EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Muhammed bin Vâsi
(rahmetullahi teâlâ aleyh) muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük
âlimlerinden olup Basralı’dır. Doğum târihi ve âilesi hakkında bilgi yoktur.
H.123 de vefât etti. Eshâb-ı kirâm ve Tâbiînin sohbetinde yetişti. Tâbiînden
çoklarına hizmet etti. Devrin eşsiz âlim ve mârifetler kaynağı Hasan-ı Basrî,
Süfyân-ı Sevrî, Mâlik bin Dinâr’ın arkadaşıydı. Berâber bulunup, sohbet
ederlerdi. Zamanının bir tanesiydi. Mârifette o dereceye vardı ki; “Gördüğüm her
şeyde Rabbimi görürüm” buyurdu. Hadîs ilminde sikadır (sağlam, güvenilir).
Kendisinden meşhûr muhaddislerden (hadîs âlimlerinden) Müslim, Ebû Dâvûd,
Tirmizî ve Nesâî rivâyette bulundular.
Muhammed
bin Vâsi’, dünyâya düşkün olmayan ve tevâzu sâhibi olup, pek çok menkıbeleri
bulunan bir zâttır. Çok ibâdet edip, başkalarına da rehber olurdu. Câfer bin
Süleymân; “İbâdette tenbelleştiğim zaman, Muhammed bin Vâsi’e bakarak yeniden
ibâdete heveslenirim ve tenbelliğim kaybolur, o istekle bir hafta devam ederim.”
buyurdu.
Duâsında;
“Allah'ım, bizi senden uzaklaştıracak rızıktan sana sığınırım.” buyururdu.
Riyâzet sâhibiydi. Kuru ekmeği suya batırır yerdi ve; “Buna kanâat eden,
insanlara muhtâc olmaz” derdi. Çok şükür ederdi. Bacağında yara çıkmıştı. Biri
görüp, “Sana acıyorum” deyince, “Ben de bu yaranın gözümde veya dilimde
çıkmadığına şükrediyorum.” buyurdu.
Ölümden
çok korkup, âhiret hayatına hazırlanırdı. İbret almak niyetiyle her Cuma
kabirleri ziyâret ederdi. “Pazartesi günleri ziyâret etsen daha iyi olmaz mı?”
dediklerinde, “Meyyitler Cuma, Perşembe ve Cumartesi günleri kendilerini ziyâret
edenleri tanır.” buyurdu. Basra kadı ve vâlisi Bilâl bin Ebû Bürde’nin “Kader
hakkında görüşün nedir?” suâline “Etrafındaki mezarlıklara bak, onlar kader ile
meşgûl değiller” cevâbını verdi. “Nasılsınız?” dediler, “Ecelim yakın, emelim
sonsuz, amelim kötü” cevâbını verdi. Ölümü ânında; “Ey kardeşler, size selâm
olsun! Allahü teâlânın affına mazhar olmazsam, varacağım yer Cehennem'dir” dedi.
HAKİKİ
HÜKÜMDAR
Muhammed bin Vâsi’
ki, Tâbiînden kendisi,
Ârif-i kâmil olup,
devrinin bir tanesi,
Îtibâr etmez idi, dünyâya
zerre kadar,
İstifâde ederdi,
sözlerinden insanlar.
Biri kader hakkında, bir
suâl sordu ona,
Mezarlığı gösterdi,
cevaben o insana.
Ve buyurdu: “Bu konu,
geniş bir ilim ister,
Meşgul değil bununla,
şimdi kabirdekiler.”
Demek istemişti ki, bunu
soran insana,
“Uğraşma, âhirette,
sormazlar bunu sana.”
Kendisini sevenler,
geldiler huzûruna,
“Nasılsınız efendim?”
diye sorunca ona,
Dedi: “Nasıl olayım,
belki yakın ecelim,
Lâkin amelim kötü, pek
uzundur emelim.”
Şöyle buyurmuş idi,
birine nasihatte:
“Gayret et, pâdişâh ol,
dünyâ ve âhirette”
“Nasıl olur?” deyince,
buyurdu ki o zaman:
“Bir dileğin olunca,
bekleme insanlardan.
Rabbinden iste yalnız,
herkes O’na muhtaçtır,
Böyle olan bir mümin,
hakîkî pâdişâhtır.”
“Rabbini bilir misin?”
diye sorduklarında,
Başını öne eğip, biraz
durdu o anda,
Daha sonra başını
kaldırıp, şöyle dedi:
“Onu bilen az söyler, çok
olur ibâdeti.”
Derdi ki: “İnsanlara,
karşı dili korumak,
Altını korumaktan, daha
zordur muhakkak.
Âhirette, Cennet'e,
girmiş olsa bir kimse,
Orada ağlaması, ne kadar
garip ise,
Cennet'e gideceği, meçhul
olan kimsenin,
Gülmesi de o kadar,
gariptir bunun için.
Öyleleri vardır ki, şöyle
idi aynıyla,
Başını bir yastığa,
koyardı hanımıyla.
Lâkin sabaha kadar,
ağlayıp sızlanırdı,
Yastığı gözyaşından,
tamâmen ıslanırdı.
Yirmi yıl ağlardı da,
sessizce geceleri,
Hanımının bunlardan,
olmazdı hiç haberi.”
Yâ Rabbî, bu mübârek
insanlar hürmetine,
Âhirette bizi de, dâhil
et Cennetine.
|