SARI ABDULLAH EFENDİ
Velî,
aklî ve naklî ilimlerde âlim. Tasavvuf ehli olup, Bayrâmiyye yolundandır.
Babası, Kuzey-batı Afrika şehzâdelerinden, Seyyid Mehmed bin Abdullah (İbrâhim)
Efendi idi. İstanbul'a gelerek Sultan Ahmed devri sadrâzamlarından olan, Halil
Paşanın ağabeyi Rumeli beylerbeyi Mehmed Paşanın kızı ile evlenmiş, bu
izdivaçtan da, 1584 (H.992) senesinde Abdullah Efendi dünyâya gelmişti. Abdullah
Efendi "Abdî" mahlası ve"Sarı" lakabıyla meşhûr oldu. 1660 (H.1071) senesinde
İstanbul'da vefât edip, Topkapı'dan Maltepe'ye giden yolun kenarında, set üstüne
defnedildi.
Küçük
yaşta ilim ve fazîlet sâhiplerinin arasında bulunan Abdullah Efendi,Sadrâzam
Halîl Paşanın himâyesinde büyüdü. Zamânın meşhûr âlimlerinin ilimlerinden
istifâde etti. Küçük yaşlarda tasavvuf erbâbıyla görüşmeye başladı. 14-15
yaşlarında iken, Melâmî şeyhi Hacı Ali Rûmî (İdris-i Muhtefî) ile görüştü. Osman
Emîr Efendi, Yâkûb Helvâî Dede, Ramazan Efendi ve Merkez Efendi hulefâsından
Necmüddîn Hasan Efendi gibi zamânın meşhûr tasavvuf büyüklerinin sohbetlerinde
bulundu. Hâmisi Halîl Paşanın tavsiyesi ile, Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleriyle
görüşüp ondan feyz aldı. Bu arada Erzurum taraflarına da bir seyahatte bulundu.
Dede Ömer Rûşenî hazretlerinin talebelerinin halîfelerinden, Hacı Şeyh ile
görüştü. Halîl Paşanın yanında çeşitli yerlere gitti. Gittiği yerlerin âlim ve
velîlerinden ders ve feyz alıp, ilmini yükseltmek için gayret sarfeyledi. Halîl
Paşanın divitdârlığını yaptı. Halîl Paşa, 1616 senesinde sadrâzam olunca, şark
serdarlığı verilerek doğu seferine çıktı.Halîl Paşanın bu birinci seferine ve
ikinci sadrâzamlığında, Abaza Paşa gâilesini ortadan kaldırmak için tâyin
edildiği ikinci şark seferine, Abdullah Efendi de katıldı.Bu son sefere
tezkireci olarak katılan Abdullah Efendi, sefer esnâsında 1627 senesinde vefât
eden Mehmed Efendi, yerine ordu nişancısı oldu. Halîl Paşanın 1630 senesinde
vefât etmesiyle hâmisini kaybeden Abdullah Efendi, kendisini tamâmen ilim ve
ibâdete verdi. Bir müddet resmî vazifelerden uzak kaldı. 1637 senesinde
reîs-ül-küttâb kaymakamlığına tâyin edildi. Sultan Dördüncü Murâd Hânın
maiyyetinde Bağdât seferine katıldı. İsmâil Efendinin şehâdeti üzerine
reîs-ül-küttâblığa getirildi. Sefer dönüşünde bu vazifeden alınıp, bir sene
sonra reîs-ül-küttâb kaymakamlığı verildi. 1640 senesinde Anadolu muhâsebeciliği
ve bir ay sonra da Cizye muhâsebeciliği verildi. 1650 yılında Piyâde
mukâbeleciliğine (Askerî kayıt ve yoklama işleri), 1655 senesindeMensûh
mukâtaacılığına getirildi. Bu vazifede iken 1658'de memûriyetten çekildi.Bundan
sonra vefâtına kadar Kocamustafapaşa Dergâhı yanındaki evinde kitap yazmak ve
ibâdet etmekle vakit geçirdi.
Ömrü
boyunca devletine hizmet, ilim ve ibâdetle meşgûl olan Sarı Abdullah Efendinin
çeşitli tasavvuf büyükleriyle münâsebeti olmuş, kendi eserinde; aslen Bayramî,
meşrebce Celvetî, terbiyece Mevlevî olduğunu belirtmiştir. Bayramîlerden;
İdris-i Muhtefî ve talebesi Hacı Kabaî'den ve onun da talebesi Beşir Ağa'dan
feyz aldı. Celvetîlerden Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Mevlevîlerden Mesnevî şârihi
Ankaravî'nin feyzinden istifâde etti.
İlimdeki üstünlüğü yanında hat sanatında da üstâd olan Sarı Abdullah Efendinin,
reîs-ül-küttâb iken yazdığı, Abdülmecîd Sivâsî Dergâhının Vakfiyesi, sanattaki
üstünlüğünün isbâtıdır.
Resmî
ve husûsî işlerinden arta kalan zamanlarında zihnini dinlendirmek arzusuyla
çiçek yetiştiren Sarı Abdullah Efendi, yedi çeşit yeni tür Zerrin lâle
yetiştirerek, Sultan İbrâhim'in "Ser-şükûfeci" (Çiçekçibaşılık) berâtına mazhar
olmuştur.
Neşâtî
AhmedDede ve Şâir Cevrî gibi pekçok talebe yetiştiren ve birçok kıymetli
eserin sâhibi olan Sarı Abdullah Efendinin en meşhûr eseri, Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî'nin Mesnevî'sine yaptığı; Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî adındaki Türkçe
şerhidir. Eser İstanbul'da basılmıştır.
Abdullah Efendinin ikinci meşhûr eseri; Semerât-ül-Fuâd fil-Mebde'i vel-Me'âd
adlı Türkçe eseridir. Eserde ilk peygamber ve ilk insan hazret-i Âdem
aleyhisselâmdan bugüne geçen bâzı hâdiseler, tasavvuf ve tasavvuf büyükleri
hakkında mâlûmât verilmektedir.
Ayrıca;
Sultan Dördüncü Mehmed Hâna takdim ettiği nasîhatnâme tarzındaki
Nasîhat-ül-Mülûk Tergîben li Hasen-is-Sülûk, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin
kerâmetleri ve Fütûhât-ı Mekkiyye'sinin açıklaması mâhiyetindeki
Mir'ât-ül-Asfiyâ fî Sıfât-ı Melâmiyyet-il-Ahfiyâ, Osmanlı pâdişâhlarının
çeşitli yazılarını, nişâncılığı zamânında kendisinin bizzat kaleme aldığı
yazıları ve yabancı hükümdârlara gönderilen mektupları topladığı Tevkîât-ı
Selâtin-i Osmâniyye adlı Düstûr-ül-İnşâ kitabı ile Ricâl-ül-Gayb,
Meslek-ül-Uşşâk, Cevher-ül-Bidâye ve Dürret-ün-Nihâye, Tercüme-i Mekâsıd-ıl-Ayniyye
ve Tedbîr-ün-Neş'eteyn ve İslah-un-Nushateyn adlı eserleri meşhûrdur.
Sarı
Abdullah Efendi buyurdu ki:
Umûmiyetle insanlar üç çeşittir: Hayvanlara benzeyenler, meleklere benzeyenler,
peygamberlere benzeyenler.
İnsanlardan bâzıları dünyâya düşkün olurlar, âhireti hiç düşünmezler. Bunların
kalbleri katılaşmış, kabuk bağlamıştır. Dünyâ malına âşık olmuşlar, âhireti
düşünme hâssasını kaybetmişlerdir. Sanki kalbleri mühürlenmiştir. Bir kısım
insanlar da kâfi mikdârda dünyâ ile meşgûldürler. Bunlar Cennet'e gidecek
müslümanlardır. Bâzıları da mukarrebûn olup Allahü teâlâya yakın olurlar. Bunlar
Hak ve hakîkat yolunun yolcularıdırlar. Bunlar, Allahü teâlânın rızâsını esas
alıp dünyevî keyf, zevk ve lezzetlere yaklaşmayan îmân ve vicdân
sâhipleridirler. Bunlar ilâhî tecellilere, ilâhî sırlara şâhid olurlar, onları
müşâhede ederler. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allahü teâlâ yanında dereceleri
çok yüksektir. Dünyâ ile alâkalarını kesmişler, yalnız âhiret ile ilgilenir
olmuşlardır. Allahü teâlânın emri ve rızâsı dâhilinde, insanları irşâd edip
doğru yola dâvet ederler. Allahü teâlânın varlığına ve birliğine kendileri
kalbden inandıkları gibi, diğer insanları da inandırmaya çalışırlar ve bu
işlerinde muvaffak olurlar.
"Yükü
hafifler kurtulur. Yükü ağır olanlar helâk olur. Allahü teâlâ, dünyâyı
kendilerine verilmiş bir emânet bilip, o emâneti sâhibine teslim ederek
yüklerini hafifletmiş olanları magfiret eder, kurtuluşa erdirir."
"Akıllı
kimse dünyâsının harâb olmasına aldırmaz, âhiretini mâmûr etmenin yollarını
arar. Akılsız kimse ise, âhireti vîrân edip, dünyâsını mâmûr eder."
"Baban
ile annen için hazırladığın nîmetten bile mesûl olursun. Ama misâfirler için
tedârik ettiğin nîmetten mesûl olmazsın. Hele o misâfirler Allahü teâlânın
dostlarından ise, kazancın daha da çok olur."
"Ey
benim Allah'ım! Nîmetine mazhar oldum, şükredemedim. Belâlara mübtelâ kıldın,
sabredemedim. Şükretmediğim için nîmetini keseceğin yerde eksiltmedin.
Sabırsızlığımı cezâlandırmak için bana belâ vermedin. Yâ Rab! Bu sana mahsus
kerem ve inâyetten başka bir şey değildir."
KAYNAKLAR
1)
Cevheret-ül-Bidâye, Millet Kütüphânesi Ali Emîrî Kısmı, No: 858, vr. 21
2)
Tuhfe-i Hattâtîn; s.280
3)
Hadîkat-ül-Cevâmi'; c.2, s.202
4)
Sicilli Osmânî; c.3, s.367
5)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.100
6) Tam
İlmihâl Seâdet-iEbediyye; (49. Baskı) s.
7)
Vekâyi-ül-Füdâlâ, Üniversite Kütüphânesi Türkçe Yazmalar No: 81, sh. 329
8)
Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2916
9)
Semerât-ül-Fuâd, İstanbul 1288, muhtelif sahifeler
10)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.166
|