|
SAFİYYÜDDÎN ERDEBİLÎ
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, İshak bin Cibrîl bin Ebû Bekr'dir. 1252 (H.650)
senesinde Erdebil'de doğdu. Babasının, Hoca Kemâleddîn Arabşah'ın oğlu olduğu
söylenir. Soyu hazret-i Ali'ye kadar çıkarılırsa da, hiçbir mesnedi yoktur.
Lakabı Safiyyüddîn, nisbesi Erdebilî'dir.
Safiyyüddîn Erdebilî, küçük yaşta babasını kaybetti.Çocuk yaşta din bilgilerini
öğrenmişti. Sâlih amel işlemekte devamlı, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına
riâyette çok gayretli idi. Gördüğü güzel bir rüyâ üzerine Şîrâz taraflarına
gitti. Necîbüddîn Sühreverdî hazretlerinin talebesi Necîbüddîn Bergaş'tan ilim
ve feyz almayı arzu etti. Ancak o mübârek zât, o sırada 1279 (H.678) yılında
vefât etmişti. Necîbüddîn Bergaş'ın yerinde Rükneddîn Beydâvî veEmîr Abdullah
gibi büyükler vardı. Onların hizmetine girip, bir mikdâr orada kaldı. Emîr
Abdullah'ın işâreti üzerine,Zâhid İbrâhim Geylânî'den istifâde etmek için Geylân
taraflarına gitti. Zâhid İbrâhim Geylânî'yi kimse tanımıyordu. Safiyyüddîn
Erdebilî, onu bulabilmek için dört yıl çöllerde, ıssız yerlerde dolaştı. Çok
sıkıntı ve riyâzetler çekti.
Safiyyüddîn Erdebilî'nin akrabâlarından birisi Geylân taraflarına ticâret için
gitmişti. Geylân taraflarında Heylekıran denilen yere uğradı. Şeyh Zâhid Geylânî
o sırada oradaki oğlunun yanında bulunuyordu. Akrabâsı elindeki malları
sattıktan sonra Şeyh Zâhid Geylânî'nin sohbetine gitti. Orada elbiseleri temiz,
yüzü nûrânî, zikr ve ibâdet ile uğraşan talebeleri görünce, çok hoşuna gitti.
Şeyh Zâhid Geylânî'nin huzûrunda tövbe ederek ona talebe oldu. Bir müddet sonra
memleketine dönünce, ondaki değişikliği farkeden Safiyyüddîn Erdebilî; "Bu hal
nedir?" diye sordu. O da; "Şeyh Zâhid Geylânî'ye talebe oldum." dedi. Bu sözleri
işiten Safiyyüddîn Erdebilî birden değişti. Ona; "Sen, Şeyh Zâhid'i gördün mü?"
diye sordu. "Evet." dedi. Emir Abdullah'tan onunla ilgili duyduğu vasıfları
anlatınca, akrabâsı hepsine; "Evet öyle." cevâbını verdi. Bunun üzerine
Safiyyüddîn Erdebilî büyük bir şevkle, istekle hemen yola çıktı.
Safiyyüddîn Erdebilî huzûra vardığında, Şeyh Zâhid Geylânî; "Ey Erdebilî! Niçin
gelmişsin?" diye sorunca, Safiyyüddîn Erdebilî; "Tövbe etmek, talebe olmak için"
dedi. Şeyh Zâhid Geylânî; "Hoş geldin." diyerek talebeliğe kabûl etti ve oradaki
talebelerine dönerek; "Bu genç daha önce bahsettiğim kişidir. Dört senedir
Erdebil'de bizi bulmak için dolaşmaktaydı." dedi. Sonra Şeyh Zâhid Erdebilî
talebelerinden birine onu husûsî halvethâneye götürüp yer yapmasını emretti.
Safiyyüddîn Erdebilî orada husûsî vazîfelerle meşgûl olmaya başladı. Bu sırada
çok şeylere kavuştu. Fakat kavuştuğu haller konusunda rahmânî mi şeytânî mi diye
tereddütlü idi. Bu durumu münâsib bir şekilde Şeyh Zâhid Geylânî'ye arzetti.Şeyh
Zâhid Geylânî bu müşkillerini tek tek açıkladı. Safiyyüddîn Erdebilî, bu
açıklamalardan kavuştuğu hallerin iyi ve doğru olduğunu anladı.
Safiyyüddîn Erdebilî, tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan sonra, hocası ona
insanlara doğru yolu anlatmak ve onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak
için izin verdi. O sırada Meraga denilen yerden bir cemâat geldi.Şeyh Zâhid
Geylânî'yi, insanlara doğru yolu anlatması için memleketlerine dâvet ettiler.
Zâhid Geylânî onlara; "Bu iş için yerime Safiyyüddîn Erdebilî'yi gönderiyorum."
dedi. Bunun üzerine Safiyyüddîn Erdebilî; "Efendim! Bendeniz bu işi nasıl
yapabilirim? Ben nerede, insanları terbiye etmek nerede?" deyince, hocası; "Safiyyüddîn!
Emr-i İlâhî böyledir. Sen oraya gitmelisin." dedi.Safiyyüddîn Erdebilî;
"Bendeniz bir şey bilmiyorum. Orada âlim kimseler vardır. Biz onlarla nasıl
konuşabiliriz?" deyince, Zâhid Geylânî; "Merak etme, meydan senindir. Bizim
burada bulunmamız gerek. Fakat senin durumun böyle değil. Oraya varınca
insanların dâvetlerini kabûl et. Onlara nasîhat et. Allahü teâlâ bu mertebeyi,
rütbeyi sana vermiştir." buyurdu.
Safiyyüddîn Erdebilî hocasının emri üzerine yola çıktı. Bu arada memleketi olan
Erdebil'e uğradı. Orada kendisine şöyle dediler: "Yolunuz üzerinde bulunan
Birnik'te Mevlânâ Şemsüddîn isimli birisi var. Bozukluğu çok meşhurdur. Bu
sebeple kimse onun inat ve bozuk hallerinden dolayı o tarafa gitmek istemez.
Tasavvuf ehline de dil uzatır. En münâsibi Birnik köyüne uğramamanızdır. Çünkü o
kimse görülecek ve konuşulacak birisi değildir." Bunun üzerine Safiyyüddîn
Erdebilî; "Eğer ilk konakta yolu açamazsam, gideceğim diğer yerlerde nasıl
açarım." diyerek Birnik köyüne doğru yola çıktı. Oraya varınca mescide gitti. Bu
sırada Mevlânâ Şemseddîn de mescide geldi. Fakat selâm vermedi. Mihraba geçip
iki rekat namaz kıldı. Sonra Safiyyüddîn Erdebilî'ye döndü. Bâzı suâller sordu
ve verilen cevapları dinledi. Aldığı cevaplar çok hoşuna gitti ve ona tesir
etti.Safiyyüddîn Erdebilî'ye karşı edep, tevâzu ve hürmet gösterdi. Ona tasavvuf
yolunun hallerini anlattı. Mevlânâ Şemsüddîn bunları duyunca, önceki sözlerinden
tövbe etti. Kalbindeki nifak ve muhâlefet gidip, tasavvuf yoluna ve bu yolun
büyüklerine sevgi besledi. Tasavvuf yolunda ilerleyerek yüksek haller ve
kerâmetler sâhibi oldu.
Safiyyüddîn Erdebilî, insanlara doğru yolu anlatarak yoluna devâm etti. Gittiği
yerlerde insanların bir kısmını dalâlet ve cehâlet bataklığına düşmüş,
nefislerinin arzu ve isteklerine dalmış, bir kısmının bâzı büyüklerin talebeleri
olduklarını söyledikleri halde onların gösterdikleri doğru yoldan
ayrıldıklarını, dalâlet bataklığında şaşırıp kaldıklarını, şaşkın şaşkın
dolaştıklarını, erkek ve kadınların tasavvuf yolunda olduklarını iddiâ ettikleri
halde karışık oturup, aradan mahremiyet ve hürmet perdesini kaldırdıklarını,
dalâlet ve bid'ati dervişlik ve sünnet zannettiklerini, erkek ve kadınların
birbirlerine söyledikleri kasîdeleri dinleyerek raksa geldiklerini, birbirlerine
secde ettiklerini, zâhir ve bâtınlarının bozuk olduğunu gördü. Bu durum
karşısında onları bâzan tatlı sözlerle, yerine göre sertlik göstererek güzel söz
ve davranışları ile terbiye etmeye başladı. Onlara doğru yolu gösterdi. Çok
kimse onun vâsıtasıyla bozuk hallerinden vazgeçip tövbe etti.
Safiyyüddîn Erdebilî hocasının verdiği görevi tamamlayıp dönünce, hocasının ona
olan sevgi ve îtimâdı daha da arttı. Bu sırada bâzı hasedçiler, Zâhid Geylânî'ye;
"Safiyyüddîn şeyhlik yapıyor. Tövbe ve zikir veriyor." diye şikâyette
bulundular. Zâhid Geylânî ona; "Senin hakkında böyle böyle söylüyorlar, ne
dersin?" diye sordu. "Evet doğrudur efendim. Fakat sizin bana verdiğiniz izin
ile bunları yapıyorum." cevâbını verdi. Zâhid Geylânî bunun üzerine; "Evet size,
biz izin verdik. Sizinle bizim aramızda bir fark yoktur. Bu mertebe size Allahü
teâlânın ihsânıdır." buyurdu.
Zâhid
İbrâhim Geylânî vefât edince, halîfesi olan Safiyyüddîn Erdebilî, memleketi olan
Erdebil'e yerleşti. Pekçok talebe yetiştirdi. Âzerbaycan, Kafkasya ve Anadolu'da
meşhûr oldu. İlhanlı hükümdârlarından Olcaytu Hüdâbende ve Ebû Saîd Bahadır Han,
İlhanlı beylerinden Emir Çoban, vezir ve târihçi Reşîdüddîn talebeleri
arasındaydı. Safiyyüddîn Erdebilî devamlı insanlara nasîhat ederdi. Yumuşak bir
sesle konuşurdu. Uzun konuşması kimseyi rahatsız etmezdi. Onun sohbetleri ile
binlerce ölü kalb hayat bulmuştur. Fakirler ve kimsesizleri gözetirdi.
Duâsı
makbul bir zâttı. Hastalar onun duâsı ile şifâ bulurdu. Safiyyüddîn Erdebilî,
İlhan Olcaytu Hüdâbende tarafından yeni kurulan Sultâniyye şehrine dâvet edildi.
Fakat o, yaşlı olduğunu söyleyip özür diledi. Oğlu Sadrüddîn'i yerine bırakıp
hacca gitti. Hac dönüşü 1334 (H.735) senesinde Erdebil'de vefât etti.
Erdebil'deki türbesine defnedildi.
Safiyyüddîn Erdebilî ömrü boyuncaAllahü teâlânın dînine hizmet etmek, Selef-i
sâlihînin doğru yolunu insanlara öğretmek için çalıştı. Talebeleri doğuya ve
batıya dağılarak, onun feyzli yolunu yaydılar. Talebelerinden oğlu Sadreddîn ve
torunu Alâeddîn Ali meşhurdur. Ebû Hâmid Aksarâyî yâni Somuncu Baba, Alâeddîn
Ali'den aldığı feyz ve bereketi, Anadolu'da yaydı. Somuncu Baba'nın
talebelerinden Nu'mân (yâni HacıBayrâm-ı Velî), Safiyyüddîn Erdebilî yolunun
Anadolu'daki en önemli temsilcisidir.
Talebelerinden Mevlânâ Behâüddîn gençliğinde ilim tahsîl ederken, tasavvuf
ehline karşı olanlarla arkadaşlık ettiği için onların tesiriyle, tasavvuf ehline
karşı îtikâdı, inancı iyi değildi. Onların sünnet-i seniyye üzerine
bulunduklarına inanmazdı. Bir ara rüyâsında şöyle gördü: Bir bahçedeki havuzun
etrâfında tasavvuf ehli toplanmıştı. Bu esnâda birden "Resûlullah efendimiz
geliyor." diye bir ses işitildi. Herkes Peygamber efendimizi karşılamaya
hazırlandı. Mevlânâ Behâüddîn bir fırsatını bulup Peygamber efendimize yaklaşıp;
"Yâ Resûlallah! Senelerdir içimde bir tereddüdüm var. Bu gördüğünüz çeşit çeşit
insandan hangisi hak üzeredir. Her birisi bir sûret ve kılık, kıyâfette gelmiş.
Biz onların hangisinin hak üzere olduğunu ayıramıyoruz." dedi. Peygamber
efendimiz, orada bulunan bütün toplulukları gözden geçirdi. Bu sırada
Safiyyüddîn Erdebilî ve talebelerinden bâzılarını gördü.Mübârek yüzünü Mevlânâ
Behâüddîn'e çevirip; "İşte bunlar hak üzere, sünnet ve şerîat üzeredir."
buyurdu. Peygamber efendimizden bunları duyunca, tasavvuf ehli hakkındaki
îtikâdı düzeldi. Ertesi gün hemen tövbe edip Safiyyüddîn Erdebilî'nin
talebelerinin ileri gelenlerinden oldu.
Talebelerinden Muhammed Darûrî, hocasını ziyâret edip, evine dönüyordu. Bir
yerde yolunu şaşırdı. Yolunu bulmak için dolanıp durdu. Çok yoruldu ve yürüyecek
tâkâtı kalmadı. Bu sırada hocasından yardım istedi. O anda hocası Safiyyüddîn
Erdebilî'yi karşısında gördü. Ona; "Korkma, otur." dedi. Oturdu. Namaz vakti
gelince, abdest almak için su aradı. Fakat bulamadı. Yorulup tâkâtsız bir
hâldeyken yine hocasını gördü. "Yâ Muhammed! Aşağı tarafında bir çeşme var.
Kalk, oradan abdest al!" buyurdu. Denilen yerdeki çeşmeden abdest alıp, namazını
kıldı. Namazdan sonra yanına iki süvârî geldi ve onu alıp istediği yere götürdü.
Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:
Haramı
terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd,
helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mübahları ihtiyaç mikdârı kullanmaktır. Bu
zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek,
gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.
Her şeyi yiyen, her şeyi
konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapanCehennem'e gider.
Bir
kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın
kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
O SANA DUÂ
ETSİN
Talebelerinden İzzeddîn isminde birisinin küçüklüğünde gözü sakatlanmıştı.
Hiçbir tedâvî ve ilaç fayda vermedi. Âmâ oldu ve gözlerinin göreceğinden ümidini
kesti.Akrabâları bu duruma üzülüyorlardı. Nihâyet Cumâ gecesi bir rüyâ gördü.
Rüyâsında, her taraf aydınlıktı. Kalabalık bir topluluk vardı. Bu sırada gâyet
heybetli bir zât gördü. Onun kim olduğunu sordu. Birisi; "Resûlullah
efendimizdir." dedi. Gidip mübârek ayaklarına kapandı ve öptü. Sonra; "Bana
yardım eyleyin yâ Resûlallah! Bana duâ buyrun, gözlerim görsün." diye yalvardı.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz; "Üzülme. Gözünün iyileşmesi için Safiyyüddîn
Erdebilî'nin yanına git. O sana duâ etsin. Onun duâsı ile şifâ bulursun"
buyurdu. Peygamber efendimizden bu müjdeyi alınca, çok sevinip, sevinçle uyandı.
Akrabâlarına bu haberi müjdeledi. Hepsi sevinerek onu Safiyyüddîn Erdebilî'nin
huzûruna götürdüler. Onun muhabbet nazarı gözüne gelince derhal, gözleri açıldı.
Görmeye başladı. Gözlerinde hastalıktan hiç eser kalmadı.Safiyyüddîn
Erdebilî'nin talebeleri arasına girdi.
SEBEBİ
NEDİR?
Şeyh
Sâdüddîn, Basra'da deniz kenarında bulunuyordu. Bir geminin sâhile yaklaştığını
gördü. Bu sırada tâcir olduğu hâlinden belli birinin başında kıymetli bir
sandığı dışarı çıkardığını gördü. O sandığa gâyet îtinâ gösteriyordu. Onda
kıymetli bir şey bulunduğunu tahmin etti. Bu sebeple onu tâcirden satın almak
istedi. Tâcire; "O sandıkta ne var ki, öyle başında dikkatle taşıyorsun." diye
sordu. "Bunda Şeyh Safiyyüddîn'e âit bir hediye var." deyince, hediye
getirmesinin sebebini sordu. Tâcir şöyle anlattı: Bu gemi ile giderken, deniz
birden kabardı. Gemi battı, batacaktı. Bu sırada Safiyyüddîn Erdebilî'den cân u
gönülden yardım istedim. Ansızın Safiyyüddîn hazretlerini karşımda gördüm.
Mübârek eli ile gemiyi çekip, selâmetle sâhile ulaştırdı. Bunun için ben bu
sandığı ve içindekileri ona hediye etmeyi adadım. İşte sandığa bu kadar kıymet
vermemin sebebi budur." dedi.
KAYNAKLAR
1)
Risâle-i Eşrefzâde Şirvânî; s.66
2)
Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2961
3) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1137
4)
Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) s.389
5)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.9
6)
Safvet-us-Safâ, Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya Kısmı, No:3099, Hekimoğlu Ali
Kısmı, No:775
7)
Lemezât
|
|