CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

SÂBİT BİN ESLEM EL-BENÂNÎ

Tâbiînin, zâhid (dünyâya önem vermeyen), âbid (çok ibâdet eden) ve müttekilerinden (haramlardan sakınanlarından) ve velî. Künyesi Ebû Muhammed'dir. 737 (H.120) senesinde vefât etti.

Hadîs ilminde sika, emîn, güvenilir ve îtimâd edilir bir âlimdir. Basra'nın en büyük âlim ve râvilerindendir. Sâbit el-Benânî, bir çok Sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Enes bin Mâlik, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr, Şeddâd (r.anhüm) bunlardandır. En çok, Enes bin Mâlik'den rivâyet etmiştir. Atâ bin Ebî Rebâh, Katâde, Eyyûb, Yûnus bin Ubeyd, Süleyman Teymî, Humeyd, Dâvûd bin Ebî Hind, Ali bin Zeyd bin Ced'ân, A'meş ve başkaları da ondan hadîs-i şerîf bildirmişlerdir. Hadîsleri Kütüb-i Sitte diye meşhûr olan altı hadîs kitabının hepsinde vardır.

Enes bin Mâlik'in Basra'da bulunduğu zamanlardaki sohbetlerinde çok bulunmuştur. Hakkında söylenenler:

Enes bin Mâlik onun için der ki: "Her şeyin bir anahtarı vardır. Hayrın anahtarı da Sâbit'tir."

Bekr bin Abdullah: "Zamânının en âbid olanına bakmak isteyen Sâbit el-Benânî'ye baksın."

Şu'be; "Sâbit el-Benânî, Kur'ân-ı kerîmi bir gün ve gecede okuyup bitirir, çok oruç tutardı."

İbn-i Şevzep: "Berâber yola çıkardık. Bir mescide rastlayınca, orada mutlaka namaz kılardı."

Humeyd; "Biz, yanımızda Sâbit el-Benânî de olduğu halde, Enes bin Mâlik'e giderdik. Fakat Sâbit, rastladığı bir mescitte namaz kılarken geride kalırdı.Biz hazret-i Enes'in yanına vardığımızda onu göremeyince, "Sâbit nerede, Sâbit nerede? Çünkü ben onu çok seviyorum" buyururdu.

Ahmed bin Hanbel; "Enes bin Mâlik, Sâbit el-Benânî'ye, senin gözlerin, Resûlullah'ın gözlerine ne kadar da çok benziyor, der ve Resûlullah'ı hatırlayarak ağlamaya başlar, gözlerinden yaşlar akardı."

Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ kitabının sâhibi "Sâbit el-Benânî hazretleri için şöyle der: "Vefât ettiği zaman kabrini kerpiçle ördüler. Kerpiçlerden birisi kaydı. Kabrin içinde onu namaz kılarken gördüler. Kabrinin civarından geçenler, içerden Kur'ân-ı kerîm sesi duyardı."

Sâbit bin Eslem buyurdu ki:

"Yirmi yıl çok sıkı bir şekilde namaza kalktım. Bütün bu yirmi yıl boyunca, onun nîmetini topladım."

"Allahü teâlânın anıldığı yere dağlar kadar günah ile girseler, çıktıkları zaman üzerlerinde zerre kadar bir günah kalmaz (kul hakkı dışında)."

Elli yıl, bütün gecelerimi ibâdetle geçirdim.Her seher vakti şu duâyı yapardım: "Allah'ım, kullarından birine, kabrinde namaz kılmağı nasîb edeceksen, o kulun ben olayım."

"Kendisinde şu iki haslet bulunmayan kimse, diğer bütün hasletleri toplasa da, gerçek mânâda âbid (ibâdet eden) bir kul olamaz. Bu iki özellik, namaz ve oruçtur. Bunlar, o kulun et ve kanı mesâbesindedir."

Hastalığında,Sâbit bin Eslem hazretlerinin ziyâretine gittiler. Yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Ziyâretçiler, huzûruna girip oturunca; "Sevgili kardeşlerim! Önceki gibi, namazlarımı kılamıyor, oruçlarımı tutamıyor, Allahü teâlâyı zikredemiyor, sizlerin yanına inemiyorum" dedi ve şöyle duâ etti: "Allah'ım! Bu üç şeyi istediğim gibi yapamadığım zaman, beni bu dünyâda bir saat bile bırakma!"

Sâbit bin Eslem hazretleri gözlerinden rahatsızdı. Bunun için tabibe gitti. Tabib; "Bir husûsa dikkat edersen, gözlerin iyi olur" dedi. Sâbit; "O nedir?" diye sorunca tabib; "Ağlama!" dedi. Bunun üzerine Sâbit; "Ağlamayan gözde hayır yoktur." buyurdu.

"Sizden birisi, günün bir mikdârında Allahü teâlâyı anarsa, o günü kazançlı, demektir."

Kendisi anlatıyor: "Sinirli bir gence, annesi sık sık öğüt verir ve; "Ey oğlum, senin için öyle bir gün vardır ki, sen hep o günü hatırla!" derdi. Oğlunun ölümü yaklaşınca, annesi üzerine kapanıp; "Ey Oğlum, seni bugün için ikaz ediyor, uyarıyordum" dedi. Oğlu; "Anneciğim, benim, magfireti, bağışlaması, affı ve ihsânı bol olan Rabbim vardır. Bu gün, o lütuf ve ihsânlarından birinden beni uzak tutmayacağına ümidim, tamdır" diye cevap verdi. Allahü teâlâ, o gence merhamet eyledi. Çünkü Allahü teâlâ hakkında zannını iyi yaptı. Yâni O lütuf ve ihsân sâhibidir. Bağışlayıcıdır, diye kalben inanmıştı."

"Mümin, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûrunda durur. Allahü teâlâ ona: "Ey kulum! Sen, dünyâda bana ibâdet eden kullarımla berâber ibâdet ediyor muydun?" diye sorunca, o mümin; "Evet, onlarla birlikte ben de ibâdet ediyordum yâ Rabbî!" der. Yine Allahü teâlâ; "Ey kulum, dünyâda iken bana duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı?" diye suâl buyurur. O mümin yine; "Evet yâ Rabbî!" diye cevap verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ; "İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa, o duânı kabûl ettim" buyurur." SonraSâbit-i Benânî şu hadîs-i şerîfi bildirdi: "Müminin hiçbir duâsı red edilip, geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyâda verilir, ya âhirete tehir edilir, veya günahlarına keffâret olur."

Sâbit-i Benânî sâlih zâtlardan birisi için şöyle buyurdu: "Bir gün bu zât, arkadaşlarına; "Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum." dedi. Arkadaşları buna hayret ettiler. "Pekâlâ, bu nasıl olur?" dediler. O da; "Ben, Allahü teâlâyı andığım zaman. Çünkü Allahü teâlâ, kul kendisini anınca, O da, kulunu anacağını bildiriyor." dedi.

O sâlih zât, tekrar arkadaşlarına; "Ben duâ ettiğim zaman, Allahü teâlânın duâmı kabûl ettiğini bilirim" dedi. Arkadaşları, buna da hayret edip, nasıl bildiğini sordular. Onlara bunu; "Duâ ederken kalbimde bir korku, vücûdumda ürperti, gönlümde bir açılma ve ferahlık olduğu zaman, duâmın kabûl edildiğini anlarım." diye açıkladı.

"Mümin, kabre konduğu zaman, dünyâda yapmış olduğu sâlih ameller, onu kuşatırlar."

"Bir kimsenin, ölümü çok hatırlaması, amellerinde kendisini gösterir."

"Bir saat, bir an, bir miktar ölümü hatırlıyan kimseye ne mutlu."

"Yirmi dört saat olan gece ve gündüzde hiçbir an yoktur ki, Azrâil aleyhisselâm her ruh sâhibine uğrıyarak, başında beklemesin. Eğer o kimsenin rûhunu almakla emrolunursa alır, emrolunmazsa gider."

"Dâvûd aleyhisselâm Allahü teâlânın azâbını hatırladığı zaman, mafsalları gevşer, tamamen kendisini salıverir, Allahü teâlânın rahmetini hatırlayınca, eski hâline dönerdi."

Anlatılır ki: Biri vardı. Babasını bir yerde dövüyordu. Ona babanı niçin dövüyorsun, o senin babandır, ayıp, günah değil mi? dediler. Bunun üzerine babası: Onu bırakın, beni dövsün. Çünkü aynı yerde ben de babamı dövmüştüm. Şimdi de oğlum beni dövüyor, eden buluyor, dedi.

"Biz ilme bir şeyi kastederek, niyet sâhibi olarak başlamadık. Fakat Allahü teâlâ bize iyi niyeti ihsân etti. Çünkü faydalı ilim, insanı iyi niyet ve ihlâsa kavuşturur."

Sâbit el-Benânî hazretleri gecelerini ibâdetle geçirir ve çoluk çocuğuna; "Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Şunu hiç unutmayın ki, gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir." derdi.

"Öyle insanlara yetiştim ki, çok namaz kılmaktan başlarını yastığa koyacak vakit bulamazlardı."

Bana, Enes bin Mâlik şöyle buyurdu: "Ey Sâbit!Benden alacağını al. Benden daha güvenilir kimse bulamazsın. Ben aldıklarımı, öğrendiklerimi Resûlullah efendimizden aldım. Resûlullah Cebrâil aleyhisselâmdan aldı. Cebrâil deAllahü teâlâdan aldı."

 

KERÂMET ve MENKÎBELERİ

GÜNÂHLARI BAĞIŞLAYAN

Sâbit bin Eslem buyurdu ki: "Mus'ab bin Zübeyr'in duvarının yanında, hayvanların geçmediği bir yerde idim. Mü'minûn sûresinden; "Hâ mîm. Bu kitabın indirilişi, Azîz, Alîm olan Allah'dandır. O, günah bağışlayan, tövbe kabûl eden, azâbı şiddetli olan, ihsân sâhibi olan Allah'tandır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş, ancak O'nadır." meâlindeki âyetlerinin olduğu sahifeyi açtım. O anda, yanımda bir kişi peydâ olup göründü. Bana, âyetin "Gâfiri-z-zenbi (günahları bağışlayan)" kısmını okuyunca;"Ey günahları bağışlayan Allah'ım! Günahlarımı bağışla""Kâbilet-tevbe (tövbeyi kabûl eden)" kısmını okuyunca, "Ey tövbeyi kabûl eden Allahım! Tövbemi kabûl et" "Şedîd-ül-ikâb (azâbı şiddetli olan)" kısmını okuyunca; "Ey azâbı şiddetli olan Allah'ım! Beni azâbından muhâfaza eyle!" de, diye söyledi. Sonra yanımdan kayboldu.Sağıma, soluma baktım göremedim."

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.36

2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.2, s.3

3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.376

4) Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.318

5) Kıyâmet ve Âhiret; s.127, 128

6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.354