MÂLİK BİN ENES
Ehl-i sünnetin amelde dört
hak mezhebinden biri olan Mâlikî Mezhebinin kurucusu. Sekizinci yüzyılda
Medîne-i münevverede yaşayan âlim ve velîlerden. İsmi, Mâlik bin Enes, künyesi
Ebû Abdullah'tır. Soyu, Yemen'deki Benî Esbâh kabîlesine ve Himyerîlerden bir
hükümdâr hânedânına dayanmaktadır. Eshâb-ı kirâmdan ve Medîne-i münevvereye
yerleşen Ebû Âmir radıyallahü anh onun dedelerindendir. 708 (H.90) senesinde
Medîne-i münevverede doğdu. Doğum târihiyle ilgili başka rivâyetler de vardır.
795 (H.179) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Tebe-i tâbiînden olan
Mâlik bin Enes, ilimle ve hadîs-i şerîf rivâyetiyle meşgûl olan bir âilede ve
çevrede yetişti.Dedesi Mâlik, babası Enes, amcası Süheyl hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir. Sevgili Peygamberimizin yaşadığı ve İslâm dîninin hükümlerinin vâz
edildiği zamânın en önemli ilim merkezlerinden olan Medîne-i münevverede hayat
sürdü.
Böyle bir çevrede dünyâya
gelen Mâlik binEnes, küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Kendi isteği ve
bilhassa annesinin teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Annesi en güzel
elbiselerini giydirerek, sarığını sarıp; "Şimdi git, oku yaz." dedi. Oğlunu
zamânın en meşhûr âlimi Râbiat-ür-Rey'in huzûruna götürdü.Râbia bin
Abdurrahmân'ın derslerine devâm eden Mâlik bin Enes genç yaşta fıkıh ilmini
öğrendi.SonraAbdurrahmân bin Hürmüz'ün derslerine devâm edip, ondan çok istifâde
etti. Büyük bir hayranlık ve muhabbet duyduğu hocası hakkında; "İbn-i Hürmüz'ün
derslerine on üç sene devâm ettim. Ondan nice ilimler öğrendim. Bunların bir
kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O, bid'at ehlini red bakımından ve insanların
ihtilâf ettikleri şeyler husûsunda onların en bilgilisiydi." derdi.
İlim öğrenmek husûsunda
her fedâkârlığa katlanan Mâlik bin Enes, tahsil uğruna evini dahi satmıştır.
Kendisi şöyle demiştir: "Öğle vakti hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah'ın âzâtlısı
olan Nâfi'ye gider ve kapısında beklerdim. Nâfi, hazret-i Ömer'den nakledilen
ilimleri ve onun oğlu Abdullah'ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli
sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nâfi', dışarı çıkınca edeple
selâm verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip; "Abdullah bin Ömer şu
meselelerde ne buyurmuştur?" diye sorardım. O da suâllerimi cevaplandırırdı."
Nâfî'den başka Tâbiînden olan İbn-i Şihâb ez-Zührî ve Saîd bin el-Müseyyib'den
de ilim öğrendi. Kendisi şöyle anlattı: "Bir bayram günüydü. Bayram namazını
kıldıktan sonra, bugün İbn-i Şihâb'ın boş vakti olur diyerek evine gidip
kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim var bak dediğini duydum. O da
kumral yüzlü talebeniz var deyince, onu derhal içeri al demesi üzerine beni
içeri aldılar. Biraz bekledim, İbn-i Şihâb yanıma gelip bana; "Herhalde evine
gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?" dedi. Daha ben hayır demeden
yemek hazırlanmasını emredince; "Yemeğe, ihtiyâcım yok." diye mukâbelede
bulundum. Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun, dedi. Bana hadîs-i
şerîf öğretmenizi istiyorum efendim, deyince, kalem defter çıkar dedi. Sonra
kırk tâne hadîs-i şerif rivâyet etti. Biraz daha rivâyet etmesini isteyince,
şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de muhaddis
olursun." dedi.
İmâm-ı Mâlik, Ehl-i
beytten Câfer-i Sâdık hazretlerinden de ilim almış, onun sohbetinde bulunmuştur.
Bu hususta kendisi şöyle anlatır: "Câfer bin Muhammed'e giderdim. O çok yumuşak
huylu ve güler yüzlü idi. Yanında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
anılınca yüzü sararırdı. Meclisine uzun zaman devâm ettim. Her görüşümde ya
namaz kılar ya oruçlu olur veya Kur'ân-ı kerîm okurdu. Abdestsiz hadîs-i şerîf
rivâyet etmezdi. Mânâsız sözleri hiç ağzına almazdı. Haram ve şüphelilerden
sakınan, dünyâya düşkün olmayan, çok ibâdet eden âlimlerdendi. Yanına geldiğim
zaman yaslandığı yastığını alır, mutlaka bana ikrâm ederdi."
Mâlik bin Enes, bir gün
hocası Ebü'z-Zinâd'a hadîs rivâyet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır.
Daha sonra hocası bizim halkamıza niçin oturmadın? diye sorunca da; "Yer dardı,
oturamadım. Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hadîsini ayakta
dinlemek, edepsizlik olur diye ayakta dinlemek istemedim." cevâbını verdi.
İmâm-ı Mâlik, ilmini;
İmâm-ı Zührî'den, Yahyâ bin Saîd'den, Muhammed ibni Münkedir'den, Hişâm bin
Amr'dan, Zeyd ibni Eslem'den, Râbi'a bin Abdurrahmân ve daha birçok büyük
âlimden almıştır. Üç yüzü Tâbiînden, altı yüzü de onların talebelerinden olmak
üzere dokuz yüz hocadan hadîs-i şerîf aldı. Ayrıca Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden
hazret-i Ömer'in, Osman'ın, Abdullah bin Ömer'in, Abdurrahmân bin Avf'ın, Zeyd
bin Sâbit'in fetvâlarını ve vahyin gelişine şâhid olan, Peygamber efendimizi
görüp onun hidâyet nûrundan aydınlanarak, O'ndan öğrendiklerini nakleden diğer
Eshâbın fetvâlarını ve kendisinin yetişemediği Tâbiîn fetvâlarını da
öğrenmiştir. Akâide dâir bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamânının en
büyük âlimlerinden olup; ictihâd derecesine yükselmiştir.
İlimdeki yüksek derecesi sebebiyle zamanındaki ve kendinden sonraki âlimler,
Peygamber efendimizin;
"Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı ararlar, Medîne'deki âlimden
daha âlim bir kimse bulamazlar." hadîs-i
şerîfindeki zâtın Mâlik bin Enes olduğunu bildirdiler.
Mâlik bin Enes
rahmetullahi aleyh tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra
ders verip, hadîs rivâyet etmeye ve fetvâ vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan
önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle ve fazîletli kimselerle istişâre
yapıp, onların da muvâfakatını aldı. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: "Her
isteyen kimse hadîs rivâyet etmek ve fetvâ vermek için mescide oturamaz. İlim
erbâbı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişâre etmesi gerekir. Eğer onlar,
kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetvâ verebilir. Ben,
ilim sâhiplerinden yetmiş kişi, benim bu işe ehil olduğuma şâhitlik etmedikçe,
mescide oturup ders ve fetvâ vermedim."
Kendisinin ehil olduğuna dâir yetmiş âlimin şahâdetinden sonra ilk önce
Peygamber efendimizin mescidinde ders vermeğe başladı. Hazret-i Ömer'in oturduğu
yere oturur ve Abdullah bin Mes'ûd'un oturduğu evde otururdu. Böylece onların
yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu. İmâm-ı Mâlik de İmâm-ı Âzam gibi derslerini
mescidde verirdi. El-Vâkıdî der ki: "İmâm-ı Mâlik mescide gelir, beş vakit
namazda ve cenâze namazlarında bulunurdu. Hastaları ziyâret eder, gerekli
işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu. Bu sırada talebeleri etrafına
toplanıp ders alırlardı. Sonra rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye
başladı." İmâm-ı Mâlik'in hadîs-i şerîf dersleri ve vukû bulmuş meselelerle
ilgili dersleri yâni fetvâ işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardı.
Günlerinin bir kısmını hadîs-i şerîf öğretmeye, bir kısmını da sorulan
meselelere fetvâ vermek için ayırırdı. Derslerini evinde vermeye başladıktan
sonra evinde ders için gelenlere sordururdu, eğer fetvâ için gelmişlerse dışarı
çıkıp fetvâ verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarığını
sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı. Bundan
sonra gâyet güzel bir kıyâfetle hoş kokular sürünmüş olarak, huşû içerisinde
derse gelenlerin yanına çıkardı.Hadîs-i şerîf dersi bitinceye kadar öd ağacı
yakılır, güzel bir koku yayılırdı. Hac mevsimi hariç, diğer zamanda,
Medînelilerden isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri tamamen evinde
vermeye başlayınca, hac mevsiminde dersini dinlemek isteyen o kadar çok olurdu
ki, gelenleri evi almazdı. Bunun için önce Medînelileri kabûl eder, bunlara
hadîs rivâyeti ve fetvâ verme işi bitince, sırasıyla diğerlerini içeri alırdı.
Hasan bin Rebî' der ki: "Bir defâsında İmâm-ı Mâlik'in kapısında idim, onun
çağırıcısı önce Hicazlılar içeri girsinler diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar
girsin diye çağırdı. Daha sonra Iraklılar girsin diye çağırdı. Yanına giren en
son ben olurdum. Ebû Hanîfe'nin oğlu Hammâd da aramızda idi." İmâm-ı Mâlik
derslerinde vakar ve ciddiyet sâhibi olup, lüzumsuz sözlerden tamamen uzak
kalırdı. Bu hususu, ilim tahsîl edenler için de şart koşardı. Bir talebesi şöyle
dediğini nakleder: "İlim tahsil edenlere vakarlı ciddî olmak ve geçmişlerin
yolundan gitmek gerekir. İlim sâhiplerinin, bilhassa ilmî müzâkereler sırasında
kendilerini mizâhtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve sâdece tebessüm etmek,
âlimin uyması gereken âdâbdandır."
Yine bir talebesi şöyle
der: "İmâm-ı Mâlik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı.
Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Hadîs-i şerîf okumaya ve
anlatmaya başlayınca, onun sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi, biz de
onu tanımıyorduk."
Tefsîr, hadîs ve fıkıh
ilminde ictihât derecesinde âlim olan Mâlik bin Enes hazretleri elli sene
müddetle ders ve fetvâ vermek sûretiyle, insanların müşküllerini çözmüş ve
kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her biri memleketlerinin
mürâcaat edilen âlimleri ve rehberi olmuşlardır.
Tefsîr
ilmine dâir
Garîbü'l-Kur'ân adlı eseriyle hadîs ilmine dâir Muvattâ adlı eseri
onun bu ilimlerdeki derecesini göstermektedir. Mâlik bin Enes hazretlerinin
rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden pekçoğu Kütüb-i Sitte adı verilen
meşhûr altı sahîh hadîs kitabında yer almıştır.
Emevî Devletinin parlak ve
çöküş devrinde, Abbâsî Devletinin kurulup geliştiği ve hâkimiyeti elde ettiği
bir devirde yaşayan İmâm-ı Mâlik, çok hâdiselere şâhid olmuş, bozuk fırkalara
karşı Ehl-i sünnet îtikâdını savunmuş, insanların doğru yola kavuşması husûsunda
büyük hizmetler yapmıştır. Hicaz'da hadîs öğrenmede, dînî suâlleri sormada ve
fetvâ husûsunda büyük bir mürâcaat mercii olan İmâm-ı Mâlik pekçok âlim
yetiştirmiştir.
İlim ve fazîlette yüksek
derece sâhibi olan Mâlik bin Enes hazretleri insanlara İslamiyetin emir ve
yasaklarını öğretti. Dokuz yüz âlimle sohbet etti. Yüz bin hadîs-i şerîfi yazdı.
On yedi yaşındayken ders vermeye başladı. Onun dersinde bulunanlar hocalarının
derslerinde bulunanlardan daha çoktu.
İnsanlar, hadîs ve fıkıh öğrenmek için onun kapısında toplanırlardı. Kapıcı
tutmak zorunda kaldı. Önce talebelerine, sonra halktan herkese izin verir, içeri
girerlerdi. Halâya üç günde bir giderdi. "Halâda çok bulunmaktan hayâ ediyorum."
derdi.
Muvattâ
kitabını yazınca, kendi
ihlâsından şüphe etti. Kitabı suya koydu. "Eğer ıslanırsa, bu kitap bana lâzım
değildir." dedi. Hiçbir yeri
ıslanmadı.
İmâm-ı Şâfiî ve İmâm-ı
Ahmed bin Hanbel hazretleri, Mâlik bin Enes'in sohbetinde bulunup ilminden çok
istifâde etmişlerdir. Bunların İmâm-ı Mâlik'in talebesinden olması onun şeref ve
üstünlüğüne en büyük vesikadır. Kendisinden daha birçok kimse ilim öğrenmiştir.
Muhammed bin İbrâhim bin Dînâr, Ebû Hâşim, Abdülazîz bin Ebî Hâzım onun, dinde
ictihâd sâhibi talebelerindendir. Osman bin Hakem, Abdurrahmân bin Hâlid, Muîn
bin Îsâ, Yahyâ bin Yahyâ, Abdullah bin Mesleme-i Kabûnî, Abdullah bin Vehb gibi
nice talebesi de bunlardandır.
Mâlik bin Enes
hazretlerinin kendine has koyduğu usûle göre çıkardığı hükümlere rivâyet yolu
veya Hicâz âlimlerinin yolu adı verildi. Bu yolun imâmı, İmâm-ı Mâlik'dir. Daha
sonraki devirlerde onun ortaya koyduğu bu yolaMâlikî mezhebi denildi. Ehl-i
sünnet îtikâdındaki müslümanlardan, amellerini yâni ibâdet ve işlerini bu
mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Mâlikî denir.
Mâlik bin Enes hazretleri,
ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlâk, zühd, takvâ ve kerem bakımından da
öyle yüksekti. İmâm-ı Mâlik, ilimde ve dinde çok edebliydi. Din bilgisine hürmet
ve tâzimi şaşılacak derecede fazlaydı.
Mâlik bin Enes hazretleri
ilmiyle amel eden yüksek bir velîydi. Buyurdu ki: "İlim öğrenmek isteyen
kimsenin vakarlı ve Allahü teâlâdan korkması lâzımdır. İlim, çok rivâyet etmek
değildir. İlim bir nûrdur. Allahü teâlâ bu nûru sevdiği mümin kullarının kalbine
koyar." Bir defâsında da; "Eğer elimde imkân olsaydı, Kur'ân-ı kerîmi kısa
aklıyla, kendi görüşüne göre tefsîr edenin boynunu vururdum." buyurdu.
İnsanlara hayırlı ve güzel işler yapmalarını tavsiye ederdi. "Kendisine hayrı
olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz. İnsan kendisi için hayır
işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz."
buyurarak, Peygamber efendimizin; "Kişinin mâlâyânîyi (faydasız şeyleri)
terk etmesi, müslümanlığının güzelliğindendir." hadîs-i şerîfini rivâyet
ederdi. İnsanların her sözünün kendisinin leh ve aleyhinde olduğunu bildirerek
Peygamber efendimizin; "Bir kişi bir söz söyler de o sözden dolayı Cehennem
ateşine düşeceği hatırına gelmez. Bir kimse de bir söz söyler, bu sözden dolayı
Allahü teâlânın kendisini Cennet'e koyacağı aklına gelmez." hadîs-i şerîfini
rivâyet ederdi.
Müslümanlar arasında Allahü teâlânın rızâsına uygun sevgi ve muhabbetin bulunmasının
gerektiğini bildirerek; "Müsâfeha ediniz, aranızdaki kin gider. Birbirinize
hediye veriniz ki, sevişirsiniz ve aranızdaki düşmanlık gider." hadîs-i
şerîfini naklederdi.
Kibirli ve kendini beğenen
kimselerden hoşlanmazdı. "Bir kimse kendini övmeye başlarsa, değeri düşer."
buyururdu.
İmâm-ı Mâlik hazretlerinin
Peygamber efendimize karşı olan sevgi, saygı ve edebi sınırsızdı. Resûlullah
efendimizin ismi anıldığı zaman, rengi değişir, yüzü sararırdı. Bu durum orada
bulunanlara ağır gelirdi. Bir gün ona bu husûs söylenince, buyurdu ki: "Eğer siz
benim gördüğümü görseydiniz, bu hâlimi hoş karşılardınız. Ben, Muhammed bin
Münkedir'i gördüm. O hâfızların efendisi idi. Ona ne zaman bir hadîs-i şerîf
sorulsa ağlamaya başlardı. Câfer bin Muhammed, güler yüzlü bir zâttı. Yanında
Resûlullah anıldığı zaman yüzü sararırdı. O, Resûlullah'tan bahsettiği zaman
mutlaka abdestli olurdu."
Mâlik bin Enes kendisinden
nasîhat isteyen zekî ve anlayışlı bir kimseye; "Allahü teâlâdan kork. Allahü
teâlânın sana lutfettiği nûru günâh işlemek sûretiyle söndürme." buyurdu.
Bir kimse gelip Mâlik bin
Enes'den bâtın (kalp) ilimleriyle ilgili bilgi sordu. Mâlik bin Enes bu kimsenin
suâlini hoş karşılamadı ve ona; "Bâtın ilmi zâhir ilmini öğrendikten sonra
öğrenilir. Zâhirî ilimleri öğrenip onunla amel eden kimseye Allahü teâlâ bâtın
ilmini açar. Bâtın ilmi ancak kalbin açık olup nûrlanması ile elde edilir."
buyurup, suâli soran şahsa dönüp; "Sen açık ve zâhir olan şeylere sarıl.
Bilinmeyen yollara girmekten sakın. Bildiklerinle amel et. Bilmediklerini,
anlayamadığın şeyleri bırak." buyurdu.
Mâlik
bin Enes hazretleri devlet adamlarına gerekli nasîhatte bulunur, hatâlarını
söylemekten çekinmezdi. Ancak hiçbir sûretle kimseyi devlete karşı ayaklanmaya
teşvik etmezdi. Fitne ve fesâda aslâ râzı olmazdı. Her türlü isyândan ve ona
teşvikten sakınmasına, fitnelerden uzak
kalmasına rağmen Abbâsî halîfelerinden Ebû Câfer Mensûr zamânında tâkibâta
uğradı. "Zorla yapılan talak, talak değildir." hadîs-i
şerîfini rivâyet etmesi fitne peşinde koşanlar tarafından yanlış anlaşılıp
halîfeye şikâyet edildi. Halîfe, bu hadîs-i şerîfin halîfeye zorla bîat eden
kimselerin bîatlarının geçerli sayılmayacağı şeklinde anlaşılıp, isyâna teşvik
sayılabileceğini bildirerek bu hadîs-i şerîfi rivâyet etmemesini istedi. Mâlik
bin Enes hazretleri de halîfenin emrine uyup bir kenara çekildi. Ancak fitne
taraftarları boş durmayıp, yeni Medîne Vâlisi Câfer bin Süleymân'a durumu
bildirdiler. Fitnecilerin tesirinde kalan Medîne vâlisi, halîfenin haberi
olmadan Mâlik bin Enes'i hapsettirip kırbaçlattı. Kolu sakatlandı, omuzu çıktı.
Mâlik bin Enes hazretleri yaraları iyileştikten sonra ilim öğretmeye ve hadîs-i
şerîf rivâyetine devâm etti. Derslerinde fitne ve fesâdın karşısında olduğunu
her vesîleyle anlattı. Mâlik bin Enes hazretlerine böyle yapılması Medîne halkı
tarafından hoş karşılanmadı. Bu durumu haber alan halîfe Ebû Câfer Mensûr, büyük
bir âlime yapılanların hatâ olduğunu anladı. Hac için Hicaz'a geldiğinde bir
elçi göndererek İmâm-ı Mâlik'ten özür diledi ve onunla görüşmek istedi. Mâlik
bin Enes halîfeyle görüşmeyi kabûl etti. Halîfe Ebû Câfer Mensûr, Mâlik bin
Enes'in yanına varınca; "Olan o işi ne emrettim, ne de haberim var. Sen
aralarında bulundukça Haremeyn halkı hayır içindedir. Sen onların ezâsının
emânısın. Allah senin sâyende onlardan baskıyı kaldırdı. Sen olmasan onlar
çabukça fitneye kapılırlar. İşkence yapanın Medîne'den Irak'a getirilmesini, dar
bir yere hapsedilmesini emrettim. Sana yaptıklarının cezâsını bulacaktır." dedi.
Hoşgörü sâhibi Mâlik bin Enes hazretleri; "Allahü teâlâ müminlerin emîrine
sıhhat ve âfiyet versin. Makâmını yüce kılsın. Peygamber efendimize ve size
yakınlığı sebebiyle ben onu bağışladım." buyurdu. Halîfe ise; "Allah sizi de af
ve mağfiret buyursun." dedi. Bu hâdise, Mâlik bin Enes hazretlerinin kendisine
karşı olan kimselere nasıl davrandığını gösteren bir nümûnedir.
Mâlik bin Enes hazretleri
halîfelerle, idârecilerle münâsebetini kesmedi.Onlara vâz ve nasîhatlarda
bulunup, hayır tavsiye etti. Âlimleri de halîfeleri ve idârecileri doğru yolu
anlatmaları için teşvik etti. Onlara buyurdu ki: "Allahü teâlânın, kalbine ilim
ve fıkıh koyduğu her müslümana ve her kişiye, elinde kuvvet olan idârecilerin
yanına gelip onlara hayrı tavsiye etmesi, onları kötülükten sakındırması
borçtur. Çünkü onlara bu vazîfenin yapılmasıyla dünyânın yüzü değişir ve
fazîletli bir dünyâ doğar."
Talebelerinden biri ona; "İnsanlar senin devlet adamlarıyla çok sık görüştüğünü
söylüyorlar, sana yakıştıramıyorlar." deyince, Mâlik bin Enes hazretleri; "Bunu
bilerek yapıyorum. Çünkü bunu yapmasam lâyık olmayan biriyle görüşür, işleri
danışırlar. Eğer onlarla gidip görüşmesem, bu şehirde Peygamberimizin
sünnetlerinden işlenip, tutulan kalmaz." buyurdu.
Bir defâsında Halîfe Mehdî
ona; "Bana nasîhat et." dedi. Mâlik binEnes hazretleri; "Sana Allahü teâlâdan
korkmayı tavsiye ederim. Peygamber efendimizin diyârına ve O'nun komşularına
lütufta ve şefkatte bulunmalısın. Çünkü Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu:
"Medîne benim hicret yurdumdu, kabrim burada, tekrar dirilmem burada
olacaktır. Medîne halkı benim komşularımdır. Benim komşularımın hukûkuna riâyet
etmek ümmetime borçtur. Kim onları korursa, ben kıyâmet günü ona şefâatçi
olurum." Bu tavsiyeleri
dinleyen Halîfe Mehdî, bizzat Medîne evlerini dolaşıp ihsanlarda bulundu.
Medîne'den çıkacağı sırada Mâlik bin Enes onunla karşılaştı. Mehdî; "Dün bana
yaptığın o tavsiyeyi tutacağım, eğer sağ sâlim kalırsam onları hiç
unutmayacağım." dedi.
Medîne-i münevveredeki
Mescid-i Nebîde hadîs-i
şerîf rivâyet ediyordu. Bu mecliste halîfe Hârûnü'r-Reşîd de vardı. Mâlik bin
Enes hazretleri; "Âlim ilmini umûmdan başkasına tahsis eylese, o ilimden umûm
ve havas (seçilmişler) istifâde edemez." hadîs-i şerîfini rivâyet
etti. Hârûnü'r-Reşîd insanlar
arasında bu hadîs-i şerîfi yüksek sesle söyledi. Bunun üzerine hadîs-i şerîf
okumak ve öğrenmek isteyenler, mescide koştular. Mescid tamâmen doldu.
İmâm-ı
Mâlik hazretleri;
"Allah için tevâzû edeni, Allahü teâlâ yükseltir." hadîs-i şerîfini
rivâyet etti. Hârûnü'r-Reşîd oturduğu yüksek yerden indi. Hadîs-i
şerîf dinleyen talebe ile berâber oturdu, sonra kitabı okudu. Sonra
Hârûnü'r-Reşîd İmâm'a bir katır, bir deve, bir merkeb ve beş yüz altın gönderdi.
İmâm altınları alıp, hayvanları geri gönderdi. Resûlullah efendimizin toprak
altında bulunduğu bir yerde hayvan üzerinde nasıl gezebilirim." buyurdu.
Hakîkaten Mâlik bin Enes hazretlerinin Medîne-i münevverede hayvana bindiği
görülmemiştir.
İmâm-ı Mâlik hazretleri
insanlara hadîs-i şerîf okuttuğu sırada bir hadîs-i şerîfi rivâyet edeceği zaman
abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, iki rekat namaz
kılar, güzel kokular sürünür, her hâliyle bedenini süsler, sonra meclisin baş
tarafına vakarlı bir şekilde otururdu. Başını önüne eğerdi ve hadîs-i şerîfi
okurdu. Ona böyle yapmasının sebebi sorulunca; "Resûlullah'ın hadîs-i şerîfine
saygı göstermek için böyle yapıyorum. Eğer âlimler ilme karşı böyle saygı
gösterirlerse, Allahü teâlâ da insanlar yanında onların derecesini yükseltir ve
devlet adamlarının kalbinde heybetli ve vakarlı kılar. Ey ilim taleb etmek
isteyen kimse! Sen de ilme saygı göster. Kim ilme tevâzû gösterirse, Allahü
teâlâ onu yükseltir. Çünkü kim Allahü teâlâ için tevâzû ederse, Allahü teâlâ
onun derecesini yükseltir." buyurdu. Kabr-i şerîfi, Cennet-ül bakî'dedir.
Mâlik bin Enes hazretleri
ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla geçirdi. 795
(H.179) senesindeMedîne-i münevverede vefât etti.
Eserleri: Muvattâ
adındaki hadîs kitâbı çok
kıymetlidir. Muvattâ'yı kırk senede meydana getirmiştir. Başlangıçta
içinde dört bin hadîs-i şerîf varken, sonuna doğru bine indirmiştir. Âlimlerden
bâzıları bunu şerh etmiştir. Bu şerhlerin en meşhûru El-Müdevvene adlı
eserdir. Bu kitap, hadîs-i şerîfleri fıkhî konularına göre düzenlenip, yazılan
ilk eserdir. Kitapta ayrıca İmâm-ı Mâlik'in ictihad ettiği fıkhî mevzular da
bulunmaktadır. Çeşitli târihlerde basılmıştır. Biri, Yahyâ bin el-Leysi'nin
rivâyeti, diğeri de İmâm-ı A'zam'ın talebesi Muhammed Şeybânî tarafından yapılan
iki rivâyeti vardır. Bu eserinden başkaAbdullah bin Abdülhakîm Mısrî tarafından
rivâyet edilen Kitâb-üs-Sünen adlı fıkha dâir bir eseri, kadere, kazâî
hükümlere dâir ve fetvâlarını bildiren Risâle fil-Fetvâ gibi eserleri
vardır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
AVUÇ AVUÇ MİSK
Ebû Abdullah
Mevlâ'l-Leyseyn şöyle anlatmıştır: "Rüyâmda, Resûlullah'ı gördüm. Mescidde
ayakta duruyordu, insanlar da etrafını sarmıştı. İmâm-ı Mâlik de önünde
duruyordu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde misk dolu bir kap
vardı. O miskten avuç avuç alıp, İmâm-ı Mâlik'e veriyordu. O da insanlara
dağıtıyordu." Bunu Ebû Abdullah'dan nakleden Matraf; "Bu rüyâyı İmâm-ı Mâlik'in
ilimdeki üstünlüğüne ve sünnet-i seniyyeye bağlılığına yordum." demiştir.
Mesnâ bin Saîd el-Kesir
şöyle demiştir: İmâm-ı Mâlik'in şöyle buyurduğunu işittim: "Resûlullah'ı rüyâda
görmediğim hiç bir gece geçmedi. Her gece rüyâmda gördüm."
Zehebî, İmâm-ı Mâlik'i
şöyle anlatır: "Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş
bir ilim, keskin anlayış, sahih rivâyet, diyânet, adâlet, sünnet-i seniyyeye
tâbi, fıkıhta, fetvâda kâidelerin sıhhatinde önde gelen bir zât idi. Fetvâ
vermede aceleciliği sevmez, çok kere "Bilmiyorum" derdi. Ve; "İlmin kalkanı
bilmiyorum demekdir." buyururdu.
Birgün Halife Hârûn Reşîd;
"Yâ İmâm senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin bunlara
uymasını ve senin mezhebinde olmalarını emir edeceğim." dedi. İmâm-ı Mâlik; "Yâ
halîfe, hadîs-i
şerîfte; "Ümmetimin âlimlerinin ihtilâfı rahmettir" buyruldu. Âlimlerin
ihtilâfı, Allahü teâlânın rahmetidir.
Hepsi hidâyet üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum bırakılamaz. buyurdu"
Bunun üzerine halîfe bu arzusundan vazgeçti.
HEPİNİZ ÇOBANSINIZ
Mâlik bin Enes hazretleri
halîfelere ve devlet adamlarına sözlü nasîhatlardan başka, mektup yazarak da
nasîhat ederdi. Halîfelerden birine şöyle bir mektup yazmıştı: Bilmiş ol ki,
Allahü teâlâ sana benim nasîhatte bulunmamı nasîb etti. Bu tavsiyelerimin
saâdetine vesîle olacağını umarım. Allahü teâlâ Cennet'e götüren saâdet
yollarını açar. Allahü teâlâ bana ve sana merhametini ihsân buyursun. Sana
yazdıklarım, Allah'ın emirlerini yerine getirmekle ve Allah'ın inâyetiyle
felâha, kurtuluşa sebeb olur. Allah, sizi
tebeanız için korusun. Zîrâ onların küçüğünden büyüğünden sen sorumlusun.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Hepiniz birer çobansınız."
buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte de; "Kıyâmette vâli getirilir. Elleri boynuna
bağlanmıştır. Ancak adâleti sâyesinde eli çözülür. Serbest bırakılır." buyurdu.
Hazret-i Ömer şöyle derdi: "Vallahi eğer Fırat-Dicle kıyısında bir koyunun
kuzusu helâk olursa, Allahü teâlâ onu Ömer'den sorar."Hazret-i Ömer on defâ hac
yaptı. Benim bildiğime göre bir haccında ancak on iki dinar harcardı. Çadıra
değil, ağaç gölgesine konardı. Boynunda süt kırbası taşırdı.Çarşı pazar dolaşır,
insanların hallerini sorardı. Yaralandığı zaman Eshâb-ı kirâm geldiler. Onu medh
ve senâda bulundular. Onlara; "Bu gibi sözlere kapılan aldanmıştır. Eğer dünyâ
dolusu altın olsa, mahşer gününün korkularından kurtulmak için onların hepsini
fedâ ederim." buyurdu. Hazret-i Ömer ki her işi doğru ve adâletli, her şeyde
muvaffak olmuştu. Resûlullah aleyhisselâm onu Cennet'le müjdelemişti. Bununla
beraber o yine korku içinde üzerine aldığı müslümanların işlerini iyi idâre etme
gayretindeydi. Hal böyle olunca başkalarının durumu nice olur. Sen, Allahü
teâlâya yaklaştıran işler yaparsan, onlar yarın seni kurtarır. Seni ancak
amelinin kurtaracağı o korkunç günden kork. Geçmişlerin içinden iyiler sana
örnek olsun. Her işinde Allahü teâlâdan kork ve takvâya sarıl. Sana yazdıklarımı
bütün zamanlarında göz önünde tut. Onlara uymayı, onlara göre hareket etmeyi
kendine borç bil. Allahü teâlâdan tevfik, hidâyet ve hakikati görmeni dilerim."
İLMİN AYAĞINA GİDİLİR
Hârûn Reşîd, İmâm-ı Mâlik
hazretlerinden her gün evine gelip, oğlu Emin ile Me'mun'a ders vermesini
istedi. İmâm-ı Mâlik hazretleri halîfeye buyurdu ki: "Yâ halîfe, uygun olanı
çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahü teâlâ, sizi daha aziz etsin!
İlmi aziz ederseniz aziz olursunuz; zelil ederseniz zelil olursunuz. İlim bir
kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir."
Bunun üzerine halife
İmâm-ı Mâlik'ten özür diledi ve her gün çocuklarını İmâma göndererek ders
aldırttı.
EDEBE RİÂYET
Abbâsî halîfesi Ebû Câfer
Mensûr ile İmâm-ı Mâlik hazretleri Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin
mescidinde bulunuyorlardı. Mensûr yüksek sesle bir şeyler söyledi. Bunun üzerine
Mâlik bin Enes hazretleri; "Ey müminlerin emîri! Bu mescidde sesini yükseltme.
ÇünküAllahü teâlâ Hucurât sûresi ikinci âyet-i kerîmede meâlen;
"Ey îmân etmekle şereflenenler! Sesinizi Nebiyyullah'ın sesinden yukarı
çıkarmayınız. O'na karşı biribirinize bağırdığınız gibi seslenmeyiniz. O'na
saygısızlık gösterenlerin ibâdetleri yok olur." buyurarak bir kavmi terbiye eyledi.
Vefât ettikten sonra da
Resûlullah'a hürmet hayatlarındaki hürmet gibidir." buyurdu. İmâm-ı Mâlik'in bu
nasîhatlerini dinleyen halîfe Ebû Câfer Mensûr sesini yavaşlattı ve; "Ey İmâm!
Resûlullah'ın huzûrunda duâ ederken kıbleye mi döneyim yoksa Resûlullah'a
yönelerek mi duâ edeyim?" diye sordu. İmâm-ı Mâlik hazretleri; "Ey müminlerin
emiri! Yüzünü Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem başka tarafa çevirme.
Çünkü Resûlullah efendimiz, Allahü teâlâ katında dileklerimiz için vesîlemizdir.
Bundan dolayı da yüzünü Resûlullah'a dönmeli, O'nun şefâatini dilemelisin.
O zaman Allahü teâlâ O'nu sana şefâatçi kılar." buyurarak; "Onlar nefslerine
zulmettikten sonra gelirler, Allahü teâlâdan af dilerler. Resûlüm de onlar için
istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tövbeleri kabûl edici ve merhamet edici
olarak bulurlar." meâlindeki Nisâ sûresi
64. âyet-i kerîmeyi okudu.
KAYNAKLAR
1)
Nûru'l-Ebsâr; s.208
2)
Vefeyâtü'l-A'yân; c.4, s.135
3)
Tehzîbü't-Tehzîb; c.10, s.5
4)
Hilyetü'l-Evliyâ; c.6, s.316
5)
Ed-Dibâcü'l-Müzehheb; c.8, s.168
6)
Tezkiretü'l-Huffâz; c.1, s.207
7) Tam İlmihâl Seâdet-i
Ebediyye; (49. Baskı) s. 1108
8) Sıfâtü's-Safve; c.2,
s.99
9) Fâideli Bilgiler; (5.
Baskı) s.157
10) Hidâyetü'l-Muvaffıkîn;
s.55
11)
Sebîlü'n-Necât; s.24
12)
Rehber Ansiklopedisi; c.8, s.138
13) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.2, s.291
|