|
SEYYİD EMÎR HAMZA
Evliyânın büyüklerinden. Peygamberimizin soyundan olup, seyyiddir. Silsile-i
aliyye denilen evliyânın meşhûrlarından Seyyid Emîr Külâl hazretlerinin ikinci
oğludur. Doğum târihi bilinmemekte olup, 1475 (H.880) senesinde vefât etti.
Babası ona, kendi babasının ismi olan "Hamza" ismini koydu. Ona "Baba" diye
hitâb ederdi.
Seyyid
Emîr Hamza, küçük yaşta babasının sohbetlerinde bulundu. Sonra babası onu,
yetişmesi için, talebelerinin meşhûrlarından olan Mevlânâ Ârif Dikgerânî'ye
havâle eyledi. O da onu yıllarca çalıştırarak, ilimde ve tasavvuf hâllerinde
zamânın bir tânesi olacak şekilde yetiştirdi. Babasının vefâtından sonra, onun
yerine geçip, yıllarca insanlara doğru yolu gösterdi. Ehl-i sünnet îtikâdını
anlattı. Talebeleri, onun derslerine akın akın koşarlardı. Binlerce talebe,
teveccühleri ile yetişti. En meşhûr talebeleri şunlardır: Mevlânâ Hüsâmeddîn
Buhârî, Mevlânâ Kemâl Meydânî, Emîr Büzürk, Emîr Hard, Bâbâ Şeyh, Mübârek
Buhârî, Şeyh Ömer Buhârî, Şeyh Ahmed Harezmî, Mevlânâ Atâullah Semerkandî,
HâceMahmûd Hamevî, Mevlânâ Hamîdüddîn Kermînî, Mevlânâ Nûreddîn Kermînî, Şeyh
Hasan Nesefî, Şeyh Tâceddîn Nesefî, Şeyh AliNesefî.
Hocam Mevlânâ Ârif bize
derdi ki: "Yükünüzü çekecek bir dost isterseniz, bu çok az
bulunur. Eğer yükünü çekeceğiniz birini ararsanız, bütün dünyâ size dosttur."
Seyyid
Emir Hamza'nın talebelerine vasiyeti şöyledir: "Ey talebelerim! Bizim
bulunduğumuz bu yol, sıdk ve doğruluk üzerine kurulmuştur. Muhterem babam Seyyid
Emîr Külâl buyurdu ki: "İnsanların Hakk'a kavuşmaktan mahrum kalmalarının
sebebi, İslâmiyete tam uymadıklarındandır." Önce îtikâdı düzeltmek lâzımdır.
Şekten, şüpheden, bid'at ve dalâletten ve gayr-i meşrû olan her şeyden kalbi
temizlemelidir. Bir kimsenin, anlamadan, mezheblerin ihtilâflarından ve
ittifaklarından konuşması çirkin bir iştir. Bir kimse bu hususta bilmeden
konuşursa, câhilliğinin alâmetidir. Çünkü tasavvuf ehlinin yolu, yolların en
aydınlığıdır. Hepsinden daha yakındır ve en nûrlu olanıdır. Yolların en doğrusu
ve en iyisidir. Necmeddîn Ömer Nesefî buyurdu ki: "Tasavvuf; kalbden, Allahü
teâlânın sevgisinden başka her şeyi çıkarmaktır. Bedeni de, Allahü teâlânın
emirlerine ve Resûlullah efendimizin sünnetine uymakla süslemelidir. Allahü
teâlânın râzı olduğu şeyleri yapmalı ve Resûlullah efendimizin sünneti üzere
hareket etmelidir. Zamânımızdaki dalâlet fırkaları, tasavvufu yanlış anlayıp,
yanlış yorumlayarak başka yollara sapmışlardır.
Tasavvuf ehli olanlar, Resûlullah efendimizin sünnetine uyarlar. Yâni İslâmiyete
uyarlar. Haram işlerden ve haram yemekten sakınırlar. İnsanların yükünü çekip,
kimseye yük olmazlar. Şöhretten sakınırlar. Müslümanlara acıyarak, onlara
yumuşak davranırlar. Dâimâ Allahü teâlâdan korkarlar ve günahlarının affedilmesi
için yalvarırlar. Gıybet etmezler. Dünyâya, dünyânın rahatlığına ve zînetine
güvenmezler. Sâlihlerin ve Eshâb-ı kirâmın yolunda ve onların ahlâkı üzere
olurlar. Büyükleri inkâr etmezler ve bid'at ehline uymazlar. Bunlar Ehl-i
sünnettir. Hak üzere olan cemâattir. Sakın onların sevgisini kalbinizden
çıkarmayınız. Çünkü onların sevgisi,Allahü teâlânın ve Resûlünün râzı olmasına
sebeb olur. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin Hucurât sûresi üçüncü âyet-i
kerîmesinde meâlen; "Allah onların kalblerini takvâ için imtihân etmiştir.
Onlara bir magfiret ve büyük bir mükâfat vardır." buyurdu. Bu tâifenin
hâlini öğrenmiş oldunuz. O hâlde onlara tâbi olunuz ve onlarla sohbet ediniz.
Bid'at ve dalâlet ehli olan fırkalardan ve onlarla sohbet etmekten sakınınız da,
âhirette zarar etmeyesiniz. Bid'at sâhibi olanları aşağılamak husûsunda çok
çalışmalı ki, Resûlullah efendimizin müjdesine kavuşulsun. Resûlullah efendimiz
buyurdu ki: "Bid'at sâhibini aşağılayanı, Allahü teâlâ büyük korkudan emin
eder."
Ey
talebelerim! Dâimâ namaz vakti ne zaman girecek de namaz kılacağım diye
bekleyin. Abdesti, namaz vakti girmeden alınız. Namazı huşû ve hudû ile kılınız
ve Allahü teâlâdan korkunuz. Namaz vaktinde hiçbir şeyle meşgûl olmayınız.
Nitekim Resûl-i ekrem; "Vakit geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele
edin." buyurdu. Dâimâ tövbe ediniz. Resûlullah efendimiz; "Günâhına tövbe
eden, günâhı olmayan gibidir." buyurdu. Gaflet uykusundan kendinizi uzak tutunuz ki,
uyanık olasınız. Mümkün mertebe lüzumsuz konuşmayın. Sakın boş söz söylemeyin.
Dâimâ namaz ve oruçla süslenin.
Elinizden geldiği kadar hiçbir mahlûka hakâret gözü ile bakmayınız. Çünkü o,
Alahü teâlânın katında sizden daha makbûl olabilir. Birbirinizi çok seviniz.
Sevdiğiniz kimse, Allahü teâlânın dostlarından biri olabilir. Buna çok dikkat ve
gayret ediniz. kimseye dünyâlık için tâzim etmeyiniz ki, dîniniz dünyâ uğruna
gitmesin. Zîrâ, dünyânın Allahü teâlâ katında hiç değeri yoktur. Dünyâyı sevmek
aşağılıktır ve her şeyden aşağıdır. Dîninizi dünyâya fedâ etmeyiniz. Dînini
başkalarının dünyâsı için satan ve bu yüzden Allahü teâlânın rahmetinden mahrum
kalan kimseden daha câhili yoktur. Böyle kimse, hem dünyâda, hem de âhirette
zavallıdır. Allahü teâlânın râzı olmasını düşünmeyip de insanların rızâsını
düşünen, onların râzı olmasını arayan kimse, Allahü teâlânın gadabını istemiş
olur. Allahü teâlâ, insanları da ona karşı gadablandırır. Allahü teâlânın
kendisinden râzı olmasını isteyip, insanların râzı olmasına bakmayan kimseden
Allahü teâlâ râzı olur. İnsanları da ondan râzı ve hoşnûd kılar.
Birisi
size husûmet, düşmanlık ederse, onunla meşgûl olmayınız. Çünkü husûmetin sonu
gelmez. Allah korusun, bu uğurda dîniniz elden çıkabilir! İnsanların sevgisine
de aldanmayınız! Zîrâ bu sevgileri devamlı değildir. İnsanların elinde olana
tamâ etmeyiniz. Allahü teâlânın size verdiğine kanâat ediniz. Çünkü tamâ eden,
dâimâ sıkıntı ve üzüntü içinde olur. Kanâat eden de, her zaman neşeli ve
rahattır. Beyt:
"Beni
kanâatle eyledi dâim azîz,
Husûmet
ve temâdan eteğim oldu temiz"
Namazı
öyle kılınız ki, yalnız ve kalabalıkta iken namazdaki hâliniz değişmesin.
İnsanların yanında iken çok yavaş kılmayın ki, bu, kendini insanlar nzarında iyi
göstermek olur. Beyt:
"Gizli
şirk var riyâ ile tâatte,
Ya Hak
için ol, ya ukbâ iste."
İnsanlardan ve makamlarından yardım beklemekten ümîdi kesip, Allahü teâlâya
bağlanmalıdır. Başkalarından yardım bekleyen kimse, insanlar yanında hor
görülür. İnsanlarla tamâ etmeyi bırakan kimse, dünyâda da, âhirette de azîz ve
mükerrem olur. Yardımı Allahü teâlâdan isteyin. Birinin size karşı kusûru
olursa, şikâyet etmeyin. Kabahati kendinizde arayın. Dâimâ özür dileyici olun.
Kimsenin ayıbını aramayın. Nasîhat kabûl eder görünen münâfıklara nasîhat
etmeyin. Onu ayıblarsanız, duymasın. Size düşman olur. Bir kimse yanlış
konuşmuşsa, insanlar arasında yanlışını ona söylemeyin. Yalnız olduğu zaman ve
nasîhat kabûl edici olduğunu bilirseniz, o zaman söyleyin. Ama günâhla ilgili
ise, lütf ile, yumuşaklıkla söyleyin.
İnsanlardan bir sıkıntı gelirse, affedin. Karşılığında iyilik yapmaya bakın.
Biri size tâzim etmezse, sakın ondan dolayı hatırınız kırılmasın. Filân kimse
bana saygı göstermedi gibi sözlerden çok sakınınız. Bir kimse size tâzim eder ve
sizden iyi olarak bahsederse, ona sevinmeyin. Bu söz üzerinde durmayın ve;
"Benim iyi kalbim vardır" deyip kendinizi aldatmayın. İnsanların medhini ve
zemmini (övüp kötülemesini) aynı tutarsanız, felâket uçurumuna düşmezsiniz. Size
bir acı haber gelir veya hasta olursanız, Allahü teâlâdan râzı olmaya dikkat
edin ve Allah'a hamd edin. Ne kadar hasta olsanız, ayağa kalkamayacak hâlde
bulunsanız da, namazı kazâya bırakmayınız. Îmâ ile kılınız. Eğer Allah korusun,
kazâya kalırsa, en kısa zamanda kazâ ediniz. Hastalığınızı, günahlarınıza
keffâret biliniz. Zîrâ kula gelen belâlar, onlara sabır ve tövbe ile kalkar.
Önünüze
bakın. Her tarafa, öteye beriye bakmayın. Her gördüğünüzle değil, îcâbedenlerle
konuşun. Konuşmak îcâbederse, yavaş konuşun. Birisi sizinle konuşursa, onu iyi
dinleyin. Güldürücü sözler konuşmayın. Mecbur olmadıkça insanlardan bir şey
istemeyin. İsterseniz, az isteyin. Hiç kimseye zulüm ve günahta yol göstermeyin.
Evinizde iyi ahlâklı olun. Ağır söz söylerlerse, siz dilinizi koruyun. Düşünerek
söz söyleyin. Hürmet ehli, kendisine hürmet gösterilenler sizi yanına çağırırsa,
onunla mağrûr olmayın. Dünyâ ve dünyâyı sevenlerden kaçın. Elden geldiği kadar
ilmiyle amel eden âlimelrin sohbetinde bulunun. İlim öğrenmekten bir adım geri
ve uzak durmayın. Zîrâ ilimsiz amel, şeytanın oyuncağı olur. İlminiz azsa,
onunla amel edin, çoğalır.
Her
işte esas, ilim ve takvâdır. Îmândan güzel hiçbir nîmet yoktur. Allah'a
ibâdetten daha iyi amel, iş yoktur. Ölümden iyi ibret yoktur.
Kendini; ucbdan (kendini begenmekten), riyâdan (gösterişten), tekebbürden
(böbürlenmekten), hasseden (çekememezlikten), gıybetten (dedikodudan),
bahillikten (cimrilikten), kin tutmaktan, düşmanlıktan ve nifaktan korumalıdır.
Bunlar, kişinin kötülüğüne alâmettir.
Dâimâ
kalb temizliği ile meşgûl olmalıdır. Kalbini pisliklerden temizlemedikçe, hakîkî
maksada kavuşulamaz.
Bütün iyiliklerin başı,
dünyâyı terk etmektir. Bütün kötülüklerin başı da dünyâ sevgisidir. Bununla
birlikte, Server-i kâinât efendimiz; "Dünyâ âhiretin
tarlasıdır." buyurdu. O hâlde dünyâda âhiret işleri yap ve dünyâya ve
dünyânın nîmetlerine bğlanma! Dünyâ rahat yeri değildir. İbret yeridir. Bunun
için Resûl-i ekrem efendimiz; "Dünyâ ibret yeridir, tâmir etme yeri
değildir." buyurdular.
"Dünyâ
bir kulübedir ve biz onda misâfir,
İki
cihânda bâkî, sâdece Allah'dır."
Demişlerdir ki, bir lokma haram yiyenin, ibâdetleri kırk gün perde arkasında
kalır. Elbisesinde haramdan bir iplik bulunanın, o haram iplik o elbisede
bulundukça, tâati kabûl olmaz. Yiyecek ve giyecek temiz olmazsa, namaz, oruç ve
cihâdınız kabûl olmaz. Din yolunda mahreminiz olmayanla birlikte oturmayın.
Seyyid
Emîr Hamza hazretleri, bu vasiyetleri buyurduktan sonra, husûsî odalarına girip,
üç gün üç gece, başını murâkabe yakasının içine çektiler. Sonra başını kaldırıp;
"Âlemlerin Rabbine hamd olsun ki, yüksek babamıza geldiği gibi, bize de aynı
müjdeler geldi." buyurdular. Bunları söyledikten sonra, Kelime-i şehâdet
getirerek vefât edip, Hakk'ın rahmetine kavuştular.
Emîr
Hamza hazretlerinin iki oğlu ve bir kızı vardı. Hepsi de babalarından feyz
alarak, ilimde, ahlâkta yetişmiş, yüksek derecelere kavuşmuşlardı. Kızı Hâtûn-ı
Külân için, "Herkes oğlu ile iftihâr eder, biz de kızımızla iftihâr ederiz.
Allahü teâlâ bize ne verdiyse, biz de kızımıza verdik." buyurmuştur. Bu kızı,
her zaman Kur'ân-ı kerîm okurdu. Odaya girip bir işle meşgûl olunca, odası
nûrdan, kandile ihtiyaç göstermeyecek derecede aydınlanırdı. Kilim dokusa,
iplikler kendiliğinden düğümlenirdi. Bu işle uğraşırken namaza kalksa, onun
çıkrığı kendiliğinden dönerdi. Gündüz olsa, demetleri kendiliğinden iplik
olurdu. Bu hâlini, ancak sırdaşları bilirdi.
Emîr
Hamza hazretlerinin bu kızının, Şehâbeddîn adında bir oğlu vardı. Emîr Hamza bu
torununun yetiştirilmesi vazifesini Mevlânâ Hüsâmeddîn'e verdi. Üç sene Mevlânâ
Hüsâmeddîn'in huzûrunda kaldı. Bu müddet zarfında Hak teâlâ, ona çok ilim ihsân
etti. Hocası Mevlânâ Hüsâmeddîn ona dedi ki: "Ey Mevlânâ Şehâbeddîn! Eğer bundan
sonra sen bize ders okutacaksan burada kal, yoksa bende sana ders verecek güç
kalmadı." Sonra Mevlânâ Hüsâmeddîn'in izni ile Sûhârî'ye döndü. İnsanlara
nasîhatle meşgûl oldu. Bütün vakti ilim ve âlimlerle geçerdi. Bir gün halka vâz
ü nasîhattan sonra şöyle söyledi: Ey azîzler! Size bir vasiyetim var. Onu
kabûllenin ki, âhirette size faydası olsun. Nitekim Resûl-i ekrem; "Vakit
geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele edin" buyurdu. Ey dostlarım!
Allah'ın emirlerini yerine getirmede eksiklik etmeyin. Peygamber efendimiz;
"Namaz dînin direğidir. Namazını kılan dînini kurmuş, terkeden dînini yıkmış
olur." buyurdu.
KAYNAKLAR
1)
Reşehât; s.44
2)
Umdet-ülMakâmât; s.62
3)
Agâhî Seyyid Emîr Külâl; s.96 vd.
4)
Hadâik-ül-Verdiyye; s.124
5)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.27
|
|