|
YÛNUS EMRE
Tasavvuf ehli ve halk şâiri. Hayâtı ve kimliği hakkında kesin mâlûmat yoktur.
Şiirleri, asırlar boyunca zevkle ve hayranlıkla okunmuş, yalnız bizde değil,
birçok ülkelerde de alâka uyandırmış bulunan müstesnâ bir şahsiyettir. 80 sene
kadar yaşadığı, Eskişehir’in Mihalıçcık kazâsına bağlı Yûnus Emre köyünde, 1320
(H.720) senesinde vefât ettiği ve buraya defnedildiği Kaynakların tetkikinden
anlaşılmaktadır. Vefâtı için başka târihler ve başka yerler de bildirilmektedir.
Çocukluğu hakkında bilgi olmayan Yûnus Emre, bir işâret üzerine genç yaşta
Tapduk Emre’nin yanına gitti. Otuz seneden fazla onun hizmetinde bulundu ve
ondan feyz aldı. Hattâ bâzı kaynaklar, Tapduk Emre’nin kızını Yûnus Emre’ye
verdiğini, hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydetmektedir.
Yûnus
Emre, Tapduk Emre'nin hizmetinde bulunurken, mânevî âleminde bir ilerleme
olmadığını zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara düştü. Yolculuğunda bir gün
iki kimseye rastladı. Onlarla arkadaş oldu. Her öğün bunlardan biri duâ eder,
duâlarının bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. Duâ sırası Yûnus Emre’ye geldi.
O da duâ etti. Duâda, “Yâ Rabbî benim yüzümü kara çıkarma! Arkadaşlarım kimin
hürmetine duâ ettiyse, onun hürmetine duâmı kabûl et!” dedi. Duâ bitince, iki
sofra yemek geldi. Arkadaşları; “Kimin yüzü suyu hürmetine duâ ettin?” diye
sordular. Yûnus Emre; “Önce siz söyleyin.” dedi. Arkadaşları da; “Biz, Tapduk
Emre’nin kapısında hizmet eden Yûnus’un hürmetine diye duâ ettik.” dediler.
Bunun üzerine Yûnus Emre durumunu anlayıp, tekrar Tapduk Emre’nin yanına döndü
ve kapısının önüne yattı. Tapduk Emre’nin gözleri görmüyordu. Kapının önüne
varıp, ayağı bir şeye takılınca; “Bu bizim Yûnus değil mi?” diye sordu ve onu
kabûl etti. O andan îtibâren Yûnus Emre, halkın dillerinden düşüremediği
ilâhileri söylemeye başladı.
Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar ip gibi düzgün idi.
Hocası; “Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun getirmiyormuşsun.” buyurunca;
“Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz.” cevâbını verdi.
Anadolu
ve diğer Türk illerinde çok sevilen Yûnus Emre’den başka bu sevgi, saygı ve
hayranlık için başka bir örnek yok gibidir. Her bakımdan milletimizi birbirine
bağlayan mânevî bir toplayıcılığı vardır. Onda, toplumumuzun iç yapısındaki aynı
hisler, duygular ve değer yargıları bulunmaktadır. Onu unutturmayan sebep budur.
Anadolu’da Yûnus Emre’nin Dîvân’ının bulunmadığı, ilâhîlerinin okunmadığı ev yok
gibidir.
Yûnus
Emre, şiirlerini arûzla ve daha çok hece vezniyle yazmıştır. Şiirleri açık,
derin mânâlı, samîmî ve heyecanlıdır. İlâhî aşk, varlık, yokluk, hayat, ölüm
meseleleri ve bunlara bağlı olarak, dünyânın fânîliği gibi meseleleri en iyi
şekilde şiirle anlatmıştır.
Yûnus
Emre’yi aynı yolda tâkib eden birkaç şâir daha görülmüştür. Bunlardan
bilinenlerden ikisi; “Âşık Yûnus” ve “Derviş Yûnus”tur. Yunus Emre’nin en önemli
tâkipçisi olan Âşık Yûnus Bursa’lı olup, 1430 (H.843) yılında vefât etmiştir.
Her iki şâirin şiirlerini birbirlerinden ayırmak zordur. Yûnus Emre, Celâleddîn-i
Rûmî'nin sohbetlerinde bulunmuştur. Bu sohbetlerin, yetişmesinde büyük rolü
olmuştur.
Yûnus
Emre’de günü birlik konulara rastlanmaz; geçim endişesi, âile sıkıntısı, evlât
acısı, yakınlarının şahsî ve âilevî meselelerine hemen hemen hiç yer vermez. O,
insanlığın umûmî kader çizgisi üzerinde durmuştur. Bunlar; kabir, ömrün geçişi,
ölüm, Allahü teâlâya îmân ve yalvarma, dînî esaslar, insanın yalnızlığı, aşk,
nasîhatler ve hayâtın gâyesi gibi insanlığa has meselelerdir.
Her
yerde, her seste, her renkte, her zaman Allahın varlığını idrâk eden Yûnus Emre,
bu dilsiz varlıkların büyük tanıtışındaki gizli dilin hayrânıdır.
Yûnus
Emre, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm ile bütün yakınlarının, dört
halîfenin, hazret-i Peygamberin soyundan gelenlerin, bütün İslâm âlimlerinin
ezelî âşığıdır. Hiçbir bâtıl cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında ahlâkî
nizâmı, din sevgisini ve gerçek tasavvufu koruyan kültür ve sanat seddi
olmuştur. İhlâs ile, her şeyi Allah rızâsı için yapmayı her zaman söylemiştir.
Yûnus Emre için "Dervişlik", herkese faydalı olmak ülküsüdür. Şiirlerinde
tembelliği, tufeyli ve faydasız olmayı kınamıştır.
Şerîat,
tarîkat yoldur varana,
Hakîkat, mârifet andan içerü.
diye,
hakîkî tasavvufu da o târif etmişitir.
1408
yılında Osmanlı Türklerine esir düşen ve Anadolu’da 20 yıl kadar kalmış olan
Mülbacher isimli bir yabancı, Yûnus Emre’ye âit şiirleri, ilâhileri duymuş,
öğrenmiştir. Memleketine döndüğünde, Yûnus Emre’nin şahsiyetinde İslâmı
anlatmış, kitaplar yayınlamış, yazılar yazmıştır. Büyük ün sâhibi Avusturyalı
târihçi Hammer de, Yûnus Emre’ye âit şiirler ve ilâhilere yer vermiş, bundan
sonra da Batı ülkelerinde Yûnus ismi çok yaygınlaşmıştır.
Eserleri: Yûnus Emre’nin bilinen iki eseri vardır: 1) Risâlet-ün-Nushiyye:
Mesnevî şeklinde arûz (Fâilâtün Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılmış, tasavvufî,
ahlâkî, dînî bir eserdir. Anadolu’da başlayan Türk Edebiyâtında görülen ilk
nasihatnâmedir.
2)
Dîvân: Yûnus Emre Dîvânı’nın birçok yazma nüshaları vardır. Fakat bu dîvândaki
bütün şiirlerin Yûnus Emre’nin olduğu söylenemez. Yûnus tarzında, daha sonraki
şâirlerin yazdığı şiirler de karışmıştır. Taş basması nüshaları da vardır. Yûnus
Dîvânı yine Anadolu’da başlayan Türk edebiyâtının ilk dîvânı durumundadır.
Yûnus
Emre’nin şiirlerinden;
DOLAP
Benim
adım dertli dolap,
Suyum
akar yalap yalap,
Böyle
emreylemiş Çalap,
Derdim
vardır inilerim.
Ben bir
dağın ağacıyım,
Ne
tatlıyım ne acıyım,
Ben
Mevlâya duâcıyım,
Derdim
vardır inilerim.
Beni
bir dağda buldular,
Kolum
kanadım kırdılar,
Dolaba
lâyık gördüler,
Derdim
vardır inilerim.
Dağdan
kestiler bezenim,
Bozuldu
türlü düzenim,
Ben bir
usanmaz ozanım,
Derdim
vardır inilerim.
Şol
dülgerler beni yondu,
Her
âzâm yerine kondu,
Bu
iniltim Hak'dan geldi,
Derdim
vardır inilerim.
Suyum
alçaktan çekerim,
Dönüp
yükseğe dökerim,
Görün
beni neler çekerim,
Derdim
vardır inilerim.
Yûnus
bunda gelen gülmez,
Kişi
murâdına ermez,
Bu
fânîde kimse kalmaz,
Derdim
vardır inilerim.
MEVLÂM
Dağlar
ile taşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Seherlerde kuşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Sular
dibinde mâhiyle,
Sahrâlarda âhû ile,
Abdal
olup yâ Hû ile,
Çağırayım mevlâm seni.
Gökyüzünde Îsâ ile,
Tûr
Dağında Mûsâ ile,
Elindeki asâ ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Yûnus
okur diller ile,
Ol
kumru bülbüller ile,
Hakkı
seven kullar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
HİÇ
ÇÜRÜMEMİŞTİ
Ankara-Eskişehir demiryolunun kenarında bulunan türbesi, 1948’de yolun
genişletilmesi için kaldırılmak istendi. Fakat bir türlü bu işte muvaffak
olunamadı. Hattâ bir defâsında, döşenen rayların sökülüp, sekiz metre geriye
atıldığı görüldü. Bunun üzerine Yûnus Emre için bir türbe yapılıp, kabrinin
oraya nakline karar verildi. Yûnus Emre’nin yeni kabri, eskisinden 100 m kadar
ileride bir tepecikte yapıldı. Yeni kabrine taşıyacak beş kişilik heyet, kimseye
haber vermeden ve hiçbir merâsim yapmadan çalışacaktı. Karar verildiği üzere
hareket edildi. Yalnız ertesi gün, Yûnus Emre’nin çevresine dâvetsiz, ilânsız
otuz binden fazla insan kalabalığı toplandı.
Yûnus
Emre’nin kabri îtinâ ile açıldı. Bedeni, 700 seneden beri hiç bozulmamış bir
hâlde, bir eli yüzünde, bir eli kalbinin üstünde, rahat bir şekilde uzanmış
yatıyor görüldü. Mübârek bedeni oradan alındı, tabuta kondu ve kalabalığın
elleri üzerinde, 100 metrelik mesâfe tam üç saatte katedildi. Yeni mezarına
defnedildi. Yûnus Emre’nin vasıyeti şu idi:
“Beni
hocamın türbesinde, giriş yolu üzerine gömsünler!” Bundan murâdı, şeyhini
ziyârete gelenlerin, kendisini çiğneyip de geçmeleriydi. Bu, hocasına ne ölçüde
bağlı olduğunu göstermektedir.
BEYİTLER
İŞ HİZMETTE
Yûnus
Emre, mânevî, bir işâret alarak,
Vardı
Tapduk Emre'nin hizmetine koşarak.
Otuz
yıl hizmet edip, zannetti ki, kendinde,
İlerleme olmadı, mânevî âleminde.
Üzüntüden kendini, atıverdi dağlara,
Baş
açık, yalın ayak, dolaşırken bir ara,
Bir gün
iki kişiye, rastladı birden bire,
Onları
çok severek, dost oldu onlar ile.
Yemek
vakti gelince, duâ etti birisi,
O anda
indi gökten, yemek dolu bir tepsi.
Üçü de
yiyip içip, şükrettiler Allah'a,
Akşam
vakti öbürü, duâ etti bir daha.
Yine
aynı şekilde, bir tepsi indi gökten,
Öyle ki
bu yemekler, nefisti ötekinden.
Üçüncüde Yûnus'a dönerek o müminler;
"Sıra
sende, şimdi de, sen duâ et." dediler.
O zaman
Yûnus Emre, kaldırdı ellerini,
Dedi
ki: "Yâ İlâhî, mahcup eyleme beni.
Onlar
kimin ismiyle, duâ ettiler ise,
O zâtın
hürmetine, bir sofra gönder bize."
Duâsı
biter bitmez, baktılar biraz sonra,
İndi
gökten bu sefer, daha büyük bir sofra.
Dediler: "Ey arkadaş, nasıl oldu bu öyle,
Sen
kimin hürmetine, duâ ettin ki böyle?"
Dedi
ki: "Siz söyleyin, siz nasıl ederdiniz?
Siz
kimin yüzü suyu, hürmetine derdiniz?"
Dediler: "Taptuk Emre, yanında hizmet yapan,
Yûnus'un hürmetine, istiyorduk her zaman."
Yûnus
bunu duyunca, dergâha döndü yine,
Yattı
Taptuk Emre'nin, kapısının önüne.
O zaman
hocasının, görmüyordu gözleri,
Evde,
el yordamıyla, yürüyordu ekseri.
Çıkıyorken, ayağı, takılınca bir şeye,
Dedi:
"Bizim Yûnus mu, gelip yatmış eşiğe."
Ve
elinden tutarak, kaldırdı onu yerden,
Yûnus,
Yûnusluğunu, kazanmıştı o günden.
Dağdan
odun taşırdı, yıllarca o dergâha,
O
mânevî kapıdan, ayrılmadı bir daha.
Yûnus
unutulmadı, yüzyıllar geçse bile,
Zîrâ
hizmet etmişti, üstâdına zevk ile.
KAYNAKLAR
1)
Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.78
2)
Nefehât-ül-Üns; s.691
3)
Rehber Ansiklopedisi; c.18, s.224
4) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (50. Baskı) s.1163
5)
Faruk K.Timurtaş, Yûnus Dîvânı
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.157
|
|