MUSTAFA ÂKİF EFENDİ
(Amasyalı)
On
sekizinci yüzyılda Anadolu'da yetişen ilim ve gönül ehlinden. İsmi, Mustafa bin
Ebû Muhammed Bayram Efendi el-Merzifonî'dir. 1686 (H.1098) senesinde Amasya'da
doğdu. 1760 (H.1173) senesinde Amasya'da vefât etti. Kabri, Amasya'da surların
dışındaki kabristanın kıble tarafındadır.
İlim
ehli asîl bir âileye mensûb olan Mustafa Âkif Efendi, küçük yaşta ilim tahsîline
başladı. Zamânının ileri gelen âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti.
Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Kazâbâdî ve Remzî el-Kayserî
ilim tahsîl ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânın çeşitli ilim
merkezlerini gezdi. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîs ilmini tahsîl
etti. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim
ve diğer sahîh hadîs-i şerîf kitaplarını okudu. Ebü'l-İzz el-Acemî ona
hadîs-i
şerîf okutmakla ilgili icâzet verdi.
Üç defâ
hacca giden Mustafa Âkif Efendi, hac esnâsında çeşitli İslâm memleketlerinden
gelen âlim ve velîlerle görüşüp, onların meclis ve sohbetlerinde bulundu. Aklî
ve naklî ilimlerde derin âlim olduktan sonra memleketi olan Amasya'ya döndü.
Sultan Bâyezîd Medresesine müderris tâyin edilip ders okuttu ve talebe
yetiştirdi. Daha sonra uzun müddet Amasya Müftisi olarak vazîfe yaptı. Gerek
müderisliği, gerek müftîliği sırasında insanlara İslâm dîninin emir ve
yasaklarını anlatıp onların iki cihân saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu.
Yaşlanınca müftîlikten ayrıldı. İlme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle,
Şeyhülislâm Mustafa Efendi kendisine, Süleymâniye müderrisliği pâyesini
gönderdi. Ömrünün sonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih eden
Mustafa Âkif Efendi, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Tasavvuf yoluna girip bu
yolda ilerledi. Onda mânevî haller ve kerâmetler görüldü. İnsanlar ona,
gördükleri bu haller sebebiyle deli ve mecnûn gözüyle bakmaya başladılar. Gece
ve gündüzünü ilme ve ibâdete veren Mustafa Âkif Efendi, ilmî mütâlaalar ve
araştırmalarda bulundu. Gece sabaha kadar lambası hiç sönmeyen bu âlim zât,
gözlerinin bozulmaması için çalıştığı odaya birçok lamba koyardı.
Tıb,
astronomi ve matematik ilimlerinde mahâret sâhibiydi. Tıb ilminin gereklerine
dikkat ederdi. Talebelerinin ve sevdiklerinin hastalıklarına çeşitli ilaçlar
yaparak tatbik ederdi. Bunun için evinin üstünde bir oda yaptırmıştı. Burada
oturur, bedenen sıhhatli olmak için oraya hızlı iner çıkardı. Bahçede gidip
gelerek hareketli olmaya çalışırdı. Bu bahçede talebelere ders okuturdu. Yanında
çok sayıda talebe bulunmasını istemezdi. Eğer talebelere ders vermesi gerekirse
dört veya beş talebeye ders verirdi. Bir kişi fazla olsa, onu kabûl etmezdi.
Eğer azıcık müsâde etse etrâfını talebe sarardı.
Mustafa
Âkif Efendi ulemâ sınıfından olmasına rağmen belli bir kıyâfet giyinmezdi. Bâzan
ulemâya âit elbise giydiği gibi bâzan da mevlevî dervişlerine âit elbise
giyerdi. Câmiye giderken vakar ve ağır başlılıkla giderdi.
Kendisi
cömert olup, ikrâm ve ihsân sâhibi idi. Ziyâfet hazırlar, memleketin ileri
gelenlerinden vâli, kâdı ile ulemâdan birçoklarını ve halkın ileri gelenlerini
dâvet ederdi. Şehrin vâlisi Cumâ günleri onu ziyâret ederdi. Vâliyi saygı ile
karşılar ona izzet ve ikrâmda bulunurdu. Vâli ile müsâfeha ettikten sonra; "Siz
sultanın vekillerisiniz. Size itâat ve saygı gerekir." derdi. Kendisi fakir
olmasına rağmen Allahü teâlânın ihsân ve bereketiyle fakirlere bol tasaddukta
bulunurdu. Câmiye giderken boynuna beyaz bir kese asar, kesenin içine altın ve
gümüş paralar doldururdu. Onun cömert ve ihsân sâhibi olduğunu bilen fakirler,
yolu üzerine sıra olurlardı.Kesede bulunan paraları fakirlere ve ihtiyaç
sâhiplerine altın veya gümüş fark ettirmeden dağıtırdı. Bâzan da kesedeki para
bitinceye kadar avuç dolusu verirdi. Bâzan fakirler onun üzerine fazlaca
yüklenmek isteyince, keseyi bırakarak hızlıca evine giderdi. Sonra fakirler
kesesini evine getirirlerdi. Malı ve geliri olmamasına rağmen bu âdetini hemen
hemen her gün devâm ettirirdi. İnsanlar onun bu hâline şaşarlardı. Halbuki
Allahü teâlâ pekçok velîsine olduğu gibi, Mustafa Âkif Efendiye de kerâmet
olarak bu malları ihsân etmişti.
Mustafa
Âkif Efendi, pekçok ilmî araştırmaları olan bir zâttı. Amasya kütüphânelerindeki
kitapları araştırmıştı. Okuduğu ve incelediği kitaplara rakamlar şerhler koyar,
fihristlerini çıkarırdı. Çok kere kırmızı mürekkeple ve ta'lik hattıyla yazardı.
Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler söyler, nesirler yazardı. Üç lisanda da şiir
kâbiliyeti vardı. Tıp ilminde de geniş bilgi sâhibiydi. Hey'et, astronomi ve
hendese, geometri ilimlerinin teorik ve pratik kısımlarında ihtisas sâhibiydi.
Aklî ve naklî ilimlerin usûl ve fürû kısımlarında yüksek âlimdi. Hattâ onun; "Üç
yüz senedir usûl-i fıkıhta benim gibi birisi gelmedi." dediği rivâyet olunur.
Edebiyâtta Anadolu'daki Arapça dîvânlar onun şiirinin kaynağıydı. Arapça
Kasîde-i Mîmiyyesi ve Kasîde-i Ayniyyesi vardı.
İlmiyle
âmil, fazîlet sâhibi bir velî idi. Tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh ve fıkıh
ilimlerinde zamânının mürâcaat kaynağı olan Mustafa Âkif Efendi, 1760 (H.1173)
senesi Receb ayının yirmi birinci Pazar günü güneş doğmadan önce Amasya'da vefât
etti. Amasya surunun dışında, Musallâ yolundaki kabristanın kıble tarafında
defnedildi.
KAYNAKLAR
1)
Kitâbü'l-Mecmû fil-Meşhûd vel-Mesmû; s.40-43
|