|
NİYÂZÎ-İ MISRÎ
Evliyânın büyüklerinden. Halvetî yolunun Mısriyye kolunun şeyhidir. Adı Muhammed
olup babasınınki Ali Çelebi'dir. Mahlası Niyâzî olup, uzun müddet Mısır'da
kaldığı için de Mısrî denilmiştir. 1618 (H.1027) senesinde Malatya'nın Soğanlı
köyünde doğdu. 1693 (H.1105) senesinde bir Çarşamba günü kuşluk vakti Limni
adasında vefât etti.
Niyâzî-i Mısrî, Malatya'da, önce İslâmî ilimlere âit temel bilgileri, sonra da
medrese tahsîline başlayıp tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini
öğrendi.Tahsîlini tamamladıktan sonra, câmilerde gâyet tesirli vâzlar vermeye
başladı. Sonra Malatya'da bulunan Halvetî şeyhi Hüseyin Efendinin sohbetinde
bulunarak, ondan feyz aldı. Hüseyin Efendinin vefâtından sonra, onun hasretinin
tesiri ile seyahate karar verdi. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdât'a gitti.
Burada, büyük âlimlerin, evliyânın ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî'nin kabrini
ziyâret ederek bereketlendi. Sonra hazret-i Hüseyin'in kabr-i şerîfini ziyâret
etti. Bağdât'ta dört sene ilim tahsîl etti.Tahsîlini tamamlayan Niyâzî-i Mısrî,
Kâhire'ye gitti. Şeyhûniyye denilen yerde, Kâdiriyye tarîkatı büyüklerinden olan
bir zâtın dergâhında misâfir kaldı ve talebe oldu. Hocasının bereket ve
himmetleriyle kemâle erdi. Kerâmetleri görülmeye başladı. Câmi-ul-Ezher'de hem
ders verdi hem de ilmini genişletti. Mübârek günlerde vâz u nasîhat ederdi.
Gâyet güzel Arabca konuşurdu.
Niyâzî-i Mısrî, elde ettiği ilim ve mârifetlere doymuyor, daha fazlasına
kavuşmak içinAllahü teâlâya şöyle yalvarıyordu:
Yâ Rab
bize ihsân et,
Vuslat
yolunu göster.
Sûretde
koma Cân et,
Uzlet
yolunu göster.
Nefsimi
hevâdan kes,
Kalbimi
riyâdan kes,
Meylimi
sivâdan kes,
Halvet
yolunu göster.
Candan
sana latîf kıl,
Her
tâata râgıb kıl,
Bir
pîre musâhib kıl,
Hizmet
yolunu göster.
Tâlim
edip esmâyı,
Bildir
bize eşyâyı,
Doymaya
"Ev ednâyı",
Hikmet
yolunu göster.
Hâr
içre biter gülzâr,
Zâr
içre doğar envâr,
Her
şeye tecellîn var,
Kurbet
yolunu göster.
Niyâzî-i Mısrî, devamlı ibâdet ve tâatla meşgûl olduğu sırada, bir gece
rüyâsında Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini gördü. Seyyid Abdülkâdir-i
Geylânî hazretleri büyük bir taht üzerinde oturmaktaydı. Etrâfına talebeleri
toplanmıştı. Niyâzî-i Mısrî, kendisini onların arasında görünce, hayâsından
dışarı çıkmaya yol ve fırsat aradığı bir sırada, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî
hazretleri, onu yanına çağırıp, bir kese altın hediye verdi ve; "Senin nasîbin
diyâr-ı Rûm'dadır. Mısır'da değildir." buyurdu. Ertesi gün Niyâzî-i Mısrî bu
rüyâsını hocasına anlatınca, hocası hemen ona hilâfet verdi ve duâ etti. Bunun
neticesinde Niyâzî-i Mısrî 1646 senesinde Mısır'dan ayrılarak İstanbul'a gitti.
İstanbul'daSultanahmed Câmii civârında Sokullu Mehmed Paşa dergâhında ikâmet
edip, uzun süre riyâzette kaldı. Kaldığı odada çok gözyaşı döktü. Halîl Paşa,
Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin kaldığı odanın döşemelerini yenilemek için
teşebbüste bulunduğu zaman, Niyâzî-i Mısrî hazretlerini rüyâsında gördü. Rüyâda
"Gözlerimin yaşı ile yıkanmış olan tahtaları muhâfaza ediniz." diye emretmesi
üzerine, tahtalarını muhâfaza etmek sûretiyle odayı tâmir etti.
Niyâzî-i Mısrî, bir süre Uşak ve Afyon'da insanları doğru yola sevk etmeye
çalıştı. Sonra Bursa'ya gitti. Halkın isteği üzerine, Şeker HocaCâmiinde Cumâ
geceleri vâz verdi. Niyâzî-i Mısrî, namazını cemâatle kılmaya dikkat ederdi.
Ekseriyetle Ulu Câmide Kur'ân-ı kerîm okur ve imâmlık yapardı. Bâzan vâz ve
nasîhat ederdi. Dördüncü Sultan Mehmed Hânın dâveti üzerine İstanbul'a tekrar
giden Niyâzî-i Mısrî, Ayasofya Câmiinde vâz ve nasîhat vermeye memur edildi.
Ayasofya Câmiinde, SultanDördüncü Mehmed, âlimler, tasavvuf büyükleri ve devlet
erkânının da hazır bulunduğu bir gün, vâz kürsüsünden tasavvuf yolunun hak
olduğuna, onların yaptıkları zikirlerin İslâm dînine aykırı olmadığına dâir
hakîkatı gâyet açık bir şekilde anlattı. Herkes îzâhına hayran oldu. Tasavvufun,
Allahü teâlânın emir ve yasaklarını seve seve yapmaya yardımcı olduğunu
anladılar.Niyâzî-i Mısrî, tekrar Bursa'ya döndü. İnsanları doğru yola sevk etmek
için vazifesine devâm etti.
Niyâzî-i Mısrî'nin şöhreti günden güne arttı. 1669 senesindeBursa'daki dergâhı
yapıldı. Allahü teâlâya kavuşmak isteyen ilâhî aşk sâhibleri bu dergâhta
toplanmaya başladı. Birçok ilim tâliblisi, ilim öğrenmek için dergâha koştular.
Rusya ile harb başlayınca, SadrâzamKöprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa, pâdişâh nâmına
Niyâzî-i Mısrî'yi Edirne'ye dâvet etti.Niyâzî-i Mısrî üç yüz talebesi ile orduya
katılmak için Edirne'ye gitti. Sonra tekrar Bursa'ya döndü. 1671 senesinde
Kamaniçe seferinde ikinci defâ Edirne'ye gitti. Oradaki Eski Câmide vâz ederken,
yapılan muhârebenin millet ve devlet üzerindeki acı tesirlerini anlattı.
Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin bu vâzı yanlış anlamalara sebep oldu. Kendisini
çekemeyenlerin şikâyeti üzerine Rodos'a gönderildi. Dokuz ay sonra mecbûri
ikâmet şartıylaBursa'ya dönmesine izin verildi. Yine Bursa'daki vâzı sırasında
bâzı konuşmaları sebebiyle Limni Adasına gönderildi. 1692 senesinde tekrar
Edirne'ye gitti.Selimiye Câmiinde kaldı. Ziyâretine gelen kalabalık halka vâz ve
nasîhat ederken, devlet işlerine dâir söylediği bâzı sözlerden dolayı tekrar
Limni'ye gönderildi.Bir sene sonra da vefât etti.
Niyâzî-i Mısrî, ilim, irfân ve mârifet sâhibiydi. Zaman geçtikçe, eserleri
tedkik edildikçe, kadri ve kıymeti çok iyi anlaşıldı.Sâdece zâhirle meşgûl olup,
bâtından haberi olmayanlar, onun bâzı sözleri karşısında hayrette kalarak, bu
mübârek zât hakkında yanlış düşüncelere kapıldılar. Ârif olanlar ise Niyâzî-i
Mısrî'nin bu sözlerindeki tasavvufî incelikleri anlayarak, bu inceliklerdeki
lezzeti tatmışlardır. Niyâzî-i Mısrî hazretleri şöyle buyurur.
Zât-ı
Hakda mahrem-i irfân olan anlar bizi,
İlm-i
sırda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi,
Ey
Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün,
Katre
nice anlasın, ummân olan anlar bizi.
Şeyh
Abdüllatîf Gazzî Efendi, Vâkıât adlı eserinde şöyle yazmaktadır: "Birisi
şeyhülislâmın huzûruna varıp, Niyâzî-i Mısrî hakkında tenkid mevzû olan sözü
kastederek; "Efendim bu sözü söyleyenlerin cezâsı nedir ve dinde ne lâzım
gelir." diye suâl edince, ârif ve kâmil bir zât olan şeyhülislâm; "Bu sözü
Niyâzî-i Mısrî hazretlerinden başka kim söylerse, katlolunur. Fakat Niyâzî-i
Mısrî söylerse, bir hikmet ve gizli bir sır vardır. O, zâhirî ilimlerde de kemâl
mertebesindedir. Onların böyle sözleri söylemesinde bir hikmet vardır. Biz
onlara dil uzatmağa kâdir olamayız." diyerek, o şahsı susturdu.
Niyâzî-i Mısrî'nin, talebelerinden Şeyh Ahmed Gazzî'ye yazdığı mektup şöyledir:
"İzzetli, fazîletli ve kıymetli oğlum! Sonsuz selâmlar ve hayır duâlar
takdîminden sonra, hâtır-ı şerîfleriniz suâl olunur. Ahvâlimizden suâl olunursa,
elhamdülillah sıhhat ve âfiyet üzereyiz. Bütün dostların hayırlı duâlarını
devamlı bilip, şüphe noktalarını kovup ve hak eyleyip, tarîkat-ı aliyyenin
gereğince, ameli elden bırakmayıp, dostlar ile iyi geçinmeyi en fazîletli amel
biliniz. Bizim yolumuzda dostlar ile iyi geçinmeden daha fazîletli amel yoktur.
İzzetli Târık Çelebi'ye selâmımızı tebliğ edip, onlar ile iyi geçinmeniz
matlûbumuzdur. Kâsım Çelebizâde'ye, birâderine ve oğluna selâm ederiz."
Niyâzî-i Mısrî'nin, başka bir talebesine yazdığı bir mektup şöyledir: "Mısrî'nin
her şeyi yağma oldu. Ancak görünür bir cesedi kaldı. Mısrî'yi şimdiden sonra
isteyenler, muhabbet ehli ise, gönülde arasın. Mârifet ehli ise, sözlerimizde
arasın. Her ne kadar uzak isek de evvelce ikrârı olanlardan biz ayrı değiliz. Ne
kadar yakın olsalar da inkarı olanlar bizi göremez. Hakîkî âşinâlık ise gönülde
olup uzak-yakın birdir. Doğru yolda olanlara selâm olsun."
Niyâzî-i Mısrî'nin yazdýðý eserler þunlardýr: 1) Mevâid-ül-İrfân Avâid-ül-İhsân, 2) Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ,
3) Risâle-i Eşrâtüs-Sââ', 4) Suâller ve Mısrî'nin Cevapları, 5) Tefsîr-i Sûre-iYûsuf,
6) Risâle-i Mebde' ve Me'âd, 7) Risâle-i Mısrî, 8) Tefsîr-i Fâtiha, 9)
TürkçeDîvân: Bu dîvândaki şiirler çok yanık ve
akıcıdır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
KIYMETİ
TAKDÎR
Sultan
Abdülmecîd Hân, Selânik'e giderken fırtına sebebi ile gemi Limni'ye sığınmak
zorunda kaldığı zaman, uzaktan gördüğü türbenin kime âid olduğunu sordu.
Yanındakilerden birisi türbenin Niyâzî-i Mısrî'ye âid olduğunu söyledi ve onun
başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine Sultan Abdülmecîd, Niyâzî-i Mısrî
hazretlerinin kabrini ziyâret etmek için türbeye gitti. Türbede, Niyâzî-i
Mısrî'nin rûhâniyetine hitâben; "Ey Niyâzî-iMısrî, kıymetini takdir edemeyen
kimselere bedduâ eylemişsin. Sonra gelen bizlerin bunda bir kabahati yok.
Bizlere, feyzli nazarının geldiği âşikâr olmadıkça, türbenden dışarı çıkmam"
diye yalvardı ve Kur'ân-ı kerîm okuyarak rûhuna hediye eyledi.SultanAbdülmecîd
Hân, Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin feyz dolu nazarlarına kavuşunca dışarı çıktı
ve türbenin tâmir edilmesi için emir verdi.
KAYNAKLAR
1)
Sefînet-ül-Evliyâ; c.5, s.72
2)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.172
3) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1129
4)
Niyâzî Dîvânı
5)
Tezkire-i Sâlim; s.688
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.184
|
|