|
SEYYİD ABDÜLHAKÎM
Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. Merhûm fazîletli Seyyid Ahmed Arvâsî Beyin
babasıdır. 1905 (H.1323) senesinde Yukarı Doğubâyezîd'de doğdu. 1980 (H.1400)
senesinde Van'da vefât etti.Babası büyük velî Seyyid Muhammed Emîn
hazretleridir. İsmini Abdülhakîm Arvâsî hazretleri koymuştur. Daha doğduğunda
onun teveccühüne ve duâsına mazhâr olmuştur. Rüşdiye mezûnu idi. Memur olarak
çalıştı. Van Gümrük Müdürlüğünden emekli oldu. Tasavvufta Seyyid Fehîm Arvâsî
hazretlerinin oğlu Seyyid Ma'sûm Efendiden Hâlidî yolunu aldı. Ağabeyi Seyyid
Abdülkâdir Efendi bu yola intisâb edince, ona da bu yolun müntesiblerinden
olmasını teklif etti. "Daha gencim ve memurum. Sonra intisâb etsem olmaz mı?"
deyince, Ma'sûm Efendi ona Fârîsi olarak şu mânâda bir beyt okudu.
Bahârın
tâze yaprağı sarardı,
Tenceremizin ateşi soğumakta
Bu
beyti söyleyerek daha önceki bir hâdiseye işâret edip, vefâtlarının yakın
olduğunu hissettirerek bu fırsatı kaçırmamalarını tenbih ve emir buyurmuştu.
Bunun üzerine o anda intisâb edip büyükler yoluna girdi. Abdülhakîm Efendi bir
defâsında çok hastalanmış, uçakla Ankara'ya getirilip, Nümûne Hastahânesine
yatırılmıştı. Kalb yetmezliği vardı. Oğlu Ahmed Efendi Bursa'dan Ankara'ya
gidip, babasını gördü. Sanki öbür dünyâdan gelen bir hâli vardı. Ahmed Efendi,
babasına; "Hâlin nedir?" diye suâl edince, cevâben; "Ben ölüyordum. Acıyarak
beni hayâta iâde ettiler. Bak anlatayım. Sekerât hâlindeydim. Şeytan aleyhillâne
geldi. Îmânımı çalmak için, çok korkunç şeyler söyledi, aldatıcı telkinlerde
bulundu." deyince, oğlu Ahmed Efendi söze girdi ve; "Ne gibi şeyler anlat
hele!.." dedi. Babası; "Aman evlâdım, anlatılmazlar." dedi ve devâm etti:
"Şeytanla başa çıkamıyordum. Çok sıkıntıda idim. Sonsuz felâketimi düşünürken,
birden aklıma, Ma'sûm Efendinin babası Şeyh Seyyid Fehîm hazretleri geldi. Yâ
hazret-i Şeyh Fehîm! diye seslendim. Bir berk-i hâtif, gizli şimşek gibi
yetiştiler. Şeytanı kovdular ve bana; "Allah'ın lütfu ile sen hayâta iâde
ediliyorsun, iyi hazırlan da gel!" buyurdular." Bir müddet sonra iyileşti ve
memleketine döndü.
Bundan
sonra tam bir inzivâ, fakr ve insanlardan kesilme, ağlama, yakarma hâlini seçti.
Hac ve umreye gitti. Bacakları ağrımasına rağmen, gece namazlarını hiç
bırakmadı. Hayâtında hiç bir namazı kazâya kalmamıştır. Mezkûr hastalığından
yedi sene sonra, 2 Haziran 1980 (H.1400)de Van'da vefât etti. Kabri, Akköprü
Kabristanında Seyyid Fehîm hazretlerinin oğlu, Seyyid Nizâmüddîn Efendinin
yanındadır.
Kıymetli oğlu Seyyid AhmedEfendi şöyle anlatmıştır: "Babamın mezarında kardeşim
Halûk ve eşi Sündüs Hanım Yâsîn-i şerîf okurlarken, kalabalık bir saka kuşu
grubu, kabrin üzerindeki ağaç dalına konmuş ve Yâsîn-i şerîf bitinceye kadar
topluca ötüşmüşler ve tilâvet kesilince uçup gitmişlerdir. Bu durumu gören
Sündüs Hanım; "Bu ne garîb hâdise, böylesini hiç görmemiştim." deyip, hüngür
hüngür ağlamıştır."
Bu
âileden böyle hârikâ ve garîb hallerin görüldüğü etrâfa yayılmıştı. Bir gün ağzı
eğrilen bir asker gelir ve şifâ bulması için duâ istemeye geldiğini bildirir.
Evde erkek olmadığından ekmek pişirmekle meşgûl olan Seyyid Abdülhakîm Efendinin
hanımı askere, evde erkek yok ama al şu ekmekten ye ve yüzüne sür. İnşâallah iyi
olursun buyurur. Asker, dediğini yapar ve hemen iyileşir. Diyarbakırlı olan bu
asker, ondan sonra bu âile ile hiç irtibâtı kesmemiştir. SeyyidAbdülhakîm Efendi
ve eşi hac yolculuğunda ona uğradıklarında, asker buna çok sevinmiş ve makbûl
hizmetlerde bulunmuştur.
Seyyid
Abdülhakîm Efendinin Âsiye veVasfiye adında iki kızı ve dört oğlu vardır.
Oğulları Seyyid Ahmed Arvâsî, Emîn Tâhir Arvas, Hâlid Bekâ ve Abdülazîz Halûk
efendilerdir.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
GERÇEKLEŞEN
RÜYÂ
Oğlu
Ahmed Arvâsî Efendi şöyle anlatmıştır: "Babamın hâli güzel, yolu istikâmet idi.
Bu bakımdan rüyâları sâdıktı.Meselâ ben 1952'deKonya'nın Beyşehir kazâsı
Doğanbey nâhiyesine ilkokul öğretmeni olarak tâyin olunmuştum. Vâsıta çok azdı.
Erzurum'a gitmek için bir kamyona bindim. Kamyon telefon direkleri ile yüklüydü.
Şoför mahallinde, şoför, oğlu ve ben vardım. Van Erciş yolundan Erzurum'a
gidecekti. O sabah arabaya binmeden, babam beni bir kenara çekti ve; "Her ne
kadar bizim rüyâlara îtibâr edilmese de, baba şefkati zorlaması ile bu gece
gördüğüm rüyâyı sana anlatmak zorundayım. Bindiğin bu araba, rüyâda Erciş'i
geçtikten sonra, ilk tahta köprüye girince, köprü çöktü, araba düşerken,
köprünün ortasındaki direklerden biri üzerine takılıp kaldı. Onun için sen oraya
yaklaştığında arabayı durdur ve in!" Ben de peki dedim. Hâdise aynen cereyân
etti. Köprü başına gelince, şoföre bir dakika dur, ihtiyâcım var, siz karşıya
geçin, ben gelirim dedim. İndim. Gerçekten araba köprünün üstüne varınca, köprü
büyük bir gürültü ile çöktü ve rüyâda görüldüğü gibi bir direk tarafından
muvâzenede kaldı. Sallanıp duruyordu. Direkleri indirip köprü yapıldı. Karşıya
geçildi ve direkleri tekrar arabaya koyup yola devâm ettik. Şoför bana; "Sen
kazâ olacağını nereden bildin de indin?" deyince, babamın rüyâsını ve vasiyetini
anlattım. Hayret etti ve bana çok hürmet ve îtibâr eyledi."
KAYNAKLAR
1)
İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi
|
|