ŞEYH ABDURRAHMÂN EŞŞÂVİRÎ
Anadolu
velîlerinden. 1899 (H.1317) senesinde Eruh’a bağlı Şavira köyünde doğdu.
Hazret-i Ömer’in neslindendir. 1974 (H.1394) senesinde Siirt’e yaptığı bir
ziyâret sırasında vefât etti. Kendi köyü Şavir’de defnedildi. Tahsil çağına
gelince önce babasından okudu. Babası birinci dünyâ savaşından hemen önce vefât
etti. Âilenin yaşça en büyüğü olduğundan âilesini geçindirmek için tahsili
terketmek zorunda kaldı. Yirmi yaşında evlendi. Ancak tahsil yapamadığı için
câhil kalmaktan çok üzgündü. Her şeye rağmen tahsile karar verdi. Bu durumu
hanımına söyleyince, hanımı buna râzı olmadı. Bunun üzerine hanımından ayrıldı.
Tahsile başladı. Önce Nivili’deki Molla Yahyâ’nın yanına gidip ondan ders aldı.
Sonra Güveş’e gidip bir müddet de Molla Muhammed'den ders aldı. Ardından
Fârikîn'de Tivanikli Molla Zâhir'e gitti. Bu zâttan ders aldığı sırada Molla
Câmî kitabını okurken, dedesi Şeyh Abdullah'ı rüyâsında görürdü. Dedesi ona
metin okurdu. Şerh-ül-Akâid kitabına kadar geldiğinde teberrük için iki
veya üç dersi de, Feth-ül-Celîl Şerhu Mutavvel-il-Hıbrî Molla Halil
kitabının müellifi küçük Molla Hasan'dan aldı.
Bu
tahsilden sonra tasavvufta Nakşî yolu şeyhlerinden Şeyh İbrâhim Halebi
hazretlerinin yanına gidip ona talebe oldu. Bu hocasından hem ilimde hem de
tasavvufta icâzet aldı. Hocasının vefâtından sonra Van’da bulunan Şeyh Ramazan
hazretlerine tâbi oldu.
Şeyh
Ramazan Efendiye tâbi olmasının sebebi şöyledir: Şeyh Ramazan Efendi Siirt’te
talebelerinden Hacı Receb’in evinde sohbet ediyordu. Sohbetinde sevgili
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı medhediyor ve medhini şiir şeklinde
söylüyordu. Bu sohbette Şeyh Abdurrahmân da vardı. Bir ara Şeyh Ramazan
Efendiye; “Resûlullah'ı öyle medhediyorsun ki sanki karşınızda görüyor
gibisiniz.” dedi. “Evet Resûlullah’ı görüyorum.” deyince; "Biz bunca yıl ilim
tahsili ile meşgul olduk göremedik. Siz nasıl görüyorsunuz.” dedi. “Resûlullah’ı
görmek istiyor musunuz?” diye sordu. “Elbette görmek isterim.” dedi. Sohbet
bitip cemâat dağıldıktan sonra gusül abdesti almasını söyledi. Sonra yanına
oturup; “Gözlerini kapa." dedi. Anında kendini Medîne-i münevverede Şeyh Ramazan
Efendi ile birlikte Resûlullah’ın huzûrunda buldu. Peygamber efendimiz Şeyh
Abdurrahmân’a oturmasını Şeyh Ramazan’a da huzurda bulunanlara su dağıtmasını
emir buyurdu.
Şeyh
Ramazan Efendinin bu kerâmetini görünce; “Vallahi bütün insanlar benden yüz
çevirse, ben Şeyh Ramazan hazretlerini terk etmem.” diyerek ona talebe oldu.
Talebelerinden Sûfi Nûreddîn şöyle anlatmıştır: “Şeyh Abdurrahmân hazretleri bir
sene hacca gitti. Ben de kendisiyle gitmek istedim, fakat bana; “Bu sefer
benimle gelme. Allahü teâlâ izin verirse gelecek sene gidersin. Tabi nasib
olursa, nasib olmazsa o başka." buyurdu. Fakat nasib olmadı gidemedim. Üçüncü
sene hocam Şeyh Abdurrahmân hazretleri gitmediği için bana yine nasib olmadı. Bu
sefer bana buyurdu ki: “Benimle hacca gitmen nasib olmadı. Fakat inşâallah öyle
birisiyle gideceksin ki kesinlikle derecesi bizden aşağı değildir.” Aradan yirmi
seneye yakın zaman geçti. Siirt’ten zamânın meşhur zâtlarından Seyyid Tâhir'in
kalabalık bir kâfile ile hacca gideceğini duydum. O sıralarda geceleri rüyâmda
hep hocam Şeyh Abdurrahmân hazretlerini gördüm. Bana; “O vakit geldi!” buyurdu.
Bunun üzerine derhal hazırlanıp Siirt’e gittim. Seyyid Tâhir hazretlerini
ziyâret edip, kendileri ile birlikte hacca gitmek istediğimi söyledim. Bana
hemen pasaportu hazırlamamı söyledi ve; “İnşâallahü teâlâ bizimle geleceksin.”
dedi. Hazırlığımı tamamladım ve Seyyid Tâhir hazretleriyle birlikte hacca
gittim.”
Bir
talebesi de şöyle anlatmıştır: "Bir defâsında namaz kılmak için kalkmıştık.
Namaza duracağımız sırada; “Herkes hocamın kerâmet sâhibi olduğunu söylüyor.
Keşke ben de bir kerâmetini görseydim.” diye kalbimden geçirdim. Tam bu sırada
bana dönüp; “Oğlum neden rahat durmuyorsun?” buyurdu. Böylece kalbimden geçeni
okuyup kerâmetini gösterdi.”
Resûlullah’ın ahlâkı ile ahlâklanmıştı. İnsanlara iyi muâmele ederdi. Son derece
mütevâzi idi. Evine gelen misâfirlerin ve talebelerinin hizmetini kendisi görür,
devamlı tebessüm ederdi. Ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirdi.
|