CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

MÛSÂ SEDRANÎ

Meşhur velîlerden. On ikinci asırda yaşamıştır. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin oğlu şöyle anlatmıştır:

"Bir hac seferinde babamla berâberdik. Kâbe'yi tavâf ederken Mağribli bir şeyh gördüm. Sohbetinden bereketlenmek için halk, huzûrunda toplanıyor, ziyâretine geliyordu. Beni de o zâta tanıtıp; "Bu Şihâbüddîn-i Sühreverdî'nin oğludur." dediler. Bana merhaba deyip başımdan öptü ve hayır duâ etti. Onun duâsının bereketini dâimâ kendimde gördüm. Ümid ederim ki, onun duâsının bereketine âhirette de kavuşurum. Beni o zâta tanıtanlara bu zâtın kim olduğunu sordum. "Bu zâta Şeyh Mûsâ derler." diye cevap verdiler. Tavaftan sonra babama; "Oğlun Şeyh Mûsâ ile görüştü." dediklerinde, babam çok memnun olup, bana duâ etti. Şeyh Mûsâ'nın üstünlüğünden bahsetti.

Şeyh Mûsâ'nın talebelerinden biri; "Onun Kur'ân-ı kerîmi çok hatmetmesi doğrudur. Bunu daha önceden işitmiştim. Hatırıma bu nasıl olur, diye gelmişti. Bir gece onunla birlikte Kâbe'yi tavâf ettim. Tavâfdan sonra Hacer-ül-Esvedi öptü. Oturup Kur'ân-ı kerîm okumaya başladı. Fâtiha sûresinden başlayıp, Hacer-ül-esvedden Kâbe'nin kapısı karşısına kadar dört adımlık yeri yürüyene kadar kısa zamanda bir hatmi tamamladı. Ben harf harf tâkip ettim." dedi. Babam ve orada bulunan cemâat bu sözleri dinleyip kabûl ettiler. Bunun üzerine babam Şihâbüddîn-i Sühreverdî'ye; "Bu hal zamânın genişlemesi kâbilinden ve evliyâda hâsıl olan bir hal midir?" dedim. Babam; "Öyledir." dedi. Bu hâdiseyi isbat için de şöyle anlattı:

"Şeyh-üş-Şüyûh İbn-i Sekîne'nin kuyumculuk yapan bir müridi vardı. Bu mürid, Cumâ günleri dervişlerin, talebelerin seccâdelerini câmiye getirir, namazdan sonra da toplayıp dergâha götürürdü. Yine bir Cumâ günü seccâdeleri alıp birbirine bağladı. Dicle Nehri kenarına gitti. Gusül abdesti almak için nehre girdi. Suya girip çıkınca baktı ve oranın Dicle Nehri olmadığını gördü. "Burası neresidir?" diye bir kimseden sorunca; "Mısır'dır ve bu nehir Nil Nehridir." dediler. Hayret edip, oradan şehre gitti. Bir kuyumcu dükkanına vardı. Üzerinde sâdece örtünecek kadar bir bez vardı. Kuyumcu onun da kuyumcu olduğunu ve başından acâib bir hâdisenin geçtiğini anladı. Ona hoş muâmele yapıp evine götürdü. Onu kızı ile nikâhladı. Bu evlilikten üç çocuğu oldu. Bu hal üzere yedi sene geçti. Bir gün Nil Nehrine gidip suya girdi. Sudan başını çıkarınca, kendini Dicle kenarında buldu. Yedi sene önce suya girdiği yer ve elbiseleri de koyduğu yerde duruyordu. Elbiselerini giyinip dergâha gitti. Dervişlerin seccâdelerini bağladığı gibi buldu. Ona çabuk ol cemâat mescide girmeye başladı demeleri üzerine, seccâdeleri mescide götürdü. Namazdan sonra da dergâha döndü. Başından geçen hâle çok şaşırmış bir halde evine döndü. Hanımı; "Misâfirler için balık pişirmemizi istemiştin. Balık pişti hazır, misâfirleri getir." dedi. Gidip misâfirleri getirdi balık yediler.

Sonra hocası İbn-i Sekîne'nin evine gidip, başından geçen hâdiseyi anlattı. "Mısır'daki çocuklarını gidip getir." buyurdu. Bilâhare gidip getirdi. Hocası ona; "Sen Dicle'ye girdiğin sırada hatırında ne vardı?" diye sorunca; "Hatırımda meâlen; "Rabbinin indinde bir gün, saydığınızdan bin sene gibidir." buyrulan âyet-i kerîme vardı. Bunu düşünüyordum." dedi. Hocası; "Bu hal, Allahü teâlânın rahmetidir. Senin müşkülünün halli ve îmânının tashihidir. Allahü teâlâ bâzı kullarına mahsus olmak üzere zamânı böyle uzun yapmaya ve yine kısa göstermeye kâdirdir." buyurdu.

 

KAYNAKLAR

1) Bahr-ül-Velâye, Süleymâniye Kütüphânesi, H.Hüsnü Kısmı, No: 579, v.456-A