İBRÂHİM BİN ALİ EL-A'ZEB
Evliyânın büyüklerinden ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Künyesi Ebû İshâk
ve Ebû Muhammed olup, lakabı Şemsüddîn'dir. 1162 (H.557) senesinde doğdu. 1213
(H.610) senesinde Ümm-i Ubeyde köyünde vefât etti. Baba ve dedesinin bulunduğu
türbeye defnedildi.
İbrâhim
bin Ali doğunca, babası ona Abdurrahmân ismini koydu. Babası, o gece rüyâsında
Resûlullah efendimizi gördü. Resûl-i ekrem, oğluna İbrâhim adını koymasını ve
künyesinin de, Ebû Muhammed olmasını emretti. O da bu emri hemen yerine getirdi.
Ebû
Muhammed İbrâhim önce amcasından Kur'ân-ı kerîm öğrendi. Babasından, amcasından,
Ebü'l-Feth el-Bettâ'dan ve daha birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi ve Hanbelî
mezhebinin inceliklerini öğrendi. Mukâyeseli hukûku ise Ebü'l-Feth İbn-i
Menâ'dan tahsil etti. Bunun yanındaKâdı'l-Kudât İbn-üş-Şehrazûrî'nin derslerine
devâm etti. İlimde çok yüksek bilgilere sâhib oldu. Çeşitli konularda fetvâ
verdi. 1207 (H.604) senesinde, Bâb-ün-Nevâ'ya kâdı tâyin edildi. Derb-i Iyâr
Medresesinde ders verdi.
Ebû
Muhammed İbrâhim, ârif ve kâmil bir zâttı. Tasavvuf ilmini, Sultân-ül-Evliyâ
adıyla bilinen dedesi Ahmed bin Ebi'l-Hasan er-Rıfâî'den öğrendi.
Ebü'l-Meâli Âmir bin Mes'ûd el-Irâkî bir gün Ebû Muhammed İbrâhim'in huzûruna
gitti. Acem memleketlerine gideceğini bildirip, duâsını istedi. O zaman;
"Yolculuk sırasında herhangi bir sıkıntıya düşersen, ismimi söyleyerek yardım
iste."buyurdu. Nihâyet vedâ edip yola koyuldu. Horasan taraflarında kâfileyi
eşkıyâlar bastı ve mallarını aldılar. O zaman Ebû Muhammed hazretlerinin
buyurduğu söz aklına geldi. Fakat yanındakilerden çekinip onun ismini
söyleyemedi. Zîrâ onlar, bunun mânâsını anlayacak durumda değildiler. O mübârek
zâtın ismini kalbinden geçirdi. O anda, Ebû Muhammed İbrâhim'i elinde âsasıyla
karşısındaki dağın üzerinde gördü. Elindeki âsasıyla malları alan haydutlara bir
takım işâretler yapıyordu. Çok geçmeden o kişiler malları getirip teslim ettiler
ve "Buralardan hiç bir zarar ve ziyân görmeden gidebilirsiniz. Çünkü size izin
vardır." dediler. Sebebini sorduklarında; "Şu dağın tepesinde sizden aldığımız
malları geri vermemizi emreden birini gördük. Onun heybet ve azametinden güç ve
kuvvetimiz kalmadı. Ona muhâlefet etmekten çok çekindik ve korktuk. Bu yüzden
mallarınızı eksiksiz geri getirdik." dediler.
Ebû
Muhammed İbrâhim buyurdu ki: "Cehennem'den en çok korkan kimse,Cehennem'e
girmiş, orada Allahü teâlânın dilediği kadar kalmış, sonra oradan çıktığını
kendinde hissetmiş ve o hâli yaşamış kimsedir."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
O İSTESE DE
İSTEMESE DE
Meâli
bin Hilâl el-Abedânî, Ebû Muhammed İbrâhim hazretlerinin; "Bizim gelmesini arzû
ettiklerimiz, ancak bizi ziyâret edebilir." buyurduğunu duydu ve içinden;
"İstese de istemese de ben onu ziyâret ederim." diye geçirdi. Onun ikâmet ettiği
yere doğru yola çıktı. Oraya yaklaştığında, büyük bir arslana rastladı. Arslan,
üzerine hücûm etti. Korkuyla geri döndü. Ertesi gün ve daha sonraki günlerde ne
kadar gitmek istedi ise, o arslan hep karşısına çıktı. Hâlbuki ondan başka
herkes rahatça gidiyordu. Hiçbirine arslanın zararı dokunmuyordu.
Bu hâle
şaşırdı ve meseleyi bâzılarına anlattı. Aklına gelenleri de söyledi. Ona; "Bu
arslanın sana yol vermemesi, o büyük zâtın sözüne küçük bir îtirâzın
sebebiyledir." dediler. Bunun üzerine istigfâr okuyup, hâlis bir niyetle tövbe
etti. Tövbekâr olarak yola çıkıp, Ebû Muhammed İbrâhim'in yanına gitti. Arslan
da kalkıp onun yanına geldi. Ebû Muhammed İbrâhim, arslanla şakalaştılar ve ona
dönerek; "Hoş geldin, ey tövbekâr kişi!" buyurdular. O da hemen ellerine sarılıp
öptü ve af diledi.
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.236
2)
Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c.2, s.69
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.39
|