|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Evliyânın
büyüklerinden Hâce Mevdûd Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) pederi vefât
ettiğinde yirmi dört yaşındaydı. Pederinin yerine geçerek, talebe yetiştirmeye
başladı. Babasının talebeleri, onu hoca kabûl ettiler. Hâce Mevdûd'un babasının
vefât haberi, Şeyh-ül-İslâm Ahmed-i Nâmıkî Câmî'ye ulaşınca, Ahmed-i Nâmıkî: "Hâce
Mevdûd, büyüklerin yetiştiği bir âiledendir ve daha çok gençtir. Bunun için,
onun yanına gidip onun yetişmesini, terbiyesini tamamlıyayım. Onun vilâyetinde
bir payım bulunsun. Eğer böyle yapmazsam, onun mübârek âilesine karşı vazifemi
yapmamış ve onlara ihânet etmiş olurum." buyurdu.
Ahmed-i
Nâmıkî Câmî, yanında talebelerinden kalabalık bir grup ile Câm'dan Çeşt'e doğru
yola çıktı. Herat'a vardığında bâzı münâfıklar, Hâce Mevdûd'a gittiler ve "Şeyh-ül-İslâm
Ahmed-i Nâmıkî Câmî babanızın vefâtını işitmiş. Sizin için ise, o daha çok
gençtir, gidip onun vilâyetine müdâhale edeyim demektedir." dediler.
Münâfıkların bu sözleri üzerine, Hâce Mevdûd bir müddet murâkabe etti. Sonra
başını kaldırarak onlara: "Sizin söylediklerinizin hepsi yanlıştır ve
işitilmemiş şeylerdir. Ahmed-i Nâmıkî Câmî, muhabbet ve ihlâsla bizi
kuvvetlendirmeye geliyor." buyurdu. Bu sırada Ahmed-i Nâmıkî Câmî hazretlerinin
yakına geldiğini haber verdiler. Bunun üzerine Hâce Mevdûd Çeştî onu karşılamaya
çıktı. Orada bulunan ard niyetli münâfıklar:
"Şâyet
Şeyh onu ister istemez karşılayacak ise, çok kalabalık bir grup ile
karşılamamalıdır." dediler. Hâce Mevdûd, bu sözlere hiç îtibâr etmedi. Dört bin
talebesi ile yola çıktı. Yolda Herat'a kadar kiminle karşılaştı ise, hepsi ona
talebe oldu. O kadar kalabalık görülmemişti.
Her iki
büyük âlim Tunük Nehrinin kenarında durdular. Ahmed-i Nâmıkî Câmî bir arslan
üzerinde duruyordu. Hâce Mevdûd Çeştî ise, nehir kenarındaki duvarın üstündeydi.
Hâce Mevdûd; "Siz uzak yerden geldiniz. Bizim, sizin yanınıza gelmemiz
uygundur." dedi. Besmele çekerek havada uçtu ve Ahmed-i Nâmıkî Câmî'nin yanına
geldi. Ahmed-i Nâmıkî Câmî dostlarına, "Hâce Mevdûd hakkında korktuğumuza
uğramadık. Hâce Mevdûd, veliyyi kâmillerdendir. Onu görmekle şereflendik." dedi.
Sonra Hâce Mevdûd ile berâber oturdular ve uzun uzun konuştular. Hâce Mevdûd
ona, "Garibhânemizi şereflendirirseniz bizi memnun edersiniz." dedi. Ahmed-i
Nâmıkî Câmî; "Bizim maksadımız sizinle görüşmek idi. Bu da elhamdülillah en
güzel şekilde hâsıl oldu." dedi.
Hâce
Mevdûd ile Ahmed-i Nâmıkî Câmî bir müddet daha sohbet ettikten sonra, Hâce
Mevdûd'un talebelerinden Ali Hakîm isimli bir zâtın evine gittiler. Orada üç gün
sohbet ve Allahü teâlâyı zikr ettiler.
Bir gün
bu iki zât, Allahü teâlâyı zikr ederek kendilerinden geçmiş bir hâldeyken,
ellerinde hançer bulunan iki münâfık içeri girdi. Maksadları her ikisini
öldürmekti. O sırada Hâce Mevdûd'un nazarları onlara isâbet etti. Onlar derhal
düşüp bayıldılar. Bir müddet sonra ayılınca, Ahmed-i Nâmıkî Câmî: "Yâ Hâce
Mevdûd! Bu ne hâldir? Bunlar kimlerdir?" diye sorunca, Hâce Mevdûd olanları ona
anlattı. Bunun üzerine Ahmed-i Nâmıkî Câmî; "Ben onları affettim. Fakat
kurtulmaları için senin de affetmen lâzımdır." buyurdu. Bunun üzerine Hâce
Mevdûd; "Ben de affettim." dedi. Bu sözden sonra adamların titremeleri geçti ve
tövbe edip sâlih talebelerden oldular.
Ahmed-i
Nâmıkî Câmî, Hâce Mevdûd'a ilim tahsilini kuvvetle tavsiye ettikten sonra:
"İlimsiz evliyâlık bir hiçtir. Her ne kadar mârifet ilimlerini kemâl derecesinde
biliyorsan da, zâhir ve bâtının bir olması için, ilm-i zâhirde de kemâl
derecesinde olman lâzımdır." dedi.
Hâce
Mevdûd bu nasîhata göre hareket etti. Sonra Mevdûd Çeştî oradan ayrılıp
Çeşt'teki evine dönerken, yolun kenarından bir şahsın, "Yâ Mevdûd! Yâ Mevdûd!"
diye bağırdığını duydu. O şahsın yanına giderek hâlini ve neden böyle
seslendiğini sordu. O kişi de uzun zamandan beri gözlerim görmüyor. İyileşmem
için Allahü teâlâya duâ ediyorum. Hafiften bir ses duydum. "Mevdûd Çeştî bizim
sevgili kulumuzdur. Onu vesîle ederek duâ etmen gerekir. Onun buraya gelmesiyle
gözlerin açılacaktır." diye bir nidâ geldi, dedi. Onun bu sözlerinden sonra
Mevdûd Çeştî, elini o kişinin gözlerine sürdü. O kişinin gözleri derhal açıldı.
Aynı sene zâhirî ilimlere devâm etmek için Belh'e gitti.
Hâce
Mevdûd, Belh'e geldiğinde, herkes onu karşılamaya çıktı. Ona hürmette ve tâzimde
çok ileri gittiler. Sohbetleri ile bereketlendiler. İşleri güçleri hased olan
bâzı kimseler, kıskanıp onu imtihan etmek, zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki
derecesini anlamak istediler. Aralarından dört yüz kişi topladılar. Bir Cumâ
günü Belh Câmiinde namazdan sonra, Mevdûd Çeştî'ye bu dört yüz kişiden her biri,
zâhir ilimlerin en zor meselelerinden çeşitli sorular sordular. Hâce Mevdûd
herbirine öyle cevaplar verdi ki, hiçbirinin konuşacak hâli kalmadı. Bunun
üzerine onlar, "Siz bu kadar ilim sâhibi olduğunuz hâlde kasîde dinliyorsunuz?"
diye sordular. O da, "Bizim hocalarımız, zâhirî ve bâtınî ilimlerin hepsini
kendilerinde toplamışlardı. Onlar dîne muhâlif hiçbir şey yapmadılar ve
yapmazlar. Kasîdeyi onlar da dinlediler. Sonra Evliyânın büyüklerinden İbrâhim
bin Edhem de kasîde dinler ve böyle yapanlara da mâni olmazdı. İbrâhim bin Edhem,
müctehid, mürşid-i kâmildi. Aynı zamanda sizin imâmınızdır. Size ne oluyor ki,
kasîde dinlemeye karşı çıkıyorsunuz?" buyurdu.
Bunun
üzerine oradaki âlimler, "İbrâhim bin Edhem, aynı zamanda havada uçardı. Eğer
siz de havada uçarsanız, ona tâbi olduğuna, uyduğuna inanacağız." dediler. Daha
sözlerini bitirmeden, Hâce Mevdûd duvarın üzerine sıçrayarak uçmaya başladı ve
gözden kayboldu. Bir müddet sonra geri geldi. Orada bulunanlar; "Bu yaptığını
Cûkî denilen Hind Brehmenleri de yapıyor. Senin bu yaptığının Rahmânî mi,
şeytânî mi olduğunu nasıl anlarız?" diye sordular. Sonra; "Eğer şu mescidin
kenarındaki taş senin isteğinle gelir, sana şâhidlik ederse kabûl ederiz."
dediler. Bunun üzerine Hâce Mevdûd, Allahü teâlâya duâ ederek taşa işâret etti.
Taş yuvarlana yuvarlana yaklaştı ve taştan şöyle bir ses işitildi: "Ey
müslümanlar! Hâce Mevdûd, vilâyet ve kerâmet sâhibidir. Onun fiilleri dîne
uygundur. Onun hâllerinin hepsi Rahmânî'dir." Bu taş, üç defâ aynı sözleri
tekrâr edince, orada bulunanların hepsi Hâce Mevdûd Çeştî'nin büyüklüğünü
anladılar ve tövbe ettiler.
Hâce
Mevdûd, Belh'den talebeleriyle Buhârâ'ya doğru yola çıktı. Bir nehir kenarına
geldiler. Bu nehirde bir kayık çalışıyor, yolcuları ücretle karşıya geçiriyordu.
Hâce Mevdûd ve talebelerinin yanında hiç para yoktu. Kayık sâhibi onlara, "Para
almadan sizi karşıya geçirmem." dedi. Bunun üzerine kayık ile geçilmeyeceğini
anlayan Hâce Mevdûd, Besmele çekerek nehre yürüdü ve talebelerinin de kendisini
tâkib etmelerini istedi. Onlar da Hâce Mevdûd'un peşini tâkib ettiler. Göz açıp
kapayıncaya kadar selâmetle karşı kıyıya geçtiler. Bunu gören kayık sâhibi
pişman olup, özür diledi ve talebelerinden oldu.
|
|