ŞERÎFZÂDE MEHMED EFENDİ
On
yedinci asır müderrislerinden ve velî. 1553 (H.960) yılında Eğridir'de doğdu.
1630 (H.1040) da vefât etti.
Babası
Kâdı Şerîfî Efendi, dedesi ise büyük âlim Şeyh Burhâneddîn Efendidir. Soyu ve
nesebi Resûlullah efendimizin torunlarından hazret-i Hasan'a ulaşır. Küçük
yaştan îtibâren ilimde yüksek olan dede ve babasından dersler aldı. Okul çağına
geldiğinde mürşit ve hocasından feyz alacak, okuduğunu anlayacak duruma ulaştı.
Sonra Şeyhülislâm Zekeriyyâ Efendinin derslerine katıldı. Zâhir ve bâtın
ilimlerinde ilerledi. Ondan icâzet, diploma aldıktan sonra 1582 yılında günlük
yirmi beş akçe ile Edirne Medresesi müderrisi oldu. 1599'da Gazanferağa
Medresesi müderrisliğine getirildi. Sonra sırasıyla Üsküdar, Vâlide Sultan,
Halep, Galata, Şam, Mekke-i mükerreme, Mısır-Kâhire ve Bursa medreselerinde
müderrislik yaptı. Sultan Dördüncü Murâd Hanın tahta çıktığı sene (1623) Anadolu
kâdıaskeri oldu. Kendisini çok seven ve takdir eden Dördüncü Murâd Han ertesi
yıl onu, Osmanlı devlet teşkilâtında seyyidlerin ve şerîflerin doğum ve vefât
kayıtlarını tutan ve işleri ile ilgilenen Nakîbü'l-eşrâflık müessesesinin başına
getirdi. 1625 yılında ise askerî en büyük kâdılık makâmı olan Rumeli
Kâdıaskerliğine getirildi. Fakat çok geçmeden bu görevinden ayrılarak
tekrar Nakîbü'l-eşrâf oldu. 1629'da bu büyük mevkiini de asrın en kıymetli
kâdılarından amcazâdesi Şeyh Efendiye bırakarak, kendini tamâmen ibâdet ve zikre
verdi. 1630 (H.1040) senesinde de rahmet-i rahmâna kavuştu. Kabri İstanbul'da
Eyüp Sultan Türbesi civârındadır.
Şerîfzâde Mehmed Efendinin Menâkıb-ı Evliyâ, Menâkıb-ı Âl-i Ârifîn
ve Merâtıb-ı Kâşifîn isimlerinde birincisi Türkçe diğer ikisi Farsça
olmak üzere üç eseri vardır. Bu eserler Osmanlı devri Mâliye Nâzırlarından
Eğridirli Nâfız Paşa ve Hacı Mahmûd Efendi tarafından çoğaltılarak, İstanbul Süleymâniye Kütüphânesine
vakfedilmiştir.
Şerîfzâde hazretleri Menâkıb-ı Evliyâ isimli eserinde, Allah
dostları olan velîler hakkında şöyle demektedir:
"İleriyi gören, hakkı bâtıldan ayıran akıl sâhipleri ister sultan, ister hâkan,
ister derviş, ister vezir, ister zengin isterse fakir olsun, kerâmetleri
anlatılan evliyâ hakkında temiz niyet ve doğru îtikâd sâhibi olmalı. Onların
kerâmet ve evliyâlığına inanmalı, rûhâniyetlerinden yardım istemelidir.
Haklarında gösterilen bu hüsn-i niyet sebebiyle himmetlerine ve sıkıntı ânında
imdâdlarına kavuşulur, dünyevî ve uhrevî murâdlarına nâil olunur.
Evliyâ-yı kirâmın menkıbeleri anlatıldığı ve isimlerinin anıldığı yerde,
mecliste onların rûhâniyetlerinin hazır olduğunda şüphe yoktur. Hattâ âlimler,
büyük velîlerle Silsile-i aliyyenin isimlerinin anıldığı mecliste yapılan duâ
makbul olur, demişlerdir. Esas hikmet, onlar hakkında iyi îtikâd sâhibi
olmaktır. Yeter ki onlara inanılsın.
Zamânımızdaki kutupların, velîlerin de hazır bulunduğu gazâlara, vefât etmiş
bulunan ricâl-i gayb, evliyâullah da katılarak yardımcı olur. Bu îtibarla devlet
adamları, pâdişâhlar bu nîmetin kadrini bilip adâlete meylederek, zulüm ve
haksızlıkların def'ine ve zâlimlerin kökünü kazımaya gayret sarfetmelidir. Aksi
halde zaman zaman devlet ileri gelenlerinin fukarâ ve zayıflara ettikleri pekçok
zulüm ve haksızlık, ayrıca bizim kötü işlerimiz ve günahlarımız sebebiyle, zafer
ve nusret diğer tarafa döner. Her ne kadar evliyâullahın İslâm askerini kırması
söz konusu olmasa da, Allahü teâlânın irâdesi diğer tarafın kazanması yönünde
olunca, ricâl-i gayb bunlara yardım etmediği gibi, bâzan; "Ey kâfirler! Şu
fâcirleri, âsileri, günahkârları öldürün." diye hitâb etmişlerdir. Pekçok zulüm
ve isyanları sebebiyle ehl-i İslâma olan gadab-ı ilâhîyi bildirmek için
kâfirlere böyle hitâb edip müslümanlardan nice kimseye de işittirmişlerdir. Tâ
ki bâzı gâfiller bu sırra şâhid olup uyansınlar, ibret alsınlar. Mûteber
tasavvuf kitaplarında bu mânâda pekçok söz ve menkıbe vardır. Nitekim hazret-i
Ömer efendimizle ilgili bir menkıbe şu şekildedir:
Hazret-i Ömer zamânında Şam şehri civârında bir kal'a muhâsara edildi. Öğleye
kadar kal'a fethedilemedi. Hazret-i Ömer gadaba geldi. İslâm askerlerini
huzûruna çağırdı. "Kal'a henüz fethedilemedi. Kâfirler, İslâm askeri karşısında
bu kadar dayanamazdı. Aranızda birisi bir hatâ yapmış olmasın." buyurdu.
Askerler hayret edip, tövbe ve istiğfâr etmeye başladılar. O sırada bir kişi
ağlayarak hazret-i Ömer'in huzûruna geldi. "Yâ Emîrü'l-müminîn! Bu gece
teheccüde kalktığım zaman karanlık olduğu için misvâkımı arayıp bulamadım.
Misvaksız namaz kıldım. Sizin aradığınız hatâ budur." dedi. Hazret-i Ömer;
"Tövbe ve istiğfâr etmeye devâm et!" buyurdu. Bir saat sonra kal'a fetholundu.
Bu
sebeple pâdişâh efendimiz hazretleri de (Üçüncü Mehmed Han) Allahü teâlâya iyi
tevekkül edip, zulmü def ve adâleti yaymaya çok gayret etmelidir. Gerek
kendileri, gerekse vezirler ve vekilleri tarafından Allah adamlarından birini
üzmeyeler. Yoksa müşkil bir iş tam olmaya yüz tutmuş iken tehire ve gecikmeye
sebeb olur."
KAYNAKLAR
1)
Eğridir Felekâbâd Târihi; s.90-91
2)
Mecmaü't-Terâcim; s.98
3)
Sicilli Osmânî; c.3, s.141
4)
Târih-Coğrafya Yazmaları Kataloğu; s.507
|