Günah. Helâk.

الحُوب

Nefis, ruh.

ا َلحْوباء

Büyük balık.

الحُوت (ج) حيتان

Çıkardı. Toprak altında aradı. Eşti, dağıttı.

اسْتَحاثه

Muhtaç olmak.

حَاجَ ـــُــ حَوْجًا

(=) Muhtaç etmek.

أحْوَجَ

İhtiyaç.

الحاجَةُ (ج) حاجٌ و حاجاتٌ

İstilâ etti, galip geldi.

اسْتَحْوَذَ على الشىء

Ciddiyetle işe koyulan, sür’atle yapan, bilen.

الاَحْوَذِىُّ

Nilüfer çiçeği.

الحَوْذَانُ

Sürücü, arabacı.

الحُوذِىُّ

Dönmek. Eksilmek. Su çalkalanmak. (-o) : Yıkamak. Beyazlatmak.

حار ـــُــ حوْرًا و حُئُورًا

Konuştu, münakaşa etti.

حاوره

Konuştular, münakaşa ettiler.

تَحاوروا

Yeni doğmuş deve yavrusu.

الحُوار (ج) أحْورة

Elbise ağartan. Seçilmiş, kusursuz. Taraftar, yardımcı.

الحَوَارِىّ

Gözünün beyaz ve siyahı şiddetli olan. Sığır.

الحَوَرُ (ج) أَ حوار

Bembeyaz kadın.

الحَوْراء (ج) حُورٌ

Mazı. Dingil. Ekmekçi tahtası. Ütü. Eksen.

المِحوَر (ج) مَحاور

Yavaş yürümek.

حازَ فلان ـــُــ حَوْرًا

Katmak, malik olmak.

والشىءَ حِيازةً

Katıldı, toplandı. Yer değiştirdi. (-alâ) : Üzerine kapandı.

انحاز

Kenar, bucak. Hudud, çevre. Mülk.

الحَوْزَة

Kütle, bütün. Yer. Müştemilât.

الحَيز

Yayılmak. Cesur ve dayanıklı olmak.

حاسَتِ الغارةُ ـــُــ حَوْسًا

Toplamak, sevketmek. Avı kovalamak. Önlemek. Yakalamak.

حاش الدّوابَّ ـــُــ حَوْشًا

Taşlık, kuş v.b. midesi.

الحَوْصَلُ الحَوْصلة (ج) حَواصِلُ

Havuz. Muayyen yer veya tarla parçası.

الحوْض (ج) أحواض و حياض و حيضان

Kuşatmak. (-o) : Bellemek, kavramak. Taahhüt etmek.

حاطَ القَومُ بالبلد ـــُــ حَوْطًا و حَيطَةً و حِيطةً

Duvar yaptı. (-bi) : Kuşattı. Etrafiyle kuşattı. Önledi. 

أحاط

İşi sağlam tuttu, ihtiyatlı hareket etti.

احتاط

Duvar, bahçe.

الحائط (ج) حِيطانٌ و حوائط

Anbar.

اُلحوأطة

Nazarlık kemeri.

الحوْطِ

İhtiyat.

الحَوْطَة

Köşe, kenar. Uç. İhtiyaç.

الحافة

İki elini böğrüne koydu. Çabuk ve sık adımlarla yürüdü. Aciz ve güçsüz kaldı.

حَوْقل

Yerleşmek, oturmak.

حاك الشىء فى صدره أو قَلْبه ـــُــ حَوْكًا

Dokumak.

و ـ الثوبَ حِياكَه

Dokumacılık.

الحياكه

Yıllanmak. Bir yıl geçmek. Değişmek. Eğri büğrü olmak.

حال الشىءُ ـــُــ حَولآً

Araya girmek, engel olmak.

و ـ الشىءُ بين الشيئين حوْلاً و حَيْلُولة

Bir yıl geçti. Hali değişti. Tenakuza dönüştü. (-o) : Havale etti. Nakletti. Boşalttı. Gözünü şaşı yaptı.

أَحَال

Hile yaptı.

احتال

Muhal oldu. Değişti.

استحال

Durum. 

الحالة

(=) Şimdi.

الحال (ج) أ حْوَال

Havale. Çek. Suyu çevirmek. Şahitlik. Kefillik.. 

الحَوالة

. Etrafında, civarında

حَوَالَيهِ

Hareket. Yıl. Maharet.

الحَول (ج) أحوال

Devenin rahmi. Rahimden çıkan baş suyu.

الحِوَلاء

Devenin ayakbağı. Bir şeyin önü ve hizası.

الحِيال

Maharet. Çare. Kurnazlık.

الحِيلة (ج) حِوَل و حِيَلٌ

Mekanik ilmi.

علما لحيل

Çare. Zekâ.

المَحَال

Batıl. İmkânsız.

المستحيل

“Lâ havle…” demek.

الحَولقة

Dönmek, dolaşmak. Arzu etmek, istemek. Şefkat göstermek. Susamak.

حام حول الشى ء وعليه ـــُــ حَوْمًا و حَوَمانًا

Çoğunluk. Harp meydanının en şiddetli yeri.

الحَومة

Başlangıç. Sel. Karabulut.

الحَوْمل (ج) حَوَامِلُ

Kaplamak. Malik olmak.

حَوَى الشىء ـــِــ حَوايةً

(=) 

احتَوَى الشىء و عليه

Bağırsaklar.

الحاوياء (ج) حَوايا