YÛSUF HALVETÎ
Büyük
velîlerden. İsmi, Yûsuf Halvetî’dir. Ahî Yûsuf Halvetî de denir. Seyyid olup,
soyu Peygamber efendimize ulaşır. Büyük dedesi Ahmed Kebir hazretleridir.
Şirvan’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir.1308 (H.708) târihinde Şirvan’da
vefât etti. Dergâhındaki türbesine defnedildi. Vefât ettikleri zaman Sultan
Gıyâseddîn Mesud’un saltanat zamânıydı.
Yûsuf
Halvetî, Şeyh Zâhid hazretlerinin sohbetlerinde yetişip olgunlaştı. Ondan
icâzet, diploma alıp insanları irşâda hak yolun bilgilerini öğretmeye memur
edildi.
Yûsuf
Halvetî hazretleri gençlik zamânında güzel bir kıza tutulmuştu. Bir gün kızla
sözleşti. Onu dergâhın bir köşesinde beklemeye başladı. Lâkin kızın bir
mânisiçıkıp kararlaştırdıkları yere gelmedi. Yûsuf Halvetî sabaha kadar orada
sevdiği kızı ağlayarak bekledi. Sabahleyin dergâh şeyhi Zâhid hazretleri
talebelerinden birisine hitâben; “Evlâdım! Dergâhımızın şu köşesinde bir genç
durur. Misâfirimizdir. Çağır gelsin.” buyurdu. Bunun üzerine talebe târif edilen
yerde Yûsuf Halvetî’yi buldu ve onu dergâha çağırdı. O da reddetmeyip içeriye
girdi. Zâhid hazretlerinin huzûruna çıktı. Zâhid hazretleri, Yûsuf Halvetî’ye
hitâben; “Oğlum! Biz Hakk’ı arayanı böyle avlarız. Artık üzülmene, alğamana
gerek yok.” buyurdu. O an Yûsuf Halvetî’nin kalbi Zâhid hazretlerine bağlandı ve
talebesi oldu.
Yûsuf
Halvetî hocasının bereketli sohbetleriyle yetişip, velî bir zât olunca, Rum
diyârındaki insanları irşâd için oraya gitmeye memur edildi. Niğde şehrine
gelip, insanlar arasında Tepeviran denilmekle meşhur olan yere yerleşti. Orada
bir dergâh ve bir câmi inşâ etti. İnsanlara hak yolun bilgilerini, edebini
öğretmekle meşgûl oldu. Çok kerâmetleri görüldü.
Yûsuf
Halvetî'nin önceleri bir zaman, kendi kendine; “Şu anda dünyâda kutup kimdir.
Onunla görüşsem.” diye hatırına geldi. O zaman hocası onu teselli etti ve;
“Yûsuf evlâdım! Sen bir türlü kutup görme arzusundan vazgeçmezsin. Mâdemki öyle,
şimdi filan yere git. İnşâallah arzun gerçekleşir.” buyurdu. O gece hocasının
işâret ettiği yere gitti. Orada altı sâlih kimse gördü. Lâkin arzusunu ve
hocasının dediklerini unuttu ve onlara nereye gittiklerini ve kimler olduklarını
sordu. Onlar da; “Bizler yediler denen Allahü teâlânın sevgili kullarıyız. Az
önce içimizden biri vefât etti. Onun yerine geçecek kimseyi istişâre için kutb-ı
âlemin yanına gidiyoruz.” dediler. Yûsuf Halvetî de kendileriyle berâber gitmek
istedi. Onlar da; “Peki gel!” dediler. Tayy-i mekân edip bir anda Kâbe-i
muazzamaya geldiler. Tavâftan sonra bir eve gidip içeri girdiler. İçeride yüzü
örtülü birisi vardı. Ona selâm verdiler. Hiçbir şey söylemeden bir meyyiti
tabutuyla ortaya getirip namazını kıldılar. Sonra tabut semâya yükseldi. Sonra;
“Bunun yerine kimi münâsib görürsünüz?” diye yüzü örtülü kişiden sordular. O
zaman Yûsuf Halvetî onlara; “Bu işi bizimle istişâre etseniz olmaz mı?” dedi.
Onlar da; “Bu nasıl söz. Sen kendi hocanın dediğini bile unutmuşsun?” deyip
sonra da başka birisini getirdiler ve onun yedilere tâyini yapıldı. Sonra da
yediler oradan çıkıp, herbiri bir tarafa gitti. O yüzü örtülü zât da bir tarafa
yöneldi. Yûsuf Halvetî onun peşinden gitmek isteyince, o; “Yûsuf ne oldun nedir
derdin?” diye seslendi. O zaman Yûsuf Halvetî bu sesi tanıdı ve başını kaldırıp
baktığında onun kendi hocası Zâhid Efendi olduğunu anladı. Özürler dileyip
ağladı. Hocası onun özrünü kabûl edip bir anda Şirvan’daki dergâhlarına
döndüler.
KAYNAKLAR
1)
Lemezât, Üniversite Kütüphânesi, No: 1894, v.123
|