|
ŞEYH-ÜL-MEŞÂYIH BEHRÂM
Hindistan'da yetişen evliyânın büyüklerinden. Şeyh-ul-meşâyıh olarak bilinir.
Doğum ve vefât târihi Kaynaklarda yoktur. Yalnız on yedinci asrın birinci
yarısında vefât ettiği bilinmektedir.
Küçük
yaşından îtibâren Pâni-pût'a gidip ilim ve irfân ehlinden büyük velî Kutb-u
Rabbânî'nin ilim meclisinde ve sohbetinde bulundu. Çok istifâde edip ilmî ve
tasavvufî yüksek derecelere ulaştı. Hocası tarafından, insanlara Allahü teâlânın
dînini ve sevgili Peygamberimizin güzel ahlâkını anlatmakla vazîfelendirilip,
Bertâde kasabasına gitti. Daha sonra hocasının emriyle tekrar Beytûlî'ye döndü.
İnsanlara iyilikleri emredip, kötülüklerden sakındırma vazifesiyle meşgûl oldu.
Vefât edinceye kadar bu yüksek vazifeye devâm edip, Beytûlî'de vefât etti. Kabri
oradadır.
Şeyh
Behrâm hazretleri, insanlara doğru yolu göstermek için vazifeli olarak
Bertâde'de bulunduğu sırada, Cemûn Nehrinin suları yükselip Beytûlî kasabasını
sel basma tehlikesi baş göstermişti. Beytûlî kasabasının halkı Kutb-i Rabbânî'ye
çok bağlı oldukları için bu tehlike ânında ondan himmet (yardım) istediler. Pâni-pût'a
gidip Beytûlî kasabasına teşrif etmesini özellikle arzu ettiklerini belirttiler.
Kutb-i Rabbânî bir mektup yazıp onları Bertâde'de bulunan talebesi Şeyh Behrâm'a
gönderdi. "Ben gelemiyeceğim. Bu mektubu Bertâde'de bulunanŞeyh Behrâm'a götürüp
verin. O muhakkak sizinle gelecek, orada kalacak ve onun bereketiyle Allahü
teâlâ sizi bu tehlikeden kurtaracaktır." dedi ve duâ ederek gönderdi. Onlar da
emre uyup Şeyh Behrâm'ın huzûruna gittiler. Mektubu verdiler. Şeyh Behrâm
mektubu alınca hürmet ve saygı ile ayağa kalktı, mektubu öpüp yüzüne sürdü,
okudu ve Beytûlî'ye gitmek üzere yola çıktı. Beytûlî'ye yaklaşınca nehrin
kenarına varıp, bastonunu yere vurdu ve oraya yerleşti. Ertesi sabah nehrin
suları çekilip kasabadan uzaklaştı. O günden zamânımıza kadar bir daha tehlike
olmadı. Bunu gören halkın Şeyh Behrâm'a muhabbet ve bağlılıkları arttı. Şeyh
Behrâm da orada yerleşti. Vefât edinceye kadar oradan ayrılmadı. Kabri de
oradadır. Çok ziyâret edilip, çâresi bulunmayan hastalar oraya götürülür,
oradaki kuyudan su alıp yıkanır. Allahü teâlânın lütfuyla şifâ bulur.
Nakledilir ki: 1647 senesinde Mirzâ Muzaffer, Beytûlî ve çevresini zabtetmesi
için bir Hindûyu görevlendirip gönderdi. Dinsiz ve zâlim olan bu Hindû oraya
gelince, kasaba halkı çok sıkıntı çekti. Müslümanlara yapmadığı zulüm ve işkence
kalmadı. Beytûlî ve civârını istilâ edip, Şeyh Behrâm'ın türbesinin bulunduğu
yeri dahî kendisine bağlamak istedi. Kasaba halkı ve ileri gelenleri, ne kadar
mâni olmak istedilerse de fayda vermedi. Yaptığı zulüm ve işkence, insanların
canına yetti. O sırada Seyyidlerden biri, Şeyh Behrâm'ın nûrlu kabrine gidip,
onu vesîle ederek Allahü teâlâya duâ etti. İki elini yere vurarak; "Ey hazret!
Murdar ve zâlim bir Hindû, hizmetçilerinin gününü kara etti. Evlerimizde bir
günlük azığımız dahi kalmadı. Biz dünyâda ve âhirette senin mâkamını sığınak
edindik. Dünyâda hâlimiz böyle olursa, âhirette hâlimizin nâsıl olacağını Allahü
teâlâ bilir. Siz vilâyet sâhibi ve Allahü teâlânın sevgili kulusunuz, bu mel'ûnu
îkâz ediniz" diyerek seslendi. Henüz bu sözleri bitirmemişti ki, türbenin
dışından kulağına büyük bir gürültü geldi. O zât hemen dışarı koştu. Bir de ne
görsün. O kâfirin atı yıkılmış ve iki ayağı da havada kalmıştı. Hayret edip
nasıl olduğunu sordu. Orada bulunanlar dediler ki: "O zâlim, bu toprakları
istilâ etmek niyetiyle geldi. Birçok kimse nasîhat yoluyla onu vazgeçirmek
istediler. Kibrinden ve gurûrundan kimseyi dinlemedi. "Pâdişâhın malını sebepsiz
yere niçin kalenderler yesin." dedi ve zabtettiği toprakları ölçen memura işâret
etti. Kendisi de kızıp atını ileri sürdü. Birkaç adım gitmeden atı tökezleyip
yere yıkıldı. O zâlim eğerden öyle bir sıçradı ki, ayakları havada asılı kaldı."
O sırada seyyidin dilinden; "Ey hazret, bu alçağı niçin havada durdurursunuz,
niçin toprağa düşüp boynu kırılmaz?" sözleri çıktı. O anda öyle bir düştü ki,
orada bulunanlar toprağa çakıldı zannettiler. İnsanlar başına toplandı. Gördüler
ki ölmek üzeredir. Adamları onu kaldırıp, Şeyh Behrâm'ın türbesine götürdüler. O
seyyid de berâber idi. Kabre yaklaşınca şuuru biraz yerine gelip güçsüzlüğü ve
aczi sebebiyle başını yere koydu ve adamlarına dedi ki: "Ey insanlar beni
buradan çabuk kaldırın. Siz görmüyorsunuz, fakat beni dövüyorlar. Çabuk, döve
döve bu kâfiri dışarı atın diye emreden bir ses işitiyorum." Adamları bunu
duyunca, Hindûyu kaldırıp eve götürdüler. Bir divanın üzerine yatırdılar. Biraz
sonra divan üzerinde duramayıp yere düştü ve divanın ayakları havaya geldi.
Adamları divanı kaldırıp düzelttiler. Onu tekrar divana yasladılar. Tekrar
düştü. Tekrar düzeltip oturtmak istediklerinde, öbür taraftan başı yere düşüp
ayakları havada kaldı. Ne kadar uğraştılarsa da düzeltemediler. Hayâtından ümidi
kesip, ağlamaya, feryâd etmeye başladılar. O dergâhda hizmet edenlerin
ayaklarına kapandılar. O kadar yalvardılar ve ısrar ettiler ki, hâllerine acıyıp
özürlerini kabûl ettiler. O zâlim, bir parça iyileşti ve oraları istenilen
şekilde bırakıp Delhi'ye gitti.
KAYNAKLAR
1)
Siyer-ül-Aktâb; s.247
2)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.214
|
|