|
ŞEREFÜDDÎN AHMED BİN YAHYÂ
MÜNÎRÎ
Hindistan'da yaşayan evliyânın büyüklerinden. Mahdûm-ül-Mülk Bihârî diye
tanınır. Lakabı, Şerefüddîn olup, nesebi, Peygamber efendimizin amcalarından
Zübeyr bin Abdülmuttalib'e dayanır. Dedesi, evliyâdan bir kimse olup, Halîl
kasabasından, Bihar'daki Münîr kasabasına göç etti. Anne tarafından dedesi,
Sühreverdiyye yolunun rehberlerinden idi. Bu dedesi, Kaşgarlı olup, sonradan
Patna'ya bağlı Jathli köyüne geldi. Hazret-i Hüseyin'in soyundan olduğu için,
seyyid idi.
Şerefüddîn Ahmed'in; Halîlüddîn, Celîlüddîn veHabîbüddîn isimlerinde üç kardeşi
vardı. Şerefüddîn Ahmed, 1263 (H.661) senesinde Münîr'de doğdu. Hindistan'da
Bihar şehrinde yaşadı.1380 (H.782)de vefât etti. Kabri de oradadır.
Şerefüddîn Ahmed, ilk tahsîlini kendi kasabasında yaptı.Büyük âlim Mevlânâ
Şerefüddîn Ebû Tavâma'nın talebesi oldu. Onunla Sonârgaon'a gittiler. Orada
derslerine o kadar çok çalışırdı ki, bir dakikasını boşa geçirmezdi. Diğer
talebeler yemek yemek için bir müddet istirahata çekildikleri hâlde, o
hocasından izin alarak yiyeceğini kendi odasında yeyip, zaman isrâfı yapmazdı.
Derslerine kendini o kadar çok vermişti ki, memleketinden gelen mektupları
cevaplayacak zaman bulamazdı. Hattâ mektupları, belki üzüntüye ve derslerinden
ilgisini dağıtmaya sebeb olur düşüncesiyle okumazdı. Kısa zamanda, zâhir ve
bâtın ilimlerinde kemâle geldi. Hocasının kızıyla evlenerek, Zekiyyüddîn isminde
bir oğlu oldu. Babası Yahyâ Münîrî hazretlerinin vefâtı üzerine Münîr'e döndü.
Çocuklarını annesinin yanına bırakarak, Dehlî'deki büyük velî Nizâmüddîn Evliyâ
ile görüşmek üzere yola çıktı. Daha şehre girmeden Nizâmüddîn Evliyâ
hazretlerinin vefât ettiğini öğrendi. Necîbeddîn Firdevsî orada idi. Necîbeddîn
Firdevsî'nin huzûruna erişince; "Ey Şerefüddîn Ahmed! Senelerdir oturup seni
beklerim. Sana teslim edilecek bir emânetim var." sözleriyle karşılandı.
Firdevsî hazretleri, Şerefüddîn Ahmed'i talebeliğe kabûl buyurdu. Şerefüddîn
Ahmed Münîrî, ona hizmet etti ve kendisi için saklanan nîmetlere kavuştu. Büyük
velîlerden oldu. İnsanların doğru yola gelmeleri, Ehl-i sünnet îtikâdı üzere
yaşamaları için yarım asırdan fazla uğraştı.
Ahmed
Münîrî'nin sohbetlerine, her sınıftan ve îtikâddan insanlar katılırdı. Onların
sordukları en karmaşık suâllere, tatmin edici cevaplar verirdi. Sohbetlerinde,
tasavvufun inceliklerini, insanlara faydalı olmayı, sünnet-i seniyyenin
ihyâsını, bid'atlerden sakınmayı anlatırdı. Yüz binden ziyâde insan, talebesi
olmakla şereflendi. Bunlardan üç yüzden fazlası, büyük âlimler derecesine
yükseldi. Pekçok hindûnun müslüman olmasına sebeb oldu. Zamânındaki sultanlara,
devletin ileri gelen kimselerine, halk arasında söz sâhibi olanlara ve
talebelerine mektuplar yazarak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirirdi.
Bu mektuplar, sonradan toplanarak kitap hâline getirildi.
Ahmed
Münîrî, Peygamber efendimizin sünnetlerine o kadar sarılırdı ki, âlimler onun
hakkında; "Şerefüddîn'in ahlâkı, Resûl aleyhisselâmın
bir kopyasıdır." derlerdi. Herkese karşı güler yüzlüydü. Başkalarının haklarına
çok saygı gösterir, kalbi kırık garîblerin yardımına koşardı.Ahlâk bakımından
Peygamber efendimize çok benzerdi. Nitekim Mektûbât'ının 50. mektubunda;
"Bu da göstermektedir ki, kibir, gurûr ve bilgisizlik sebebiyle, Peygamber
efendimizin yolunu tâkib etmeyen câhil
insanlar, onun mübârek nûrlarının pırıltılarını bulamazlar. Bunların, bir rehber
yol gösterici olmadan mânevî makamların yüksek derecelerine gidecek doğru
(hakîkî) yolu bulmaları imkânsızdır. Bunun içindir ki; "Kör, elinde değnek
olmadan aslâ yolunu bulamaz" demişlerdir. Ey genç, yolun uzundur ve tehlikelerle
doludur, o yüzden bir yol gösterene sarıl!" buyurmaktadır.
Şerefüddîn Ahmed Münîrî, Peygamber efendimize uymakta çok titiz olması
sebebiyle, dindeki her bid'atten sakınırdı. Bu mevzûda o kadar dikkatliydi ki,
bir defâsında talebelerine; "Peygamberimizin herhangi bir hareketini bid'atlerle
karışmış görürseniz, o sünneti terketmeniz daha iyidir." buyurdu.
Ahmed
Münîrî, sünnet-i şerîfe uymanın bereketiyle, Allahü teâlânın kendisini
affedeceğini ümîd ederdi.
Vefât
ettiği gün, yüz yirmi bir yaşında idi. Vefâtından bir gün önce çok hasta
olmasına rağmen, son defâ abdest almak istedi. İkindi vakti yaklaşıyordu.
Hırkasını çıkardı, su istedi, yenlerini kıvırdı, dişini temizledi.Besmele
okuyarak abdest almaya başladı. Her uzvunu yıkamaya başlarken, başka duâlar
okudu. Kollarını yıkarken, Şeyh Halîl yüzünü yıkamayı unuttuğunu hatırlattı.
Tekrar tâze abdest almaya başladı. KâdıZâhid, sağ ayağını yıkamaya yardım etmek
istediyse de, ona mâni oldu. Abdesti tamamladıktan sonra, bir tarak ve seccade
istedi. Sakalını taradıktan sonra, iki rekat namaz kıldı. Biraz dinlendi ve
sonra ikindi namazını kıldı. 1380 (H.782) senesi Şevvâl ayının beşinde de,
evdeki çocuklarıyla ve talebeleriyle helâllaştı. Onlarla vedâlaştı. Ertesi gün
yatsı vaktinde, salevât-ı şerîfe getirerek duâ etmeye başladı. Duâ esnâsında
mübârek rûhunu teslim etti. Cenâze namazı, Şeyh Eşref Cihangir Semnânî
tarafından kıldırıldı.
Şerefüddîn Ahmed Münîrî'nin eserlerinin listesi çok kabarık olmakla berâber, ne
yazık ki, bunlardan pek azı bu güne kadar gelebilmiştir. Saklanabilen kitapları
şunlardır: Râhat-ül-Kulûb, Ecveb, Fevâid-i Rüknî, İrşâd-üt-Tâlibîn,
İrşâd-üs-Sâlikîn, Risâlet-ül-Mekkiyye, Ma'den-ül-Meânî, İhvân Pür Ni'met, Tuhfet-i
Gaybî.
Şerefüddîn Ahmed hazretlerinin İrşâd-üs-Sâlikîn, Ma'den-ül-Me'ânî ve
Mektûbât kitapları çok kıymetlidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin
büyüklerinden Gulâm-ı Ali Abdullah-i Dehlevî, doksan dokuzuncu mektubunda, Ahmed
bin Yahyâ Münîrî'nin Mektûbât'ını okumayı tavsiye etmekte, nefsin temizlenmesinde çok tesiri olduğunu
bildirmektedir.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
SAÂDET VE
ŞEKÂVET
Şerefüddîn Ahmed bin Yahyâ Münîrî hazretleri yetmiş altıncı mektubunda buyuruyor
ki: "Saâdet" Cennetlik olmak demektir. "Şekâvet", Cehennemlik olmak demektir.
Saâdet ve şekâvet, Allahü teâlânın iki hazînesi gibidir. Birinci hazînenin
anahtarı, tâat ve ibâdettir. İkinci hazînenin anahtarı, ma'siyyet yâni
günahlardır.
Allahü
teâlâ, her insanın saîd veya şakî olduğunu ezelde takdîr etmiştir. (Buna alın
yazısı denir.) Ezelde saîd denilen kimsenin eline dünyâda saâdetin anahtarı
verilir. Bu insan, Allahü teâlâya itâat eder. Ezelde şakî olanın eline de,
dünyâda şekâvetin anahtarı verilir. Bu kimse, hep günah işler. Dünyâda herkes,
eline verilmiş olan anahtara bakıp, saîd veya şakî olduğunu anlayabilir. Âhireti
düşünen din âlimleri, herkesin saîd veya şakî olduğunu böylece anlar. Dünyâya
dalmış din adamı ise, bunu bilmez. Her izzet ve her nîmet, Allahü teâlâya itâat
ve ibâdet etmekle ele geçer. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hâsıl
olur. Herkese derd ve belâ, günah yolundan gelir. Rahat ve huzûr da, itâat
yolundan gelmektedir. (Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse değiştiremez.
Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi saâdet zan etmemeli. Nefse güç ve acı gelenleri
de şekâvet ve felâket sanmamalıdır.) Kudüs'deMescid-i Aksâ'da senelerce tesbih
ve ibâdet ile ömrünü geçiren kimse, bir secdeyi terk etdiği için öyle yuvarlandı
ki, bir daha kalkamadı. Eshâb-ı Kehf'in köpeği ise, pis olduğu hâlde,
sıddîkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi.
Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, ilim adamları bu
bilmeceyi çözememiştir. İnsanın aklı, bunun hikmetini anlıyamadı. Âdem
aleyhisselâma buğdaydan yeme dedi ve yemesini diledi. Şeytanın Âdem
aleyhisselâma secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. Beni arayınız
buyurdu. Fakat kavuşmağı dilemedi. İlâhî yolun yolcuları, "Hiç anlayamadık"
demekten başka bir şey söyleyemediler. Bizlere ne demek düşer. O'nun, insanların
îmân etmelerine, ibâdet yapmalarına ihtiyâcı yoktur. Kâfir olmalarının ve günah
işlemelerinin O'na hiç zararı olmaz. Mahlûklarına O'nun hiç ihtiyâcı yoktur.
İlmi, zulmetin temizlenmesine, cehli de günah işlemesine sebep yaptı. İlimden
îmân ve tâat doğmakta, cehâletten de küfr ve günah hâsıl olmaktadır. Tâat, çok
küçük olsa da, kaçırılmamalı. Günah pek küçük görünse de yaklaşmamalıdır. İslâm
âlimleri dedi ki; üç şey, üç şeye sebeptir: Tâat, Allahü teâlânın rızâsını
kazanmağa sebeptir. Günah işlemek, Allahü teâlânın gadabına sebeptir. Îmân
etmek, şeref ve değer sâhibi olmağa sebeptir. Bunun için, küçük günah işlemekten
de çok sakınmalıdır. Allahü teâlânın gadabı, bu günahta olabilir. Her mümini
kendinden iyi bilmelidir. Allahü teâlânın çok sevdiği kulu olabilir. Herkes için
ezelde yapılmış olan takdîr hiç değiştirilemez. Hep günah işleyip, hiç tâat
yapmamış olanı, dilerse affeder. Melekler; "Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkaracak
ve kan dökecek insanları niçin yaratıyorsun?" dediklerinde, "Onlar fesâd
çıkarmazlar." demedi. "Sizin bilmediklerinizi ben bilirim." buyurdu. "Lâyık
olmayanları lâyık yaparım. Uzak kalanları yaklaştırırım. Zelîl olanları azîz
ederim." buyurdu. "Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalblerine bakarım. Siz,
günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar benim rahmetime sığınırlar. Sizin
günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, onların günahlarını affetmeği de severim.
Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. Onları, ezelî olan lütfuma kavuşturur,
ebedî olan lütfum ile hepsini okşarım" buyurdu.
KAYNAKLAR
1)
Ahbâr-ül-Ahyâr; s.123
2)
Herkese Lâzım Olan Îmân; (6. Baskı) s.63
3)
Menâkıb-ül-Esfiyâ; s.141
4)
Nüzhet-ül-Havâtır; c.2, s.9
5)
Sîret-üş-Şeref; s.46
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.56
|
|