CÝLD       ALFABE       KONU       KABR-Ý ÞERÝFLER

ALFABE - CÝLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Evliyânın büyüklerinden Hâce Mevdûd Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) pederi vefât ettiğinde yirmi dört yaşındaydı. Pederinin yerine geçerek, talebe yetiştirmeye başladı. Babasının talebeleri, onu hoca kabûl ettiler. Hâce Mevdûd'un babasının vefât haberi, Şeyh-ül-İslâm Ahmed-i Nâmıkî Câmî'ye ulaşınca, Ahmed-i Nâmıkî: "Hâce Mevdûd, büyüklerin yetiştiği bir âiledendir ve daha çok gençtir. Bunun için, onun yanına gidip onun yetişmesini, terbiyesini tamamlıyayım. Onun vilâyetinde bir payım bulunsun. Eğer böyle yapmazsam, onun mübârek âilesine karşı vazifemi yapmamış ve onlara ihânet etmiş olurum." buyurdu.

Ahmed-i Nâmıkî Câmî, yanında talebelerinden kalabalık bir grup ile Câm'dan Çeşt'e doğru yola çıktı. Herat'a vardığında bâzı münâfıklar, Hâce Mevdûd'a gittiler ve "Şeyh-ül-İslâm Ahmed-i Nâmıkî Câmî babanızın vefâtını işitmiş. Sizin için ise, o daha çok gençtir, gidip onun vilâyetine müdâhale edeyim demektedir." dediler. Münâfıkların bu sözleri üzerine, Hâce Mevdûd bir müddet murâkabe etti. Sonra başını kaldırarak onlara: "Sizin söylediklerinizin hepsi yanlıştır ve işitilmemiş şeylerdir. Ahmed-i Nâmıkî Câmî, muhabbet ve ihlâsla bizi kuvvetlendirmeye geliyor." buyurdu. Bu sırada Ahmed-i Nâmıkî Câmî hazretlerinin yakına geldiğini haber verdiler. Bunun üzerine Hâce Mevdûd Çeştî onu karşılamaya çıktı. Orada bulunan ard niyetli münâfıklar:

"Şâyet Şeyh onu ister istemez karşılayacak ise, çok kalabalık bir grup ile karşılamamalıdır." dediler. Hâce Mevdûd, bu sözlere hiç îtibâr etmedi. Dört bin talebesi ile yola çıktı. Yolda Herat'a kadar kiminle karşılaştı ise, hepsi ona talebe oldu. O kadar kalabalık görülmemişti.

Her iki büyük âlim Tunük Nehrinin kenarında durdular. Ahmed-i Nâmıkî Câmî bir arslan üzerinde duruyordu. Hâce Mevdûd Çeştî ise, nehir kenarındaki duvarın üstündeydi. Hâce Mevdûd; "Siz uzak yerden geldiniz. Bizim, sizin yanınıza gelmemiz uygundur." dedi. Besmele çekerek havada uçtu ve Ahmed-i Nâmıkî Câmî'nin yanına geldi. Ahmed-i Nâmıkî Câmî dostlarına, "Hâce Mevdûd hakkında korktuğumuza uğramadık. Hâce Mevdûd, veliyyi kâmillerdendir. Onu görmekle şereflendik." dedi. Sonra Hâce Mevdûd ile berâber oturdular ve uzun uzun konuştular. Hâce Mevdûd ona, "Garibhânemizi şereflendirirseniz bizi memnun edersiniz." dedi. Ahmed-i Nâmıkî Câmî; "Bizim maksadımız sizinle görüşmek idi. Bu da elhamdülillah en güzel şekilde hâsıl oldu." dedi.

Hâce Mevdûd ile Ahmed-i Nâmıkî Câmî bir müddet daha sohbet ettikten sonra, Hâce Mevdûd'un talebelerinden Ali Hakîm isimli bir zâtın evine gittiler. Orada üç gün sohbet ve Allahü teâlâyı zikr ettiler.

Bir gün bu iki zât, Allahü teâlâyı zikr ederek kendilerinden geçmiş bir hâldeyken, ellerinde hançer bulunan iki münâfık içeri girdi. Maksadları her ikisini öldürmekti. O sırada Hâce Mevdûd'un nazarları onlara isâbet etti. Onlar derhal düşüp bayıldılar. Bir müddet sonra ayılınca, Ahmed-i Nâmıkî Câmî: "Yâ Hâce Mevdûd! Bu ne hâldir? Bunlar kimlerdir?" diye sorunca, Hâce Mevdûd olanları ona anlattı. Bunun üzerine Ahmed-i Nâmıkî Câmî; "Ben onları affettim. Fakat kurtulmaları için senin de affetmen lâzımdır." buyurdu. Bunun üzerine Hâce Mevdûd; "Ben de affettim." dedi. Bu sözden sonra adamların titremeleri geçti ve tövbe edip sâlih talebelerden oldular.

Ahmed-i Nâmıkî Câmî, Hâce Mevdûd'a ilim tahsilini kuvvetle tavsiye ettikten sonra: "İlimsiz evliyâlık bir hiçtir. Her ne kadar mârifet ilimlerini kemâl derecesinde biliyorsan da, zâhir ve bâtının bir olması için, ilm-i zâhirde de kemâl derecesinde olman lâzımdır." dedi.

Hâce Mevdûd bu nasîhata göre hareket etti. Sonra Mevdûd Çeştî oradan ayrılıp Çeşt'teki evine dönerken, yolun kenarından bir şahsın, "Yâ Mevdûd! Yâ Mevdûd!" diye bağırdığını duydu. O şahsın yanına giderek hâlini ve neden böyle seslendiğini sordu. O kişi de uzun zamandan beri gözlerim görmüyor. İyileşmem için Allahü teâlâya duâ ediyorum. Hafiften bir ses duydum. "Mevdûd Çeştî bizim sevgili kulumuzdur. Onu vesîle ederek duâ etmen gerekir. Onun buraya gelmesiyle gözlerin açılacaktır." diye bir nidâ geldi, dedi. Onun bu sözlerinden sonra Mevdûd Çeştî, elini o kişinin gözlerine sürdü. O kişinin gözleri derhal açıldı. Aynı sene zâhirî ilimlere devâm etmek için Belh'e gitti.

Hâce Mevdûd, Belh'e geldiğinde, herkes onu karşılamaya çıktı. Ona hürmette ve tâzimde çok ileri gittiler. Sohbetleri ile bereketlendiler. İşleri güçleri hased olan bâzı kimseler, kıskanıp onu imtihan etmek, zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki derecesini anlamak istediler. Aralarından dört yüz kişi topladılar. Bir Cumâ günü Belh Câmiinde namazdan sonra, Mevdûd Çeştî'ye bu dört yüz kişiden her biri, zâhir ilimlerin en zor meselelerinden çeşitli sorular sordular. Hâce Mevdûd herbirine öyle cevaplar verdi ki, hiçbirinin konuşacak hâli kalmadı. Bunun üzerine onlar, "Siz bu kadar ilim sâhibi olduğunuz hâlde kasîde dinliyorsunuz?" diye sordular. O da, "Bizim hocalarımız, zâhirî ve bâtınî ilimlerin hepsini kendilerinde toplamışlardı. Onlar dîne muhâlif hiçbir şey yapmadılar ve yapmazlar. Kasîdeyi onlar da dinlediler. Sonra Evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem de kasîde dinler ve böyle yapanlara da mâni olmazdı. İbrâhim bin Edhem, müctehid, mürşid-i kâmildi. Aynı zamanda sizin imâmınızdır. Size ne oluyor ki, kasîde dinlemeye karşı çıkıyorsunuz?" buyurdu.

Bunun üzerine oradaki âlimler, "İbrâhim bin Edhem, aynı zamanda havada uçardı. Eğer siz de havada uçarsanız, ona tâbi olduğuna, uyduğuna inanacağız." dediler. Daha sözlerini bitirmeden, Hâce Mevdûd duvarın üzerine sıçrayarak uçmaya başladı ve gözden kayboldu. Bir müddet sonra geri geldi. Orada bulunanlar; "Bu yaptığını Cûkî denilen Hind Brehmenleri de yapıyor. Senin bu yaptığının Rahmânî mi, şeytânî mi olduğunu nasıl anlarız?" diye sordular. Sonra; "Eğer şu mescidin kenarındaki taş senin isteğinle gelir, sana şâhidlik ederse kabûl ederiz." dediler. Bunun üzerine Hâce Mevdûd, Allahü teâlâya duâ ederek taşa işâret etti. Taş yuvarlana yuvarlana yaklaştı ve taştan şöyle bir ses işitildi: "Ey müslümanlar! Hâce Mevdûd, vilâyet ve kerâmet sâhibidir. Onun fiilleri dîne uygundur. Onun hâllerinin hepsi Rahmânî'dir." Bu taş, üç defâ aynı sözleri tekrâr edince, orada bulunanların hepsi Hâce Mevdûd Çeştî'nin büyüklüğünü anladılar ve tövbe ettiler.

Hâce Mevdûd, Belh'den talebeleriyle Buhârâ'ya doğru yola çıktı. Bir nehir kenarına geldiler. Bu nehirde bir kayık çalışıyor, yolcuları ücretle karşıya geçiriyordu. Hâce Mevdûd ve talebelerinin yanında hiç para yoktu. Kayık sâhibi onlara, "Para almadan sizi karşıya geçirmem." dedi. Bunun üzerine kayık ile geçilmeyeceğini anlayan Hâce Mevdûd, Besmele çekerek nehre yürüdü ve talebelerinin de kendisini tâkib etmelerini istedi. Onlar da Hâce Mevdûd'un peşini tâkib ettiler. Göz açıp kapayıncaya kadar selâmetle karşı kıyıya geçtiler. Bunu gören kayık sâhibi pişman olup, özür diledi ve talebelerinden oldu.