. |
دَوَّلَ |
Elden ele dolaştırdı. |
تَدَاوَلَتِ الأيدى الشىء |
Şöhret. |
الدَّالَةُ (ج) دالٌ |
Durmadan el değiştirme. Devamlı tasarruf. |
دَوَاليك |
Üstünlük. İstilâ. Elden ele dolaşan şey. Devlet. Karşılıklı ve nöbetleşe mağlûbiyet. Kuş taşlığı. Göbek. |
الدَّولَةُ (ج) دُوَل |
Üstünlük. Mütedavel şey. |
الدُّولَةُ |
Su dolabı. Vinç. Gardırop. |
الدُّولاب (ج) دَوَالِيبُ |
Sürüp gitmek. Durmak. Dönmek. Hareket halinde olmak. Hareketsiz olmak. Yorulmak. Dolmak. |
دام الشىء ـــُــ دَوْمًا و دَوامًا |
Müddetçe, devam ettikçe. |
مادام |
Yağmur yağdı. (- o) : Durdurdu. Devam ettirdi. Ağır davrandı. |
أدامت السماء |
Devamlıca yağmur yağdı. Kuş havada dolaştı, süzüldü. (- o) : Sardı, doladı. Sarhoş etti. Islattı. |
دوَّمَت السماء |
Devam etti. Aşırı gitti. Bekledi. (- o) : Devamını istedi. |
استدام الشىءُ |
Mesai saati. |
الدَّوام |
Sedir ağacı. Devamlı. |
الدَّوْم |
Topaç. Denizin ortası. |
الدُّوَّامة |
Devamlı yağmur. |
المُدام |
Şarap. |
و ـ المُدامة |
Önemsiz ve değersiz olmak. Zayıflamak. (- li) : İtaat etmek, boyun eğmek. |
دَانَ ـــُــ دَوْنًا و دُونًا |
Kitap yazdı. Topladı. Tertipledi. |
دَوَّنَ الدِّيَوانَ |
Önemsiz, kıymetsiz. |
الدُّونُ |
Alt. Üst. Arka. Ön. Başka. Önce. “Al”. |
دُونَ |
Sicil defteri. Kâtipler. Kâtipler dairesi. Divan. Kitap. |
الدِّيوانُ (ج) دَواوِينُ |
Tedavi etti. Hastalık çekti. Bakım yaptı. |
داوَى المريضَ |
Gürledi. Kuş süzüldü. Döndü, dolaştı. Kaymak tuttu. Çoğaldı. (- bi) : Uğradı. (- o) : Kaymak verdi. |
دَوَّى |
İlâç kullandı. |
تَدَاوَى |
Sütanne. Dadı. |
الدَّايةُ |
İlâç. |
الدَّوَاء (ج) أ دوِية |
Hokka. Üzüm, karpuz v.b. kabuğu. |
الدَّواة (ج) دَوًى و دُوِىّ |
Kaymak. Diş kiri, yosunu. |
الدِّوَايَةُ |
Gök gürültüsü. Alçak ses. Ses. |
الدَّوِىّ |