YÛSUF MAHDÛM
Evliyânın büyülerinden. Künyesi Ebü'l-Füyûzât, lakabı Ziyâüddîn’dir. Babasının
ismi Ali Fâzıl’dır. Doğum târihi bilinmemektedir. 1485 (H.890) senesinde
Şirvan’da vefât etti.
Yûsuf
Mahdûm’un babası Ali Fâzıl, Şirvan’ın Kâdı’l-Kudâtı ve zamânının önde gelen
âlimlerindendi. Yûsuf Mahdûm, muhtelif ilimleri babasından öğrendi. Dokuz
yaşında kırâat-ı seb’a ile Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Bülûğ çağına geldiğinde,
talebelere ders vermeye başladı. Sonra ilim öğrenmek ve hadîs-i şerîf dinlemek
için çeşitli beldelere gitti. Dolaştığı yerlerde birçok âlimden istifâde etti.
Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilminde mütehassıs oldu.
Yûsuf
Mahdûm, ilmî tahsîlini tamamladıktan sonra, Şirvan’a geri döndü. Burada
senelerce ilim öğretmekle meşgûl oldu. Sabah namazından öğle namazına kadar
kırâat ilmine, öğle namazından akşam namazına kadar da çeşitli konulara dâir
dersler verirdi. Geceleri de ibâdet ile geçirirdi. Fakat ilâhî feyz ve
mârifetlere kavuşamamasından dolayı çok üzülürdü.
Yûsuf
Mahdûm, mübârek bir gecede, ibâdet ve tâatler yaparak o geceyi ihyâ etti. Allahü
teâlâya çok yalvarıp yakardı. Seher vakti bir ara uykuya daldı. Bu anda kendini,
uzak ve büyük bir çölde gördü. Geniş ve kalın bir bulut da, parlayan güneş
ışıklarının kendisine gelmesine mâni oluyordu. Yanında ne bineği, ne de arkadaşı
vardı. Yolu da bilmiyordu. Bu karanlık çölde, korku ve dehşet ile şaşkın bir
hâlde sağa-sola gidiyordu. Böyle sıkıntılı, yolunu kaybetmiş bir hâlde iken, bir
yönden öyle büyük bir nûr peydâ oldu ki, güneşin ışığını bastırdı. O sırada
Resûl-i ekrem, etrâfında Eshâb-ı kirâm olduğu hâlde, ona doğru geliyorlardı.
Bunu gören Yûsuf Mahdûm, sevinç gözyaşları içerisinde yalvarırcasına; “Arz-ı
hâlim sana mâlûm sultanım!” dedi. Bunun üzerine Resûl-i ekrem şöyle buyurdu: “Ey
Yûsuf! Maksuduna kavuşman, benim en kâmil vârislerimden ve evlâdımdan olan
Seyyid Yahyâ’nın delâlet ve irşâdına, yol göstermesine bağlıdır.” Yûsuf Mahdûm
uykusundan uyanınca, Resûlullah efendimizin nasîhatı ile müşerref olmanın sevinç
ve rahatlığı içerisindeydi. Fakat ne yerinde durmak ne de bir yere gitmek için
mecâli vardı. O günü tereddüt içerisinde geçirdi. Akşam olunca, gecenin üçte
ikisini ibâdetle geçirdikten sonra, uyudu. Rüyâsında bu sefer Yahyâ Şirvânî
hazretlerini gördü. Yahyâ Şirvânî ona; “Resûlullah efendimizin mübârek
emirlerini aldıktan sonra, daha düşünmenin ve tereddüdün ne mânâsı var?” dedi. O
anda uyanan Yûsuf Mahdûm, şu beyti okudu:
Baş
açıp girdim bugün meydân-ı ışka ey gönül!
Elvedâ,
yârâna düştüm nâr-ı şevke ey gönül!
Sonra
medreseyi terk ederek yola düştü. Çünkü Seyyid Yahyâ’nın dergâhına gitmedikçe
rahat ve sükûn bulmayacaktı. Seyyid Yahyâ ise dergâhın avlusunda onu bekliyordu.
Yûsuf Mahdûm’u görünce; “Hoş geldin yâ Mahdûm! Sana hizmet ve seni irşâd
üzerimize lâzım oldu. Çünkü senin vesîlen ile Fahr-i kâinât efendimiz, bu fakîre
oğlum diye hitâbı lâyık görmüşlerdir” diyerek kerâmet buyurdu.
Yûsuf
Mahdûm, Seyyid Yahyâ Şirvânî tarafından dergâha kabûl edilince, kırk gün tek
başına bir odada kaldı. Birçok riyâzet ve mücâhede ile yüksek mertebe ve
mârifetlere kavuştu.
Hocası
Yahyâ Şirvânî, ekseriyetle ona Mahdûm diye hitâb ettiği için, bu isimle tanındı.
Talebeye âit bir hizmet durumu olduğu zaman, Yûsuf Mahdûm onu yapmak
istediğinde, Yahyâ Şirvânî ona; “Siz oturun, sizinle sohbet edelim. Çünkü
mahdûmun (kendisine hizmet edilenin) hizmet etmesi uygun değildir.” derdi.
Seyyid Yahyâ hazretleri, Yûsuf Mahdûm’a hilâfet verirken, duâ sırasında şöyle
buyurdu: “Kâmillerin mecaz olarak söyledikleri sözler pekçoktur. Bu yüksek yolu
yaymak için etrâfa halîfelerini gönderirler. Fakat bir tânesi tam yetişmiş olur.
Bizim tam yetiştirdiğimiz sizsiniz. Sizin irşâd nûrunuz, bizim âhirete
intikâlimizden yüzsene sonra, diyâr-ı Rûm’u (Anadolu’yu) aydınlatacak ve orada
isminiz yayılacak. Bize bağlı bütün yollar kaybolacak, fakat sizin yolunuzun
mensupları, kıyâmete kadar devâm edecektir.” Sonra Yûsuf Mahdûm’u, Şehnâb
şehrine talebe yetiştirmek için gönderdi.
Yûsuf
Mahdûm’un dergâhında çok talebe bulunduğundan, su yetmiyordu. Bunun için bir
yerden su getirilmesi gerekiyordu. Bu durum Yûsuf Mahdûm’a arz edilince;
“Dergâhımızda âb-ı hayat gibi su varken, uzaktan su getirmeye ne lüzum var?”
buyurup, ellerinde bulunan asâsı ile dergâhın avlusunda münâsip bir yeri işâret
etti. Orası kazıldığında, fazla derine inmeden, çok tatlı ve güzel bir su çıktı.
Yûsuf Mahdûm, sonra şöyle buyurdu: “Talebeler belki her zaman su çekecek bir kap
bulamazlar, bu sebeple zahmet çekebilirler. Ey su! Kuyunun ağzına yüksel!”
buyurdu. Su, Allahü teâlânın izni ile tam kuyunun ağzına kadar geldi, fakat bir
damla bile taşmadı. Hâlen kuyu, ağızına kadar su dolu hâldedir. Kullanmakla hiç
eksilmeyip, Şirvan halkının îtibâr ettiği ve kıymet verdiği bir sudur.
Yûsuf
Mahdûm buyurdu ki: “Tasavvuf büyükleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyükleridir.
Bunlar, Kitâb ve sünnet ile amel ederler. Hak üzere olmanın iki şâhidi vardır.
Biri suverî diğeri mânevîdir. Suverî olan; emir ve yasakları yerine getirmek
sûretiyle İslâm dînine uymak, Resûlullah efendimizin ahlâkına uymak sûretiyle
ahlâkını güzelleştirmektir. Mânevîsi ise; hocanın, talebeyi suverî mertebesine
çıkardıktan sonra, Resûl-i ekreme teslim etmektir. Hoca, talebesini bâzan rûhânî
bâzan cismânî terbiye eder.”
Yûsuf
Mahdûm hazretlerinin Âdâb-ül-İrşâd ve Silsilet-ül-Ervâh isminde iki eseri
vardır. Âdâb-ül-İrşâd, yirmi dört fasıldan meydana gelmiştir.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
BİR FÂTİHA
OKUYALIM
Yûsuf
Mahdûm’un evinde, hizmetlerini gören Sucu Muhammed Dede isminde bir zât vardı.
Bunun çocuğu olmuyordu. Birgün Yûsuf Mahdûm’un huzûruna giderek; “Otuz senedir
sizin hizmetinizde bulunuyorum. Bu müddet zarfında, bize hayırlı halef olacak
bir oğlumuz olmadı. Sizden, bir çocuğumuz olması için duâ istirhâm ediyoruz.”
dedi. O sırada yağmur yağıyordu. Yûsuf Mahdûm, ona; “Dede, bize şu yağmur
suyundan bir bardak su getir!” dedi. Muhammed Dede, bir bardak yağmur suyu
getirince, Yûsuf Mahdûm hazretleri; “Bir Fâtiha-i şerîfe okuyalım. Fâtiha-i
şerîfe ile nice kapalı kapılar açılır. Murâdlarına kavuşamamış olanlar,
murâdlarına kavuşurlar. Bu sudan üçer yudum içersiniz, inşâallah murâdınıza nâil
olursunuz.” buyurdu.
Dede
Efendi ile hanımı, Yûsuf Mahdûm’un Fâtiha-i şerîfe okuduğu yağmur suyundan üçer
yudum içtiler. Bir süre sonra hanımı hâmile oldu. Ancak çocukları âmâ olarak
dünyâya geldi. Çocuğun gözünün açılması için doktorlara mürâcaat ettiler ve çok
ilâç kullandılar. Fakat bir netice alamadılar. Sonra Dede Efendi, doğruca gidip
durumu Yûsuf Mahdûm hazretlerine anlattı. O da; “O çocuk benim oğlumdur. O
büyüyünce, inşâallahü teâlâ ilmi ile amel eden kâmil bir insan olacaktır. Onu
bana getirin.” dedi. Muhammed Dede, oğlunu Yûsuf Mahdûm’a getirdi. Yûsuf Mahdûm,
çocuğun sağ kulağına ezân-ı Muhammedî okudu. O ânda çocuğun sağ gözü görmeye
başladı. Sol kulağına ikâmet okuyunca, sol gözü de görmeye başladı. Çocuk
büyüdüğü zaman, Yûsuf Mahdûm hazretlerinin buyurduğu gibi kâmil bir insan oldu.
BEYİTLER
FÂTİHA-İ
ŞERÎFE
Yûsuf
Mahdum adında, vardı ki bir evliyâ,
Duâları
müstecap, olurdu ekseriyâ.
Var idi
hizmetini, gören bir adamları,
Adı
Mehmed Dede'ydi, olmazdı çocukları.
Hem
kendi, hem hanımı, buna üzülürlerdi,
"Hak
teâlâ bize de, çocuk verse." derlerdi.
Geldi
bir gün Yûsuf-ü Mahdum'un huzûruna,
Ve bu
üzüntüsünü arz etti şöyle ona:
"Efendim otuz yıldır, bu evde hizmetteyim,
Çocuğumuz olmuyor, bundan üzüntüdeyim.
Duâ
edin Rabbimiz, bir oğul versin bize,
Ölürsem
oğlum baksın, sizin hizmetinize."
O an
yağmur yağardı, buyurdular ki ona;
"Bir
bardak yağmur suyu, doldur da getir bana.
Fâtihâ-i şerîfe, okuyalım içine,
Çok
olur fâidesi, her niyetle içene.
Zîrâ
Fâtihâ ile, çok kapılar açılır,
Çok
insanlar bununla, murâdına ulaşır.
Sizler
dahi bu sudan, üçer yudum alınız,
İnşallah hâsıl olur, sizin de murâdınız."
Hocasının emriyle, içince o suları,
Çok
geçmeden onların, oldu bir oğulları.
Ve
lâkin âmâ idi bu çocuk doğduğunda,
Getirip
arz eyledi, hocasına bunu da.
Hazret-i Yûsuf Mahdum, buyurdu ki: "Ey Mehmed,
Bu,
benim evlâdımdır, üzülme biraz sabret.
Bu
çocuk büyüdükte, Allah'ın izni ile,
Velî
olup, herkesi, irşâd eder ilmiyle."
Daha
sonra alarak, çocuğu kucağına,
Ezan
okuyuverdi, onun sağ kulağına.
Sol
kulağına dahi, okuyunca ikamet,
Babası
birden bire, sevinip etti hayret.
Zîrâ o
okur iken, ezan ve ikameti,
Açıldı
birdenbire, çocuğunun gözleri.
Hakikaten bu çocuk, büyüyüp daha sonra,
Kâmil
bir velî olup, feyz saçtı insanlara.
KAYNAKLAR
1)
Hediyyet-ül-İhvân, Süleymâniye Kütüphânesi Hacı Mahmûd kısmı, No: 4587 Vr: 1
2)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.197
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.166
|