NEVEVÎ
Şâfiî
âlimlerinin büyüklerinden. İsmi Yahyâ bin Şeref, lakabı Muhyiddîn, künyesi Ebû
Zekeriyyâ'dır. 1233 (H.631)de Muharrem ayında, Şam'ın güneyindeki Nevâ
kasabasında doğdu. Doğduğu yere nisbetle Nevevî denmiştir. 1277 (H.676) yılının
Receb ayında vefât etti.
Babası
anlattı: "Oğlum yedi yaşına basmıştı. Ramazân-ı şerîfin yirmi yedinci gecesi
yatağında uyuyordu. Biz bu geceyi ihyâ etmek için Kur'ân-ı kerîm okuyorduk.
Oğlum gece yarısına doğru uyandı ve; "Babacığım! Evimizi dolduran bu nûr nedir?"
diye sordu. Biz hiçbir şey göremiyorduk. O zaman anladım ki, bu gece Kadir
gecesidir, oğlum ileride Allahü teâlânın sevdiği kullarından olacaktır."
Muhyiddîn Ebû Zekeriyyâ Yahyâ'yı, babası küçük yaşta Kur'ân-ı kerîm öğrenmesi
için mektebe gönderdi. Kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmi ezberledi.
Büyük
âlimlerden Muhammed Zerkeşî anlatır: "Nevevî'ye Kur'ân-ı kerîm öğreten zâta
gittim. Ona tavsiyelerde bulundum ve; "Bu çocuğun ileride zamânın en büyük âlimi
ve dünyâya hiç gönül bağlamayan bir zâhid olacağını, bunun sebebiyle pekçok
kimselerin hidâyete, doğru yola kavuşacağını ümid ediyorum." dedim. Bunun
üzerine hocası bana; "Nereden biliyorsun, sen müneccim misin?" diye sordu. Ben
de; "Hayır. Ancak Allahü teâlâ beni böyle konuşturuyor. Konuşana değil,
konuşturana ve söylenilene bak." dedim. Bunu babasına da söyledim ki, iyi
yetiştirsin."
Tasavvuf yolundaki hocası Yâsîn bin Yûsuf anlatır: "Yahyâ bin Şeref'i, on
yaşında iken Nevâ'da gördüm. Çocuklar onu, kendileriyle berâber oyun oynamaya
zorluyordu. O ise çocuklardan kaçıyor ve ağlıyordu. Bu hâlde Kur'ân-ı kerîm
okumaya devâm ediyordu. Onun bu hâlini görünce, kalbime sevgisi düştü, onu çok
sevdim. Babasının bir dükkanı vardı. Nevevî de dükkanda dururdu. Alış-veriş onu
Kur'ân-ı kerîm okumaktan hiçbir zaman alıkoymazdı."
Nevevî
on dokuz yaşına gelince, babası onu Şam'daki Revâhiyye Medresesine tahsîle
gönderdi. Önce tıp dersleri gördü, sonra tamâmiyle din dersleri üzerinde çalıştı. Şâfiî mezhebinin
temel kitaplarından olan El-Tenbîh'i ve Mühezzeb'in dörtte birini dört buçuk ayda ezberledi. Kemâleddîn Sellâr Erbilî, İzzeddîn Ömer
Erbilî, Kemâleddîn İshâk bin Ahmed hazretlerinin derslerine devâm etti. Onlardan
fıkıh ilmini öğrendi. İzzeddîn Ömer Erbilî'ye çok hizmet etti. Onun abdest
ibriğinin suyunu doldururdu. Her gün hocalarından on iki ayrı ilim okurdu.
Usûl,
nahiv, lügat ve benzeri ilimlerin inceliklerine vâkıf oldu. Hadîs ilmini; Hâfız
Zeyn Hâlid Nablûsî, Radî bin Bürkân, İbn-i Abdüddâim, Ebû Muhammed İsmâil bin
Ebî Yusr ve birçok âlimden öğrendi. Kısa zamanda ilimde devrinin en büyük
âlimlerinden oldu. Kısa süren ömründe, insanlığın saâdeti için pekçok kitap
yazdı. Şâfiî mezhebini kayda geçirdi. Kendisinden; Şeyh el-Mizzî, Ebü'l-Hasan
Attâr ve pekçok âlim ilim tahsîl ettiler.
İmâm-ı
Nevevî hazretleri, geçinmede kanâat üzere olup, nefsî ve dünyevî arzu ve
isteklerden vaz geçmişti. Allahü teâlâdan çok korkardı. Doğru konuşur, yerinde
söyler, geceleri ibâdet ve tâat ile geçirirdi. İlim tahsîlinde gayretli olup,
sâlih ameller yapmakta sabrı çoktu. Şam halkının yediği şeylerden yemez,
memleketinden, anne babasının yanından getirdiği, tam helâl olduğunu bildiği
şeyleri yemekle kanâat ederdi. Yirmi dört saatte bir defâ, yatsıdan sonra yemek
yerdi. Yine günde bir defâ, sahur vaktinde su içerdi. O diyârın âdeti olan kar
suyu içme âdetini yapmazdı. Bekârdı. Hiç evlenmedi. Geceleri uyumaz, ibâdet eder
ve kitap yazardı. Devlet reislerine, vâlilere ve diğerlerine emr-i mârûf ve nehy-i
münker ederdi. Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından sakınmak lâzım
olduğunu anlatırdı. Bu işte hiç müdâhene etmez, gevşeklik göstermezdi. İki kere
hacca gitti. 1266 senesinde, Dâr-i Hadîs-i Eşrefiyye'de ders verdi. Vefâtına
kadar bu vazîfesinin karşılığında oradan hiç para almadı. Mübârek sakalında
birkaç tâne beyaz kıl vardı. Üzerinde sekîne ve vakar hâli herkes tarafından
görünürdü.
Aynı
zamanda evliyâ-i kirâmın büyüklerindendir. Çok kerâmetleri görülmüştür.
Bâzı
keşf sâhipleri, İmâm-ı Nevevî için; "Kutb olmayınca, ölmedi." demişlerdir.
Gâibden ses işitmek, kilitli kapıyı açmak ve benzeri çok kerâmetleri
görülmüştür. Bir defâsında duvar yarılmış, çok güzel bir şahıs içeri girmiş,
dünyâ ve âhiret işleri, evliyâ ile birlikte bulunması hakkında ona çok şeyler
söylemiştir.
Bir gün
İbn-i Nakîb, Nevevî'ye geldi. İmâm-ı Nevevî; "Ey Kâdı'l-kudât, otur!" dedi.
Biraz sonra İbn-i Nakîb'i Kâdı'l-kudât tâyin ettiler.
Bârizî,
Nevevî'yi rüyâda görüp; "Dâimî oruç için ne dersiniz?" diye sordu. İmâm-ı Nevevî;
"Âlimlerin bunda on iki kavli vardır." buyurdu. Uyanınca, bir sene bu meseleyi
inceledi. Nevevî'nin dediği gibi buldu.
Ebü'l-Hasan
Şam'da nekris hastalığından yatıyordu. Nevevî ziyâretine gitti. Yanına oturup,
sabırdan konuşmaya başladı. Konuştukça hastanın ağrıları azar azar geçti.
Yanından kalkınca hiçbir şeyi kalmadı.
Ömrünün
sonlarına doğru, üzerinde olan emânetleri sâhiplerine verdi, borçlarını ödedi.
Kitaplarını kütüphâneye verdi. Nevâ'da doğduğu evde günlerce hasta yattı. 1277
(H.676) yılının Receb ayında vefât etti. Türbesi ziyâret edilmekte, âşıkları
mübârek rûhundan feyz almaktadır.
Pekçok
âlim, İmâm-ı Nevevî hakkında; "Asrının kutublarından idi. Haramlardan şiddetle
kaçar, şüpheli korkusuyla mübahların çoğunu terk eder, dünyâya hiç meyletmezdi.
İlimde her sözü birer vesîka, senetti. Eshâb-ı kirâmın yoluna tam olarak uyan,
Ehl-i sünnet îtikâdını yaymak için hayâtı boyunca çalışan mübârek bir zâttı."
dediler.
İmâm-ı
Sübkî anlatır: Babam 1341 yılında Dâr-i Hadîs-i Eşrefiyye'de ders okutuyordu.
Geceleri salona çıkar, teheccüd namazı kılardı. Zaman zaman yüzünü halılara
sürer; "Buraya İmâm-ı Nevevî hazretlerinin mübârek ayakları değmiştir. Bu
halılara âşık olmamın, hayran kalmamın ve yüzümün en şerefli yerlerini bu
yaygılara sürmemin sebebi budur." derdi.
Yazdığı
eserlerin sayısı çoktur. Okuyanlar pekçok istifâde
etmektedirler. Eserlerinden
bâzıları şunlardır: Ravda, fıkıh ile ilgilidir. Riyâz-üs-Sâlihîn, hadîs
üzerinedir. Hadîs-i şerîflerin şerhi hakkında, Şerh-i Sahîh-i Müslim'i
vardır. Hadîs ricâlinin isimlerini harf sırası ile bildiren Tehzîb-ül-Esmâ
adlı büyük bir kitabı vardır. Lügat-üt-Tenbîh, Tıbyân, Minhâc
gibi eserleri de vardır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
DİŞLERİNİ
GÖSTERDİLER
Şam
vâlisi, Câmi-i Emevî Kütüphânesindeki kitapları, İran'a nakletmek istediği
zaman, Nevevî hazretleri ona mâni oldu. Vâli, onu iknâ etmek istedi. Vâlinin
evinde halı olarak kullanılan kaplan ve yırtıcı hayvan derileri vardı. Nevevî
onlara işâret etti. Allah'ın kudreti ile dirilip, vâliye dişlerini gösterdiler.
Vâli ve yanındakiler oradan kaçtılar. Sonra vâli, İmâm-ı Nevevî hazretlerinden
özür diledi ve elini öptü.
SULTANA
NASÎHAT
İmâm-ı
Nevevî, Baybars'a yazdığı bir mektupta şöyle buyurdu:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allahü teâlâya hamdolsun. Efendimiz Muhammed aleyhisselâma ve âline salât ve
selâm olsun. Abdullah Muhyiddîn Nevevî'den Sultan Zâhir'e. Dînin hizmetçileri
olan ulemâ daha önce size bir mektup yazmışlardı. Cevâbınız sert oldu. Gelen
mektupta cihâd, dînî hükmünden ayrı olarak bildirilmektedir. Allahü teâlâ
ihtiyaç hâsıl olunca, emir sâhiplerinin yanında lüzumlu îzâhlarda bulunmayı
vâcib kıldı ve Âl-i İmrân sûresi yüz seksen yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen
şöyle buyurdu: "Vaktiyle Allahü teâlâ, kendilerine kitâb verilenlerden şöyle
temînât almıştı; "Celâlim hakkı için, kitâblarımda olanı, muhakkak insanlara
açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz." Onlar ise söz ve temînâtı
sırtlarının arkasına attılar. Böylece karşılığında biraz para aldılar. Bu ne
kötü alış veriştir!.." Bu sebeple bize bu hususta bir açıklamada bulunmak
vâcib olup, susmak haramdır.
Mektûbunuzda, cihâdın askere mahsus olmadığı ifâde edilmektedir. Evet öyledir.
Fakat cihâd farz-ı kifâyedir. Sultanın ordusu vardır. Onların beytülmâldan
muayyen bir yiyecek tahsîsâtı vardır. Bu sebeple savaştan geri kalan halk ise,
gerek kendilerinin, gerek sultanın, gerekse asker ve diğerlerinin faydasına
olan, herkesin muhtaç olduğu zirâat, sanat ve başka işlerle meşgûl olmaktadır.
İşte
askerin ihtiyâcı beytülmâldan ayrılan tahsîsât ile temin edilmektedir.
Beytülmalda kâfi miktarda para ve mal varken, halktan bir şey almak helâl
değildir. Böyle olduğunda bütün İslâm âlemindeki ulemâ ittifak hâlindedir.
Hamdolsun beytülmâlın para ve mala ihtiyâcı yoktur. Durum böyle olunca, cihâd ve
başka zamanlarda Allahü teâlâdan yardım istenir. Resûlullah'ın sünnet-i
seniyyesine ve dînin emirlerine uyulur.
Önceki
ve bu mektupta yazdıklarımızın hepsi, hem size, hem de halka nasîhattır. Bu
nasîhatlerde kınanacak hiçbir şey yoktur. Halka yumuşak muâmelede bulunmayı,
şefkat göstermeyi, Ehl-i sünnet yolunu ve Resûlullah'a tâbi olmayı sevdiğinizi
bildiğimiz için, size bu nasîhatleri yaptık.
Bizim
nasîhatimiz sebebiyle, halkı ve ulemâyı tehdit etmenize gelince, böyle şeyler
sizin adâlet ve hilminize muvâfık değildir. Müslümanların zayıfları ve
güçsüzleri, sultana nasîhatten başka ne yapabilir. Halbuki, onlar nasıl nasîhat
edileceğini de bilmemektedirler.
Şahsıma
gelince, gerek tehdid ve gerekse tehdidin de ötesinde her hangi bir durum,
Allahü teâlânın izni ile, bana zarar vermez ve nasîhatten alıkoymaz. Çünkü ben
ve benim durumumda olanlar, sultana nasîhat etmemizin vâcib olduğuna inanıyoruz.
Bir vâcibi îfâ ederken, başıma gelecek şey, Allahü teâlânın katında benim için
hayırlıdır. Resûlulah sallallahü aleyhi ve sellem nerede olursak olalım, hakkı
söylememizi, Allahü teâlânın rızâsı yolunda kınayanın kınamasından korkmamamızı
emretmiştir. Biz, dünyâ ve âhirette size faydalı olacak işleri yaparak devamlı
hayırlara vesîle olup, kıyâmete kadar hayırla yâdedilmenizi, bu sebeple
ebediyyen Cennet'te kalmanızı istiyoruz. Allahü teâlânın selâmı, rahmeti ve
bereketleri Peygamber efendimiz üzerine olsun!.."
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üş-Şâfiîyye; c.8, s.395
2) El-A'lâm;
c.8, s.145
3)
Tabakât-ül-Huffâz; s.510
4)
Tezkiret-ül-Huffâz; c.4, s.1470
5) El-Bidâye
ven-Nihâye; c.13, s.278
6)
Şezerât-üz-Zeheb; c.5, s.354
7)
Miftâh-üs-Se'âde; c.2, s.146
8)
Mu'cem-ül-Müellifîn; c.13, s.202
9)
Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.524
10) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1129
11)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.200
12)
İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.8, s.130
|