CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

NECCÂRZÂDE MUHAMMED SIDDIK

Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. 1719 (H.1131) senesinde İstanbul’da doğdu. Büyük velî Neccârzâde Mustafa Efendinin oğludur. Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Muhammed Sıddık, ilim ve tasavvuf yolunu babasından ve Mustafa Fenciyi Efendiden öğrendi. Nakşibendiyye ve Halvetiyye yollarının büyüklerindendi. Tasavvuf yolunda icâzet aldıktan sonra Hüdâî Dergâhında talebe yetiştirmeye, ilim ve feyz vermeye başladı. Babasının vefâtından sonra yerine geçerek Rumelihisarı’ndaki yalısında talebe yetiştirmeye devâm etti.

Muhammed Sıddık Efendi bir ara Aziz Mahmûd Hüdâî Dergâhına şeyh tâyin edildi. Tâyin edildiğinde Aziz Mahmûd Hüdâî’nin türbesine girip bir müddet içerde kaldı. Biraz sonra dışarıya çıkınca; “Hazret-i Hüdâî efendimiz bize bir salkım üzüm verdi. Bizim bu dergâhda şeyhlik müddetimiz on bir ay olsa gerektir, fazla değildir.” buyurdu. On bir ay burada vazîfe yaptıktan sonra tekrar kendi yalısına döndü.

Muhammed Sıddık Efendi 1794 (H.1208) senesinde Rumelihisarı’ndaki dergâhında vefât etti. Sinan Paşa Câmiinin kuzey duvarı üzerindeki mescidinde babasının yanına defnedildi.

Talebelerinden birisi şöyle anlatır: “Dört oğlum tâûn hastalığından arka arkaya vefât etmişti. Hem oğullarımın vefât acıları hem de ben ve hanımım yaşlı olduğumuz için artık çocuğumuz olmayacağını da düşünerek üzgün ve perişan bir haldeydik. Gerçi Şeyh Muhammed Sıddık Efendinin tesellileri ile biraz rahatlıyordum. Fakat yaşlılığımız sebebiyle artık çocuğumuz olmayacağı hatırıma geldikçe bir hayli üzülüyordum. Şeyh Muhammed Sıddık Efendi benim bu hâlimi anlayıp bir gün yine huzûrunda mahzûn mahzûn dururken; “Sen evlâd acısıyla ve bundan sonra daha çocuğun olmayacağını düşünerek kendini perişan ediyorsun. İnşâallah Allahü teâlâ sana çocuk verir.” buyurdu. Gerçekten bir müddet sonra hanımım yaşlı olmasına rağmen hocamın duâsı ile bir çocuğumuz oldu.

Talebelerinden birinin çocuğu üç yaşına gelmesine rağmen henüz yürümüyordu. Bu duruma babası çok üzülüyordu. Bir gün bu çocuğunu hocası Muhammed Sıddık’ın huzûruna getirdi ve durumunu arz etti. Muhammed Sıddık hemen çocuğun elinden tutup, besmele çekerek yürütmeye başladı. Çocuk, Allahü teâlânın izniyle yürür oldu.

Sevenlerinden birisi çok hastalanmıştı. Durumunu arz etmek ve duâ istemek için Muhammed Sıddık Efendiye bir haberci gönderdi. Biraz sonra gönderdiği haberci içeri girerek; “Muhammed Sıddık Efendi hâlinizi sormak için birini göndermiş.” dedi. O zât bu duruma çok şaşırdı. Gelen kişi; “Hoca Efendi size selâm söyledi. Hastalığınızın zamânının tamam olduğunu bildirmemi emretti.” dedi. O zât Allahü teâlânın izniyle o gün iyileşti.

Bir gün Eyüp’teki Kaşgarî Mescidinden biri gelip, hocaları Îsâ Efendinin şifâ bulması için duâ istedikte; “Selâmet-i hâtimesi için Fâtiha okuyalım.” buyurdu. Îsâ Efendinin o saatte vefât ettiği anlaşıldı.

Sevenlerinden biri ziyâret etmek maksadıyla huzûruna gelmişti. Mustafa Sıddık Efendi o zâtı görünce; “Arkadaşın falan zât üç güne kadar makam sâhibi olacak. Git kendisine müjdele." buyurdu. O da gidip durumu müjdeledi. Üç gün sonra Allahü teâlânın izniyle dediği gibi oldu.

Muhammed Sıddık Efendinin şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı ve Esfâr-ı Erbaa isimli bir eseri vardır.

 

KAYNAKLAR

1) Sicillî Osmânî; c.4, s.429

2) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.350

3) Muhtasar-ül-Velâ Tercümesi; s.144

4) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı); s.366