|
YÂFİÎ
Büyük
velîlerden. İsmi, Abdülkâdir Dücânî Yâfiî, künyesi Ebû Riyâh’tır. Nesebi, Cennet
gençlerinin seyyidi hazret-i Hüseyin’e ulaşır. 1809 (H.1224) senesinde Beyrut’un
Yafa'ya bağlı, Decin köyünde doğdu. 1877 (H.1294) senesi Rebî’ul-evvel ayının on
dokuzunda, Çarşamba günü Yafa’da vefât eti. Cenâze namazı büyük bir kalabalık
tarafından kılınıp, Yafa kabristanına, amcası Şeyh Selim’in kabri yanına
defnedildi. Sonradan, üzerine çok güzel bir türbe yapılan kabri ziyâret
mahallidir.
Abdülkâdir Yâfiî, babasının terbiye ve himâyesinde yetişti. Küçük yaşta Kur’ân-ı
kerîmi ezberledi. Tecvîd ilmini öğrendi. Sonra amcası Mevlânâ Seyyid Şeyh Selim
Dücânî’den ilim tahsîl etti, duâsına kavuştu. Amcası vefât edince zamânının
büyük âlimlerinden ders alıp, sohbetlerinde bulundu. Aklî ve naklî ilimlerde
üstün bir dereceye yükseldi. Amcasının oğlu Mevlânâ Şeyh Hüseyin ve büyük âlim
Şeyh Muhammed Trablûsî, Şeyh Mahmûd Râfî ve başkalarıyla görüştü. Onlarla ilmî
müzâkerelerde bulundu.
Abdülkâdir Yâfiî, Allahü teâlânın sevgili bir kulu idi. Bütün ilimlerde,
özellikle hadîs ve tasavvufta emsâlsiz idi. Tasavvufta Kâdirî yolunu, Mevlânâ
Ali Geylânî'den öğrenip, icâzet, diploma aldı. Ayrıca Rufâî, Ahmedî, Düsûkî,
Kâdirî, Halvetî yolunu amcasının oğlu ve hocası Şeyh Hüseyin Selim Dücânî’den
aldı. Şâziliyyeyi de, Şeyh Muhammed Cisr’den aldı. Çok cömertti. Yafa’daki evi,
misâfirlerin ve yolcuların barınağıydı. Misâfiri çok sever, tanıdık, tanımadık
herkesi, yedirir, içirir, barındırırdı. Allahü teâlâ onun evine öyle bir bereket
vermişti ki, pek az bir nafaka, evine ve misâfirlerine yeterdi. Büyük himmet
sâhibiydi. Senenin kış ve bahar aylarına rastlayan altı ayında Yafa'daki evinde
kalır, diğer altı ayda da köyleri şehirleri dolaşır, insanlara nasîhat ederdi.
Oğlu
İbrâhim Safiyyüddîn, eserinde, babasının kısa hâl tercümesi yanında
kerâmetlerini de bildirdi. Onun vasıflarını anlatırken; “Babam Abdülkâdir,
Allahü teâlânın evliyâsından olup, asrının teki, irfân ve hakîkat sâhibi idi.
İnsanların mürebbîsi ve mürşîdi, yol göstericisi idi” diye bildirdi.
Abdülkâdir Yâfiî, nereye gitse doğru yolun âşıkları hemen kendisine talebe
olurdu. Allahü teâlâ ona çok büyük mânevî üstünlükler
ihsân
etmişti. İnsanlara hizmet için çırpınır, bu sebeple şehirleri, köyleri dolaşır,
insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretirdi. Aralarındaki
anlaşmazlıkları hallederdi. Verdiği hükümlerden herkes râzı olur, kimse îtirâzda
bulunmazdı. Herkesin sevgi ve îtimâdını kazanmıştı. Halk onun gelmesine çok
sevinir, büyük-küçük, herkes, onu karşılardı. Allahü teâlâ onun sevgisini
herkesin kalbine koymuştu. Gittiği yerlere talebelerini de götürürdü. Sözünü
işiten, onun Allahü teâlânın velî bir kulu olduğunu anlardı. Muhammed
aleyhisselâmın ahlâkı üzere idi. Büyük-küçük herkese karşı alçak gönüllüydü.
Yakın
talebelerinden El-Hac Muhammed Ebû Ciyâb onun kerâmetlerinden birini şöyle
nakletmiştir: Bir defâsında Abdülkâdir Yâfiî hazretleriyle Yafa’da Câmii
Kebîr'de bir odadaydık. Hocamın hâli değişip vücudu büyümeye başladı. Yavaş
yavaş odayı kaplıyordu. O büyüdükçe ben geri çekiliyordum. Nihâyet odayı tamâmen
doldurdu. Ben de çekile çekile kapının dışına kadar çıkmak zorunda kaldım. Sonra
yavaş yavaş eski hâline döndü. Dışarı çıkıp yanıma geldi ve; “Neden böyle
dışarda duruyorsun?” dedi. “Efendim bana oturacak yer kalmadı.” dedim. Tebessüm
ederek bana; “Evlâdım bu tasavvuf ehlinde görülen bir hâldir. Bunun daha yükseği
Rufaî yolunun kutbunda hâsıl olur." buyurdu. Bu hâlini vefâtına kadar gizlememi
emretti.
Abdülkâdir Yâfiî’nin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır:
1) Salevât Alen-Nebî (sallallahü aleyhi ve sellem), 2) Fedâilü Esmâillâh-il-Hüsnâ.
KAYNAKLAR
1)
Mu'cem-ül-Müellifîn; c.5, s.287
2)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.97
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.278
|
|