|
TÂHİR-İ BEDAHŞÎ
Hindistan'da yaşayan evliyânın büyüklerinden. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
talebelerinin önde gelenlerindendir. Önce subay idi. Resûlullah efendimizin
rüyâda verdiği emirle, askerliği bırakarak tasavvuf yoluna girdi. Doğum ve vefât
tarihleri belli değildir. On yedinci asrın sonlarında vefât etti.
Tâhir-i
Bedahşî ilk zamanlar askeriyede çalışıyordu. Askerler kalelerden birini
fethetmek için yola çıktıkları sırada, bir gece rüyâda Peygamber efendimizi
gördü. Hazret-i Sıddîk-i Ekber, diğer halîfeler ve Eshâb-ı kirâm Resûlullah'ın
huzûr-ı saâdetlerinde idi. Peygamber efendimiz kendisine; "Bu seferden döndükten
sonra, sen bu askerin arasından ayrıl! Tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulun."
buyurdular. Ebû Bekr-i Sıddîk, Peygamber efendimizin emri ile kendisine hırka
giydirdi. Uykudan uyanınca, askerliği bırakmaya karar verdi. Bu sefer dönüşünde
askerler, çalılar ve ağaçlar arasından geçerken, kendisi attan indi ve ağaçların
arasına girdi. Emir eri, abdest bozmaya gittiğini zannetti. Bir müddet bekledi.
Tanıdıkları ne kadar aradıysalar, bulamadılar. Tâhir-i Bedahşî, o havâlide bir
çiftçiye rastladı. Kendi elbiselerini ona verip onun elbiselerini giydi ve o
memleketteki dervişlerin sohbetine katıldı. Aradan yıllar geçti. Akrabâları onun
hayatta olup olmadığını bilmiyorlardı. Tâhir-i Bedahşî, eve gelince durumu
hanımına anlattı. Hanımı; "Ben de seninle geleceğim." dedi. Üstüne bir örtü,
eline bir âsâ alıp, kocası ile berâber yola çıktı. O memlekette bulunan, gönül
sâhibi bir âlimin hizmet ve huzûruna kavuştu. Bu zât, kendisine; "Senin
nasîbinin Nakşibendî yolunda olan büyüklerden olacağını anlıyorum." dedi. Delhi
ve Lâhor tarafına gitmesini işâret buyurdu. Bu zamanda o diyarda hazret-i Hâce
Muhammed Bâkî vardı. Cihânı aydınlatan bir güneş gibiydi. Sözlerini duyanlar, o
gönüller sultânı büyük âlimin etrâfından ayrılmıyorlardı. Huzûruna kavuşmadan
birkaç gün önce, Muhammed Bâkî-billah âhirete irtihâl eyledi. Tâhir-i Bedahşî
şaşkın bir hâlde kaldı. Allahü teâlânın ihsânı ile İmâm-ı Rabbânî hazretlerine
gitmeye karar verdi. Huzûruna gidip talebesi olmak ve hizmette bulunmakla
şereflendi. O yüksek dergâhta canla başla çalıştı. Nasîbi olan her şeye kavuştu.
Talebe arkadaşı Hâşim-i Keşmî şöyle anlattı: "Yalnız ve kalabalıkta iken,
Peygamber efendimizin mübârek sûretini müşâhade ederdi. Saf ve temiz rûhlu idi.
Kendi hâllerini ve keşflerini hazret-i İmâm'a öyle bir edâ ile arzederdi ki,
hazret-i İmâm ister istemez tebessüm ederlerdi. Bâzan hazret-i İmâm'dan yüksek
mârifetleri dinlerken, öyle bir şekilde; "Evet, öyledir." deyip başını sallardı
ki, hazret-i İmâm; "Bu sırlar Mevlânâ Tâhir'e bildirilmiştir, biz ise bunların
tercümânıyız." buyururdu. Tecellîye, yüksek hâllere ve cezbeye kavuştuktan
sonra, hazret-i İmâm kendisine icâzet, diploma verdi ve Canpûr şehrine
gönderdi."
Yine
Hâşim-i Keşmî anlattı: Hazret-i İmâm, Ecmîr'i teşrif eylediği günlerde, bu fakîr
de hizmetlerinde idim. Bu sırada Mevlânâ Tâhir'den mektup geldi. Mektubunda,
kendisine talebe gelmediğini yazıyordu. Hazret-i İmâm şöyle buyurdu: "İşin
esâsı, hâlleri muhâfaza etmek, yapacağı işleri düşünmek, îmân üzüntüsünde,
âhiret endişesinde olmaktır. Bu hâlde, her kimi Allahü teâlâ gönderirse, tâlim
ve terbiyesine memûr ederse, emre uyarak, Allah için o işle meşgûl olmak
lâzımdır."
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
AKILLI İSEN
KIL NAMÂZI
İmâm-ı
Rabbânî hazretlerinin Tâhir-i Bedahşî'ye yazdığı mektuplardan ikisi:
"Allahü
teâlâya hamdü senâ olsun! O'nun sevdiği, iyi insanlara selâmetler olsun!
Canpûr'dan gönderdiğiniz mektup geldi. Rahatsız olduğunuzu okuyunca, üzüldük.
Sıhhat haberini bekliyoruz. Vazifenize çok çalışınız! Hâsıl olan hâlleri bize
yazınız! Ey sevgili kardeşim! Bu dünyâ, çalışmak yeridir. Ücret alınacak yer,
âhirettir. Sâlih amelleri yapmağa uğraşınız! Bu amellerin en faydalısı ve
ibâdetlerin en üstünü namaz kılmaktır. Namaz, dînin direğidir. Müminlerin
mîrâcıdır. O hâlde, onu iyi kılmağa gayret etmelidir. Erkânını (yâni
farzlarını), şartlarını, sünnetlerini ve edeblerini, istenildiği ve lâyık olduğu
gibi yapmalıdır. Namazda tumânînete (yâni rükûda, secdelerde, kavmede ve
celsede, bütün âzânın hareketsiz kalmasına) ve tâdîl-i erkâna (yâni, bu dört
yerde sükûn ve tumânînet bulduktan sonra, bir mikdar durmaya) dikkat etmelidir.
Çok kimse bunlara dikkat etmeyip, namazlarını elden kaçırıyor. Tumânîneti ve
tâdîl-i erkânı yapmıyorlar. Bunlara azâblar ve tehdîdler bildirilmiştir. Namaz,
doğru kılınınca, kurtuluş ümîdi çoğalır. Çünkü, dînin direği dikilmiş olur.
Seâdet-i ebediyyeye uçmak için tayyâre elde edilmiş olur.
"Âkıl
isen kıl namâzı, çün seâdet tâcıdır,
Sen
namâzı öyle bil ki, mü'minin mi'râcıdır!" (2'nci cild, 20'nci mektup)
"Akıllı
kardeşim, ismi gibi temiz olan Molla Tâhir'in kıymetli mektubu geldi. Kardeşim!
Hadîs-i şerîfde; "Allahü teâlânın, bir kulunu sevmemesi, onun faydasız
şeylerle uğraşmasından anlaşılır." buyruldu. Bir farzı yapmayıp, bir nâfile
ibâdeti yapmak da, boşuna uğraşmaktır. Bunun için, ne ile vakit geçirdiğimizi
incelemeliyiz.
Ne ile uğraşdığımızı anlamalıyız. Nâfile ibâdet mi, yoksa farz olan ibâdet mi
yapıyoruz? Bir nâfile hac yapmak için birçok yasaklar, haramlar işleniyor. İyi
düşünmelisiniz! Aklı olana bir işâret yetişir. Size ve arkadaşlarınıza selâm
ederim." (1'inci cild, 123'üncü mektup)
KAYNAKLAR
1) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (51. Baskı) s.1153
2)
Hadarât-ül-Kuds; s.340
3)
Tezkire-iİmâm-ı Rabbânî; s.333
4)
Zübdet-ül-Makâmât; s.399
5)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.233
|
|