|
ŞEMSEDDÎN ÎCÎ
Şâfiî
mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed
el-Îcî el-Acemî es-Sâlihî olup, künyesi Ebü'n-Nu'mân, lakabı Şemsüddîn'dir. Acem
beldelerinden Îc'de doğup yetişti. Doğum târihi bilinmemektedir. 1577 (H.985)
senesi, Cemâzil-evvel ayının onunda,Cumâ günü Cumâ namazından sonra, Şam'da
Sâlihiyye'de vefât etti. Sifh-i Kasyûn denilen yerde defnedildi.
Ebü'n-Nu'mân el-Îcî, zamânındaki büyük âlimlerin sohbetlerinde bulunarak
yetişti. Uzun zaman Muhammed bin Irak ile berâber bulundu. Kerâmet sâhibi büyük
velîlerdendir.
Menkıbe
ve kerâmetleri çoktur. Safd beldesinin ileri gelenlerinden tüccar bir zât şöyle
anlatır: "Ticâret için Şam'a gidip gelirdim. Bir defâsında gittiğimde, elli
dinâr kazandım. Kazandığım paraları cebime koyup, akşama doğru evime gitmek
üzere yola çıktım. Biraz gidip ıssız bir yere gelince, karşıma bir adam çıktı.
Daha önceden tanışıyormuşuz gibi bana selâm verdi. Babamı ve kabîlemi de
biliyordu. Beni tanıdığını, babamla çok yakın dost olduklarını ve bu gece beni
misâfir etmek istediğini söylüyor, kat'iyyen bırakmak istemiyordu.Ben çok hayret
ettim. İster istemez kabûl ettim. O kimsenin evine gitmek üzere beraberce
yolumuzu değiştirdik. Başka bir yolda ilerlemeye başladık. Issız yerlerden
geçiyorduk. Ferâdis denilen kabristana vardığımızda o kimseden şüphelenmeye
başladım. Sağa-sola baktım, hiçkimse görünmüyordu ve güneş de çoktan batmıştı.
Şüphelendiğimi ve endişelendiğimi anlamış olacak ki, kendisinden çekinmememi
ısrarla söyleyip tekrar etti.Evinin nerede olduğunu sordum. Yakında olduğunu
söyledi. Kabristanı ve kabristandan sonra gelen değirmenleri de geçtik. Şimdi
bahçelerin içindeydik. Kaçmak mümkün değildi. Çünkü kaçsam nasıl gidecektim?
Yolları tanımam lâzımdı. Etrâfı bilmiyordum. Nihâyet kuytu bir yere vardık.
Orada bâzı kimseler vardı. Bana alâka ve yakınlık gösteriyorlar ise de, bunların
hırsızlar olduğunu anladım. Bana yer gösterdiler. Beni getiren, orada
bulunanlarla benim anlamadığım bir lisanla konuştu. Artık, paramı almak için
öldürmeye kararlı olduklarını anladım. Serbest bırakmaları için kendilerine
yalvarmaya başladım. Bana; "Korkma! Bu gece yiyip-içmek, rahat etmek üzere
aramızda bulunuyorsun." dediler.
Biraz
sonra beni başka bir yere götürdüler. Çok kötü bir duruma düşmüştüm. Korku ve
endişe ile gidiyorken, hayret edilecek birşey oldu. Bir grup kimse ile
karşılaştık. Karşılaştığımız kimseler arasında bir yaşlı kimse ata binmişti. O
yaşlı kimse, gâyet vakûr ve heybetliydi. O ihtiyar, yanlarında bulunduğum
kimseleri tanıyordu ve onlara isimleri ile hitâb ederek; "Ey cürüm (suç)
işleyiciler! Bu yanınızdaki kimdir?" dedi. Onlar da; "Bizimle berâber bulunan
bir misâfirimizdir" dediler. Bunun üzerine o heybetli zât; "Biz onu misâfir
etmeye sizden daha lâyıkız. Onun bizimle bulunması daha münâsiptir." dedi ve
onları azarladı. Onlar hiçbir şey diyemeden ayrılıp gittiler. Beni onlardan
kurtardığı için, o zâta çok teşekkür ettim. Şimdi rahatlamıştım. Sonra biz, o
heybetli zât ve yanında bulunanlar ile birlikte yürüdük. O zât beni teselli
ediyor ve; "Nasıl oldu da onların eline düştün! Onlar, eşkıyâ ve hırsız
insanlardır. Onların düşünceleri seni misâfir etmek değil, olsa olsa senin
paranı almak ve seni öldürmektir" dedi. Ben de başımdan geçenleri anlattım.
Berâberce bir müddet yürüdükten sonra, bir pınara vardık. Orada başka zâtlar da
vardı. Kalkıp bizi karşıladılar. O büyük zât ile müsâfeha edip elini öptüler. O
zât, onların aralarına oturdu. Sabaha kadarAllahü teâlâyı zikretmekle, O'nun
emir ve yasaklarından anlatmakla meşgûl oldular. Orada bulunanların hepsi, o
büyük zâtı pürdikkat dinliyorlardı. Sabah olunca kalkıp abdestlerini
tâzelediler. O zât imâm olup sabah namazını kıldırdı. Namazdan sonra
birbirleriyle vedâlaşıp ayrıldılar. Biz yine o zât ile birlikte epey yol
gittikten sonra, o zât bana vedâ edip ayrılırken; "Ey oğul! Bundan sonra öyle
kimseleri dost sanıp, peşlerine düşme. Çok dikkatli davran. Allahü teâlâya
emânet ol" dedi. Onlardan bir kimse bana arkadaşlık etti. Ona bu zâtı, nerelere
gittiğimizi, şimdi nerede olduğumuzu suâl ettim. O da şöyle cevap verdi: "O zât,
Şeyh Muhammed el-Îcî'dir. Gittiğimiz yer Lübnan Dağının yakınında bir yerdir.
Şimdi bulunduğumuz yer de, Şam yakınlarında bulunan Sâlihiyye'dir. Seni
kaçıranlar hırsızlardır. Üstâdımız olan Muhammed el-Îcî onları bir bir tanır.
Onlar da hocamızdan çok korkarlar. Allahü teâlâ onun bereketi ve vesîlesi ile
seni hırsızların, eşkıyânın elinden kurtardı." Böylece ben de, Şemseddîn
Ebü'n-Nu'mân Muhammed Îcî hazretlerini tanımış ve bir kerâmetine de şâhid olmuş
oldum."
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.185
2)
Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.408
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.242
|
|