İBN-İ MUHAYRIZ
Tâbiînden, meşhur hadîs âlimi ve veli. Künyesi Ebû Muhayrız el-Mekkî'dir. Doğum
tarihi bilinmemektedir. 717 (H.99) senesinde vefat etti. Kudüs'te yaşamış olup,
zamânında Şam âlimi olarak meşhûr olmuştur. Ebû Mahzûre'den, Saîd-ül-Hudrî'den,
hazret-i Muâviye'den, Ubâde bin Sâmit'ten, Abdullah bin Sa'dî'den ve daha birçok
âlimlerden hadîs-i şerîf dinleyip, rivâyet etmiştir. Rivâyetleri Kutüb-i-Sitte
denilen meşhur hadîs kitaplarında yer almıştır.
Abdullah bin Muhayrız'dan; Abdülmelik bin Ebî Mahzûre, Abdülaziz bin Abdülmelik,
Muhammed bin Yahyâ, Mekhül eş-Şâmî, Büsr bin Abdullah Hadramî, Hâlid bin Düreyk,
Ebû Bekr bin Hafs ve diğer hadîs âlimleri hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
İmâm-ı Evzâî selef içinde onu beş meşhur âlimden biri saymış faziletini
zikretmiştir. Recâ bin Hayve, Medîneliler İbn-i Ömer'in ilimdeki yüksek derecesi
ile iftihar ederlerdi. Biz de, Şam'da İbn-i Muhayrız ile iftihar ederdik
demiştir.
İbn-i
Muhayrız son derece sabırlı ve mütevâzî bir zât idi. O, kendisinin dîn-i İslâmı
yaşamadaki gayreti ve takvâsı için birşey verilmesini istemezdi. Tanındığı zaman
oradan uzaklaşırdı. Bu hâli de Eshâb-ı kirâmın aleyhimürrıdvân hâline tam uygun
idi ki, onlar kendilerini tanıyıp Eshâb'dan oldukları için normal fiyatından çok
tenzilât yapanlardan birşey satın almazlardı. Ahmed bin Hanbel, İsmâil bin
İbrâhim'den rivâyetle Recâ' bin Ebû Seleme diyor ki: İbn-i Muhayrız elbise almak
için bir manifaturacının dükkânına girdi. Orada olan birisi manifaturacıya; "Sen
bu zâtı tanıyor musun? Bu zât İbn-i Muhayrız'dır." dedi. İbn-iMuhayrız hemen
kalktı ve; "Biz paramızla bir şey almaya geldik, dînimizle değil." diyerek
oradan ayrıldı.
Buyurdu
ki: "İpek elbise giymek suretiyle haram işlemektense; vücûdumun her yerinin
alaca (cilt hastalığı) olmasını daha çok severim."
Hanımının dokuduğu elbiseleri giyerdi. Zamanındaki bâzı kimseler bunu uygun
görmezlerdi. Arkadaşlarından Hâlid bin Düreyk Ona: "Sen hem zâhidlik yapıyorsun
hem de bahillik (cimrilik). Ben bunu hiç uygun bulmuyorum" dedi. Bunun üzerine
İbn-i Muhayrız; "Nefsimi temize çıkarmaktan Allahü teâlâya sığınırım" dedi.
Bundan sonra Mısır kumaşından yapılmış beyaz iki elbise aldırdı ve o ikisini
giymeye başladı.
Allah
korkusundan beti benzi sararmış bir halde; "Ey Allah'ım, benzim
senin korkundan sararıp solmuş ve rengini kaybetmiş bir hale gelecek şekilde
korkmayı nasip etmeni istiyorum." diye duâ eder ve ağlardı. İnsanların iki
yüzlü olmasına, nefislerinin arzuları peşinden koşmalarına çok üzülür ve bu
şekilde onların
hâlini şöyle açıklardı: "Eğer sizler iyi güzel şeyleriniz olduğu zaman insanlara
gösteriş yapar, öğünür, onu parmağınızla gösterir ve beğenmiyecekleri bir şey
olduğu zaman da gizlerseniz; Allahü teâlâ böyle olanları kıyâmet günü Cehennem'e
atar ve onu yalancı diye adlandırır."
İbn-i
Muhayrız dedi ki: Peygamberimizin Eshâbından Fudale İbn-i Ubeyd ile görüştüm.
Nasihat istedim: "Eğer bu üç haslet sende bulunursa Allahü teâlâ bu hasletlerle
sana iyilikler ihsân eder. Bu üç haslet, bilmediğini öğren, dinlemesini bil,
kendini ziyâret etmeyeni ziyâret et" buyurdu.
Anne babaya çok hürmet
edilmesini emir ve tavsiye buyurur, onlara hürmetsizlik edilmesini istemezdi.
"Kim anne ve babasının önünde yürürse, haklarına riayet etmemiş olur. Ancak
anne ve babasının yolu üzerindeki ezâ ve cefâ veren bir şeyi almak için öne
geçmesinde bir mahzur yoktur. Kim anne ve babasını ismiyle veya lakabıyla
çağırırsa edebsizlik etmiş olur. Ancak babacığım, anneciğim diye
söylemesi müstesnâdır."
İbn-i
Muhayrız vefât ettiği zaman Recâ' bin Hayve şöyle dedi: "Allahü teâlâya yemin
ederim ki İbn-i Muhayrız'ın yaşamasını bulunduğu beldedeki insanlar için bir
emân olarak sayıyordum." Çünkü Allahü teâlânın sevgili kullarının bulunduğu yere
toplu belâ gelmez. Bunu Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde haber vermektedir.
İbn-i
Muhayrız, insanların ahde vefâ göstermelerini isterdi ki kendisi buna son derece
dikkat ederdi. Mûsâ bin Ukbe diyor ki: İbn-i Muhayrız ile Remle'deki bir
cenâzede berâber bulundum. Şöyle diyordu: "Anladım ki içlerinden birisi vefât
ettiği zaman müslümanlar: "Bizleri İslâm dîni üzere öldüren Allahü teâlâya hamd
olsun" derler. Sonra bunu unuturlar. Ne ölümü ne de bu söyledikleri sözlerini
hatırlarına getirirler." Buyurdu ki: "Mescidde üç kelâm hâriç her türlü kelâmı
konuşmak câiz değildir. Bunlar; namaz kılanın kelâmı, zikredenin kelâmı, Allahü
teâlânın dînini öğreten veya ondan birşey soranın kelâmı."
Birçok
zühd ve verâ sâhibi zât İbn-i Muhayrız hazretlerini görünce kendilerini onun
yanında çok küçük görürlerdi. Buyurdu ki: "Hayırlı şeyler gördüğünüz zaman
Allahü teâlâya hamd ediniz. Bir münker gördüğünüz zaman hemen hiç vakit
kaybetmeden Allahü teâlâdan bu belânın ümmet-i Muhammed'den kaldırılmasını
isteyiniz."
Buyurdu
ki: "Biz ameli ilimden daha efdal görürüz. Fakat bugün ilme, amelden çok daha
fazla ihtiyacımız var. (Çünkü ilim unutuldu)."
İbn-i
Muhayrız yedi günde bir Kur'ân-ı kerîmi hatmederdi. İbn-i Muhayrız'da çok az
kimselerde bulunan iki haslet vardı. Birincisi, bir yerde doğru olan ortaya
çıkınca artık orada konuşmazdı. İkincisi ise yapmış olduğu iyilik ve ibâdetleri
çok gizler kimseye belli etmezdi. İbn-i Muhayrız son derece vefâ sahibi olup,
dostlarını her işlerinde gözetir onlara yardım ederdi. O kökü Cennet'te olan
cömertlik ağacına yapışmış, Allahü teâlânın beğendiği kadar çok cömertti.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
UYUMA!
Bulunduğu beldenin tüccarlarından biri şöyle anlatır: "Bâlis şehrinden Hama
şehrine gitmek için yola çıktık. Bize yolun tehlikeli olduğunu söylediler. Bunun
üzerine Ebû Bekr bin Kavvâm hazretlerine gittik. Ona; "Efendim, Hama şehrine
gideceğiz. Fakat yolun tehlikeli olduğu söylendi. Bizi yalnız bırakmayıp, duâ
etmenizi diliyoruz." deyince, Ebû Bekr bin Kavvâm; "İnşâallah" buyurdu. Biz yola
çıktık. Ben hayvan üzerindeydim. Hama'ya yaklaştığımız sırada beni uyku
bastırdı. Tam uyuyacağım sırada yanımdaki zât elini omuzuma koyup; "Biz uyumadık
ve sizi koruduk. Şimdi sen de uyuma!" buyurdu. Ben gözlerimi açınca, konuşan
zâtın Ebû Bekr bin Kavvâm olduğunu gördüm. Sonra bana selâm verdi ve berâber
yola devâm ettik. Hama'ya girdiğimizde yanımızdan ayrıldı."
BEN NASIL
KONUŞURUM
Şemseddîn Hâbûrî şöyle anlatır: "Bir gün İbn-i Kavvâm'ın ziyâretine gitmek için
yola çıktım. Yolda kendi kendime; "Ebû Bekr bin Kavvâm'ın yanına vardığım zaman,
ona rûhun ne olduğunu sorayım." diye düşündüm. Yanına girince; Ebû Bekr bin
Kavvâm sohbet etmeye başladı. Çok heybetli olduğu için, heybetinden ona ne
soracağımı unuttum. Daha sonra İbn-i Kavvâm'ın yanından ayrıldım ve tam sefere
çıkacağım zaman, Ebû Bekr bin Kavvâm'ın bir talebesi benim yanıma gelerek;
"Hocamız seninle konuşmak ister." dedi. Yanına varınca bana; "Yâ Ahmed sen
Kur'ân-ı kerîmi okudun mu? diye sorunca; "Evet efendim, okudum." dedim. Bunun
üzerine bana; "Ey evlâdım! İsrâ sûresi 85. âyet-i kerîmesini oku." deyince,
âyet-i kerîmeyi okudum. Âyet-i kerîmede, Allahü teâlâ meâlen; "(Ey
Resûlüm) bir de sana rûhtan (rûhun hakîkatından) soruyorlar. De ki:
Rûh, Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir."
buyuruyor. Sonra bana dönerek; "Evlâdım! Bak, Resûlullah efendimizin
konuşmadığı rûh hakkında ben nasıl konuşurum?" buyurdu."
VESİLE EDEREK
İsmâil
bin Ebû Hasan şöyle anlatır: "Bir sene, annem ve babamla hacca gitmek için yola
çıktık. Hicâz topraklarına girdiğimiz zaman, önce Mekke'ye ulaşalım diye gece de
yol alıyorduk. Annem ve babam hayvan üstündeydi. Ben ise onların arkasında yaya
yürüyordum. Bir ara, kulunç hastalığım olduğu için şiddetli bir sancı tuttu.
"Bir kenara çekilip biraz istirahat edeyim sonra anne ve babama yetişirim."
dedim. Sonra uzanıp yattım. Uyandığımda bir de ne göreyim, güneş doğmuş. Onların
ne tarafa gittiklerini anlayamadım. Onların benden başka hizmetini görecek kimse
yoktu. Üzüntümden ağlamaya başladım. Bu sırada; "Sen Ebû Bekr binKavvâm'ın
talebelerinden değil misin?" diye bir ses duydum. Ben de; "Evet, onun
talebelerindenim." dedim. Bunun üzerine o ses; "Onu vesîle ederek Allahü
teâlâdan yardım iste." dedi.Ben de hocamı vesîle ederek Hak teâlâya yalvarmaya
başladım. Vallahi daha duâmı bitirmemiştim. İbn-i Kavvâm hazretlerinin yanı
başımda olduğunu gördüm. Bana; "Niçin ağlıyorsun? Ağlanacak ne var ki?" deyip,
elimden tutarak hızlı bir şekilde beni anne ve babamın yanına ulaştırdı.
Yanlarına vardığımda, benim için ağladıklarını gördüm. Onlara başımdan geçenleri
bir bir anlattım."
KERÂMETİ İNKÂR
Bir gün
Ebû Bekr bin Kavvâm'ın bulunduğu yerde bir kişi vefât etti. Cenâze namazında, o
beldenin ileri gelenleri de bulundu. Cenâze defnedilirken; vâli, kâdı ve imâm
bir tarafa oturdular. Ebû Bekr bin Kavvâm ve talebeleri bir tarafa oturdular.
Vâli ve kâdı, evliyânın kerâmetleri hakkında konuştular. Evliyânın kerâmetleri
için, hakîkat olmadığını söylediler. İmâm ise, sâlih bir kimse olduğu için, o
konuda hiçbir şey söylemedi. Defin işi bittikten sonra, orada bulunanlar Ebû
Bekr bin Kavvâm'ın yanına gelip selâm verdiler. O da, imâma dönüp; "Ya imâm!
Senin selâmına cevap vermem." dedi. O da sebebini sorunca; "Çünkü sen, evliyâ
hakkında gıybeti reddetmedin ve onlara mâni olmadın." buyurdu. Sonra kâdı ve
vâlinin bulunduğu yere gitti ve onlara; "Siz evliyânın kerâmetlerini mi inkâr
edersiniz? Sizin ayaklarınızın altında ne olduğunu biliyor musunuz?" dedi.
Onlar, ne olduğunu sordular. Ebû Bekr bin Kavvâm da; "Sizin ayaklarınızın
altında bir mağara var. İçinde bir kimse ile hanımı medfundur. Onlar şimdi
kalkacak ve benimle konuşacaktır. Bu kişi, bundan bin sene evvel bu beldelerin
meliki idi. Kendisi, hanımıyla birlikte bir sedirin üzerinde oturmaktadır."
dedi. Sonra kimsenin gitmesine izin vermedi ve orayı kazmalarını emretti.
Kazılan yerde her şeyin İbn-i Kavvâm'ın söylediği gibi olduğunu gördüler.
Bu
olaydan sonra, vâli ve kâdı, evliyânın kerâmetlerini inkâr etmedi.
KAYNAKLAR
1)
Tehzîb-üt-Tehzîb; c.6, s.22
2)
Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.68
3)
Hilyet-ül-Evliyâ; c.5, s.138
4)
Şezerât-üz-Zeheb; c.1, s.116
5)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.1, s.198
|