CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

SEYYİD ABDÜLHAKÎM

Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. Merhûm fazîletli Seyyid Ahmed Arvâsî Beyin babasıdır. 1905 (H.1323) senesinde Yukarı Doğubâyezîd'de doğdu. 1980 (H.1400) senesinde Van'da vefât etti.Babası büyük velî Seyyid Muhammed Emîn hazretleridir. İsmini Abdülhakîm Arvâsî hazretleri koymuştur. Daha doğduğunda onun teveccühüne ve duâsına mazhâr olmuştur. Rüşdiye mezûnu idi. Memur olarak çalıştı. Van Gümrük Müdürlüğünden emekli oldu. Tasavvufta Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerinin oğlu Seyyid Ma'sûm Efendiden Hâlidî yolunu aldı. Ağabeyi Seyyid Abdülkâdir Efendi bu yola intisâb edince, ona da bu yolun müntesiblerinden olmasını teklif etti. "Daha gencim ve memurum. Sonra intisâb etsem olmaz mı?" deyince, Ma'sûm Efendi ona Fârîsi olarak şu mânâda bir beyt okudu.

 

Bahârın tâze yaprağı sarardı,

Tenceremizin ateşi soğumakta

 

Bu beyti söyleyerek daha önceki bir hâdiseye işâret edip, vefâtlarının yakın olduğunu hissettirerek bu fırsatı kaçırmamalarını tenbih ve emir buyurmuştu. Bunun üzerine o anda intisâb edip büyükler yoluna girdi. Abdülhakîm Efendi bir defâsında çok hastalanmış, uçakla Ankara'ya getirilip, Nümûne Hastahânesine yatırılmıştı. Kalb yetmezliği vardı. Oğlu Ahmed Efendi Bursa'dan Ankara'ya gidip, babasını gördü. Sanki öbür dünyâdan gelen bir hâli vardı. Ahmed Efendi, babasına; "Hâlin nedir?" diye suâl edince, cevâben; "Ben ölüyordum. Acıyarak beni hayâta iâde ettiler. Bak anlatayım. Sekerât hâlindeydim. Şeytan aleyhillâne geldi. Îmânımı çalmak için, çok korkunç şeyler söyledi, aldatıcı telkinlerde bulundu." deyince, oğlu Ahmed Efendi söze girdi ve; "Ne gibi şeyler anlat hele!.." dedi. Babası; "Aman evlâdım, anlatılmazlar." dedi ve devâm etti: "Şeytanla başa çıkamıyordum. Çok sıkıntıda idim. Sonsuz felâketimi düşünürken, birden aklıma, Ma'sûm Efendinin babası Şeyh Seyyid Fehîm hazretleri geldi. Yâ hazret-i Şeyh Fehîm! diye seslendim. Bir berk-i hâtif, gizli şimşek gibi yetiştiler. Şeytanı kovdular ve bana; "Allah'ın lütfu ile sen hayâta iâde ediliyorsun, iyi hazırlan da gel!" buyurdular." Bir müddet sonra iyileşti ve memleketine döndü.

Bundan sonra tam bir inzivâ, fakr ve insanlardan kesilme, ağlama, yakarma hâlini seçti. Hac ve umreye gitti. Bacakları ağrımasına rağmen, gece namazlarını hiç bırakmadı. Hayâtında hiç bir namazı kazâya kalmamıştır. Mezkûr hastalığından yedi sene sonra, 2 Haziran 1980 (H.1400)de Van'da vefât etti. Kabri, Akköprü Kabristanında Seyyid Fehîm hazretlerinin oğlu, Seyyid Nizâmüddîn Efendinin yanındadır.

Kıymetli oğlu Seyyid AhmedEfendi şöyle anlatmıştır: "Babamın mezarında kardeşim Halûk ve eşi Sündüs Hanım Yâsîn-i şerîf okurlarken, kalabalık bir saka kuşu grubu, kabrin üzerindeki ağaç dalına konmuş ve Yâsîn-i şerîf bitinceye kadar topluca ötüşmüşler ve tilâvet kesilince uçup gitmişlerdir. Bu durumu gören Sündüs Hanım; "Bu ne garîb hâdise, böylesini hiç görmemiştim." deyip, hüngür hüngür ağlamıştır."

Bu âileden böyle hârikâ ve garîb hallerin görüldüğü etrâfa yayılmıştı. Bir gün ağzı eğrilen bir asker gelir ve şifâ bulması için duâ istemeye geldiğini bildirir. Evde erkek olmadığından ekmek pişirmekle meşgûl olan Seyyid Abdülhakîm Efendinin hanımı askere, evde erkek yok ama al şu ekmekten ye ve yüzüne sür. İnşâallah iyi olursun buyurur. Asker, dediğini yapar ve hemen iyileşir. Diyarbakırlı olan bu asker, ondan sonra bu âile ile hiç irtibâtı kesmemiştir. SeyyidAbdülhakîm Efendi ve eşi hac yolculuğunda ona uğradıklarında, asker buna çok sevinmiş ve makbûl hizmetlerde bulunmuştur.

Seyyid Abdülhakîm Efendinin Âsiye veVasfiye adında iki kızı ve dört oğlu vardır. Oğulları Seyyid Ahmed Arvâsî, Emîn Tâhir Arvas, Hâlid Bekâ ve Abdülazîz Halûk efendilerdir.

 

KERÂMET ve MENKÎBELERİ

GERÇEKLEŞEN RÜYÂ

Oğlu Ahmed Arvâsî Efendi şöyle anlatmıştır: "Babamın hâli güzel, yolu istikâmet idi. Bu bakımdan rüyâları sâdıktı.Meselâ ben 1952'deKonya'nın Beyşehir kazâsı Doğanbey nâhiyesine ilkokul öğretmeni olarak tâyin olunmuştum. Vâsıta çok azdı. Erzurum'a gitmek için bir kamyona bindim. Kamyon telefon direkleri ile yüklüydü. Şoför mahallinde, şoför, oğlu ve ben vardım. Van Erciş yolundan Erzurum'a gidecekti. O sabah arabaya binmeden, babam beni bir kenara çekti ve; "Her ne kadar bizim rüyâlara îtibâr edilmese de, baba şefkati zorlaması ile bu gece gördüğüm rüyâyı sana anlatmak zorundayım. Bindiğin bu araba, rüyâda Erciş'i geçtikten sonra, ilk tahta köprüye girince, köprü çöktü, araba düşerken, köprünün ortasındaki direklerden biri üzerine takılıp kaldı. Onun için sen oraya yaklaştığında arabayı durdur ve in!" Ben de peki dedim. Hâdise aynen cereyân etti. Köprü başına gelince, şoföre bir dakika dur, ihtiyâcım var, siz karşıya geçin, ben gelirim dedim. İndim. Gerçekten araba köprünün üstüne varınca, köprü büyük bir gürültü ile çöktü ve rüyâda görüldüğü gibi bir direk tarafından muvâzenede kaldı. Sallanıp duruyordu. Direkleri indirip köprü yapıldı. Karşıya geçildi ve direkleri tekrar arabaya koyup yola devâm ettik. Şoför bana; "Sen kazâ olacağını nereden bildin de indin?" deyince, babamın rüyâsını ve vasiyetini anlattım. Hayret etti ve bana çok hürmet ve îtibâr eyledi."

 

KAYNAKLAR

1) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi