HIFNÎ (Hafnâvî)
Mısır'ın meşhûr velîlerinden. İsmi Muhammed bin Sâlim bin Ahmed Hıfnî (Hafnâvî)'dir.
Lakabı Şemseddîn Ebü'l-Mekârim Halvetî el-Mısrî eş-Şâfiî'dir. 1690 (H.1101)
senesinde Mısır'da Belbîs beldesinin Hıfne kasabasında doğdu. Doğduğu yere Hafnâ
da denilmiştir. 1767 (H.1181)de Kâhire'de vefât etti.Asrının ilmiyle amel eden
büyük âlimi ve meşhûr bir velîsi idi. İlim tahsîline başlayacak çağa gelince,
önce Kur'ân-ı kerîmi ve bâzı ana metinleri ezberledi. Sonra babası onu Kâhire'ye
gönderdi. Orada on dört sene ilim tahsîli yaptı. Zamânının en meşhur
âlimlerinden ders aldı. Ders aldığı hocaları ona ders ve fetvâ vermesi husûsunda
icâzet verdiler. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve diğer ilimlerde zamânının seçkin
âlimlerinden oldu. Kendilerinden ilim öğrendiği ve icâzet aldığı hocaları; Şeyh
Ahmed Halyîfî, Şeyh Muhammed Dîrbî, Abdurraûf Bişbîşî, Şeyh Ahmed el-Melvî, Şeyh
Muhammed Sagîr'dir. En meşhur hocası ise; Şeyh Muhammed Bedîrî Dimyâtî
olup, bu hocasından tefsîr, hadîs ilimlerine dâir ders aldı. Ondan İmâm-ı Gazâlî'nin
İhyâu Ulûmiddîn adlı kıymetli eserini, Sahîh-i Buhârî'yi,
Sahîh-i Müslim'i, Sünen-i Ebû Dâvûd'u, Sünen-i Nesâî'yi,
Sünen-i İbn-i Mâce'yi, İmâm-ı Mâlik'in Muvattâ adlı hadîs kitabını,
İmâm-ı Şâfiî'nin Müsned'ini, Taberânî'nin Mu'cem-il-Kebîr adlı
eserini, yine Mu'cem-ül-Evsat ve Mu'cem-üs-Sagîr'ini okudu. İbn-i
Hibbân'ın Sahîh'ini, Hâkim'in Müstedrek'ini, Ebû Nuaym'ın
Hilye'sini ve diğer eserleri de
okudu. İlimde emsâllerini çok geçip, yüksek seviyelere ulaştı. Ders vermeye,
ilim öğretmeye başlayınca en seçkin talebeler onun derslerinde toplandı. Pekçok
kimse ondan ilim öğrenip icâzet aldı.
Otuz
yaşından sonra tasavvuf yoluna girdi.Mukri' lakabıyla bilinen Şeyh Ahmed Şâzilî
Magribî'den ilim ve edeb öğrendi. Hocasının verdiği günlük vazîfeleri yerine
getirdi.Tasavvufta en meşhur hocası 1721 senesinde Şam'dan Mısır'a gelen Seyyid
Mustafa Bekrî ile görüştü. Tanışmasına onun talebelerinden Seyyid
AbdullahSelfîtî vesîle oldu. Huzûruna varınca selâm verip edeple oturdu. Seyyid
Bekrî de ona dikkatlice nazar etti. Konuşma olmadan bir müddet bakıştılar.
Aralarında bir muhabbet bağı meydâna geldi. Kalpleri birbirine bağlandı.
SeyyidBekrî, kendisine bir talebe geldiğinde önce ona istihâre yapmasını
emrederdi. Muhammed Hıfnî'ye bir şey buyurmadı. Bu hâli onu sevdiğine, onu
talebe olarak kabûl ettiğine ve kalblerinin birbirlerine iyice bağlandığına
alâmet idi. Daha sonra Seyyid Bekrî'nin sohbetlerinde yetişti. Verdiği dersleri
yaptı. Nefsiyle mücâdele etti. Onun ıslâhına çalıştı. Bir gece rüyâsında Seyyid
Bekrî ile Şeyh Ahmed Şâzilî'yi birlikte gördü. Birbirleriyle kendisi hakkında
konuşuyorlardı. Daha sonra bu rüyâsını SeyyidBekrî'ye anlattı. O da; "Bu senin
bize bağlanmana alâmettir. Bu bâtınî bir yakınlıktır. Nasıl ki Selmân-ı Fârisî
ve Süheyb-i Rûmî ehl-i beytten sayıldılar. Sizin de bizimle yakınlığınız buna
benzer." buyurdu.
Muhammed Hıfnî, Seyyid Mustafa Bekrî'nin en üstün talebelerinden oldu. Zamânının
büyükleri arasına girdi. Çok kerâmetleri görüldü. Talebelerinden Allâme Şeyh
Hasan Şemmet Mısrî, onun kerâmetlerini ihtivâ eden bir eser yazdı ve bunları
kitabının altıncı bölümünde bildirdi. Üstün hâllerinden ve kerâmetlerinden
bâzıları şunlardır:
"Hocam
Muhammed Hıfnî gönülden geçen şeyleri bilirdi. Bir gün kalbimden bir şey
geçirdim. Sonra da huzûruna vardım. Hocam bana içimden geçenleri söyleyiverdi.
Yaptığım fakat kimsenin bilmediği işlerden de haber verirdi. Bir gün beni eve
gönderdi ve; "Benden önce eve git." buyurdu. Giderken yolda arkadaşlarımla
karşılaştım. Onlar bana; "Hazret-i Hüseyin'in kabrini ziyârete gidelim."
dediler. Ben de hocamın sözünü söyledim. O zaman; "Hocan biraz gecikir. O eve
gelmeden önce ziyâretimizi yapar döneriz." dediler. Onlara uyup Hüseynî
Mescidine gittik. Orada ziyâretimizi yaptık. Sonra Hocamızın evine döndük. Onun
henüz eve dönmediğini öğrenince sevindim. Bu sebepten de Allahü teâlâya hamd
ettim. Daha sonra hocam eve geldi. Kapıyı açtım. Hocam neşeyle bana nazar
ederek; "Nerede idin?" buyurdu. Ben de; "Burada idim efendim." dedim. O tekrar;
"Doğruluk en güzelidir, nerede idin?" buyurdu. O zaman başımdan geçenleri
anlattım. Bana; "Hocana karşı yalan söylemekten çok sakın!" buyurdu. O zamandan
beri yalandan çok korkarım.
Bir gün
huzûruna vardığımda çok sıkıntılı idi ve üzüntülü bir hâli vardı. Sebebini
sorduğumda; "Hacıların şu anda büyük bir tehlike karşısında olduğunu
hissediyorum. İçlerinde talebelerimden bâzıları da bulunuyor" dedi. Aradan bir
zaman geçti. Biz o vakti tesbit ettik. Sonra hacılardan haber alınca, tam o
günlerde bir tehlike ile karşılaştıklarını, fakat yollarını değiştirince,
kurtulduklarını söylediler.
Muhammed Hıfnî, bir gün âlim bir zâtla yolda giderken, karşılarına kendisinin
velî olduğunu iddiâ eden biri çıktı ve; "Siz ikiniz önümüzdeki Cumâ gününde
vefât edersiniz." dedi. O zaman Hıfnî; "Yemin ederim ki sen yalancısın."
buyurdu. Yanındaki âlim, o adamın sözleri tesirinde kalıp ölümden korktu ve;
"Efendim ona yalancı demeyiniz, doğru olabilir." dedi. Hıfnî o zaman; "Bu Cumâ
geçtiği gibi sonraki Cumâlar da geçecek. Hâlâ bu adamın söylediğine inanıyor
musun?" dedi. Hakikaten Cumâlar gelip geçti. O zaman Hıfnî bu âlime; "Bu adam
yalancının biridir. Sözümüze hâlâ inanmadın mı?" buyurdu. O âlim; "Şimdi
inandım." dedi. Hıfnî; "O kendisinin velî olduğunu iddiâ eden, fakat aslında
işleri eşkıyâlık olan biridir. Allahü teâlânın farz kıldıklarını yerine
getirmez. Ne oruç tutar, ne namaz kılar. Sözleri dinden çıkmış bir zavallı
olduğunu gösteriyor." buyurdu.
Şeyh
Hasan Adevî dedi ki: Muhammed Hıfnî'nin aynı zamanda çeşitli yerlerde
görüldüğünü çok kimseler bildirdi. Kim kendisini vesîle edip yardım istese,
Allahü teâlânın izniyle hemen onun yardımına koşardı. Şeyh Hasan Sebînî ve
talebeleri onun bu hâlinden haber verdiler.
Bir
geminin yelkeni deniz ortasında yırtıldı. Gemi olduğu yerde dönmeye başladı.
Gemidekiler bir gün bir gece böyle kaldılar. Çok sıkıntılı oldu. Tayfalardan
birisi rüyâsında Hıfnî hazretlerini gördü. Ona; "Yırtık falan yerdedir." diyerek
yerini târif etti. O zaman tayfa uyandı. Rüyâsını gidip kaptana anlattı.
Berâberce gidip oraya baktılar. Buyurulduğu gibi idi. Orasını tâmir edince
geminin dönmesi durdu. Bu defâ gemiyi sürükleyecek rüzgâr kesildi. Gemide,
Hıfnî'yi sevenlerden birisi vardı. O gece rüyâda ona; "Sabahleyin inşâallah
sefer müyesser olur. Rüzgâr eser." buyurdular. O kişi sabahleyin rüyâsını
kaptana anlattı. Kaptan rüzgârın eseceğine pek ihtimâl vermedi. O da; "Sen
hareket emri ver. Rüzgâr eser." dedi. Az sonra da Allahü teâlâ onlara çok tatlı,
tam arzu ettikleri bir rüzgâr gönderdi.
Nil
Nehrinin suları bâzı seneler azalırdı. İnsanlar bu sebebten kuraklık sıkıntısı
çekerlerdi. Yine böyle bir senede, sevdikleri Muhammed Hıfnî'ye gelip durumu
arzettiler. O da Fâtiha-i şerîfeyi okudu. O gece nehrin suları Allahü teâlânın
izniyle çoğaldı. İnsanlar kuraklık sıkıntısından kurtuldular.
Muhammed Hıfnî, Seyyid Ahmed Bedevî için tertiplenen bir mevlid cemiyetinde idi.
Sevenlerinden birisi, tam on sekiz senedir konuşamıyordu. Yakınları onu alıp
Muhammed Hıfnî hazretlerine getirdiler. "Murâdımız bunun konuşması için
himmetinizi istemektir." diyerek duâ talebinde bulundular. O da; "Bu öyle bir
şeydir ki, ancak Allahü teâlânın kudretiyle olur." buyurdu. Onlar duâ istemekte
ısrâr ettiler. Bunun üzerine; "O hâlde şimdi doğruca Seyyid Ahmed Bedevî'nin
kabrine gidiniz. Gece orada kalsın ve uyusun. Sabahleyin bana getirin." buyurdu.
Sabahleyin onu getirdiler. Konuşamayan kişiye; "Şimdi Lâ ilâhe illallah kelime-i
tayyibesini söyle." diye üç defâ buyurdu. Allahü teâlânın izni ve keremi ile o
kişi konuşmaya başladı.
Muhammed Hıfnî çok heybetli bir zât idi. İnsanların eziyet ve sıkıntılarına
sabrederdi. Bâzan da sert olarak nazar ederdi. Böyle nazar ettiği kimselerin
çeşitli cezâlara uğradıkları görüldü.
Şeyh
Ahmed Fevî, rüyâsında Resûlullah'ı gördü. Resûlullah efendimiz kendisine; "Allahü
teâlâ, Muhammed Hıfnî'ye zamânındaki sevdiklerine şefâat etme izni verdi."
buyurdu.Hasan Şemme der ki: "Kâhire'ye geldiğimde bu menkıbeyi duydum. Bunu bir
türlü kabûl edemiyordum. Hocası Seyyid Bekrî de onun asrında yaşamış idi. O gece
bir rüyâ gördüm. Sanki kıyâmet kopmuş ve insanlar mahşer yerinde toplanmıştı ve
insanlar hesaba çekiliyordu. Hocamın başında bir tâc vardı. Hocası Seyyid Bekrî
ve sevdikleri de arkasında duruyordu. Sanki ondan şefâat bekliyorlardı. Koşarak
ona gittim. Ellerine sarıldım. Bana; "Asrımda yaşamış sevdiklerimize bak. Şimdi
git onları arkamda bir saf yap." buyurdu. Çok kalabalık idiler. Bir yardımcı ile
buyurduğunu yaptım. Daha sonra günün korku ve telaşıyla huzûruna gittim ve
ağlamaya başladım. Bana niçin ağladığımı sordu. Sonra beni göğsüne bastırdı ve
yeşil cübbesiyle örttü. Sonra da; "Korkma, üzülme! Biz bu kapıdan gireriz."
buyurup, Cennet kapısını işâret etti."
Muhammed Hıfnî hazretlerinin eserleri şunlardır:
Es-Semerât-ül-Behiyye fî Esmâi Eshâb-ı Bedriyye, Hâşiyetün alâ Şerh-il-Eşmûnî,
Enfesü Nefâîs-üd-Dürer, Hâşiyetün alâ Şerh-il-Hemziyye li İbn-i Hacer Heytemî,
Hâşiyetün fi'l-Hisâb, Hâşiye alâ Şerh-i Risâlet-il-Adûd, Hâşiye alâ Câmî-is-Sagîr
lis-Süyûtî, Risâle fi't-Taklîd fi'l-Füru'.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
NASIL KURTULDU?
Şeyh
Ali Miyehî anlatır: "Seyyid Abdürrahmân Ayderûsî, Kâhire'ye geldiğinde, Muhammed
Hıfnî'yi ziyâret etti. Aralarındaki muhabbet bağı çok kuvvetli idi. Ayderûsî'nin
evime teşriflerini çok arzu ederdim. Fakat kendimi çok aşağı gördüğümden, benim
gibi aşağı bir kimsenin evine böyle mübârek bir zâtı dâvet etmekten hayâ
ediyordum. Nihâyet bu arzumu Hıfnî'ye arzettim. Buyurdu ki: "İnşâallah o sana
gelecek. Arzu ederse fakirler yemeği olan serîd (tirid) den yer. Onu çağırma,
kendine de fazla ikrâmda bulunma." dedi. Ben de sözüne uydum. Hicâz'a sefer
arzumdan da vazgeçtim. Çok geçmeden Ayderûsî evimi teşrif etti. Ona; "Efendim
size sâdece serîd (tirid) hazırlayacağım." dedim. "Olur." buyurup bizimle
sohbete başladı. Üstâd Hıfnî'nin fazîletlerinden bahsetti. Ayderûsî bir ara;
"Şimdi onun Malta adasındaki çok garip bir hâdisesini anlatayım." deyip şunları
anlattı: "Malta'daki müslümanlardan bir esir orada bir mescide uğradı. İçerideki
zikri işitip, onlara; "Hangi zâtın bildirdiği vazifeleri okuyorsunuz?" dedi.
Onlar da; "Şeyh Muhammed Hıfnî'nin" dediler. O kişi o zaman; "Yâ Rabbî! Bu zât
için senden istiyorum. Eğer bu zât evliyâ ise esirlikten kurtulmamı nasîb et."
diye yalvardı. Akşam olduğunda esiri yine zindana kapadılar. Esir o gece bir
rüyâ gördü. Rüyâsında bir zât kendisine eğerli ve sefere hazır bir at getirdi;
"Buna bin ve sür." buyurdu. O da ona binip sürdü. Deniz kenarına kadar geldi.
İskenderiye'ye gitmek üzere bir gemi bulup, atı ile birlikte ona bindi. Gemi,
İskenderiyye limanına vardı. Adadaki esir zât karaya çıktı. O esnâda uykudan
uyandı ve kendisini İskenderiyye'de buldu. Boynunda zindanda taktıkları zincir
bukağı yoktu. Doğruca Şeyh Muhammed Hıfnî'nin huzûruna gidip, başından geçenleri
haber verdi. O da tebessüm buyurdu."
YOLUNU NİÇİN
KAYBETTİ?
Şeyh
Muhammed Münîr anlatır: "Bir zaman Muhammed Hıfnî'yi ziyâret için Kâhire'ye
gittim. Talebeleri beni huzûruna götürdüler. Sohbetlerini dinledim. Onun yanında
kaldım. Nihâyet geri dönmek için izin istedim. İzin verince yanından ayrıldım.
Bulak'a geldim. Sonra onun yanında bir şey unuttuğum hatırıma geldi. Bir
talebemi ona gönderdim. Talebem oraya varınca Hıfnî onu kapıda karşılayıp niye
geldiğini sormuş. O da unuttuğum eşyâyı söylemiş ve almış. Daha sonra Hıfnî ona
oruçlu olup olmadığını sormuş. O da oruçlu olduğunu söyleyince, ona; "Yavrum
bilhassa bu günlerde oruç sana meşakkatli olur. Üstelik sen misâfirsin. Orucun
da nâfiledir. Sen iftâr et öyle git." demiş. Talebem onun sözüne ehemmiyet
vermeden yola koyulmuş. Yolda hıyar satan birini görmüş. Ondan bir mikdâr hıyar
almış. Oruçlu olduğunu unutup yolda giderken yemeğe başlamış. O esnâda kendisini
çölde bulmuş. Şaşkınlıkla; "Sübhânallah, sanki Tih Çölündeyim, buralar da
neresidir? Ben neredeyim? Bulak şehri nerede kaldı? diye hayretler içine düşmüş.
Birisi ile karşılaşıp ona Bulak yolunu sormuş. O da böyle bir şehir bilmediğini
söyleyince bir başkasına sormuş aynı cevâbı almış. Korkudan ve o yerlerin
meşakkatinden bîtâb hâle düşmüş. Sonra bu hâlinin sebebi kendisi olduğunu
anlayarak, Hıfnî hazretleri benim orucumu açarak gitmemi söylemişti. Onu
dinlemedim. Emrine karşı geldim. Günah işledim. Ey Hıfnî hazretleri imdâdıma
yetiş. Ben ne yaparım? diyerek ağlamaya başlamış. Kesin olarak söz verip;
"Bundan sonra Allahü teâlânın sevgili kullarına muhâlefet etmeyeceğim." demiş. O
anda kendini hıyar aldığı zâtın karşısında görmüş. Talebem sonra da Bulak
şehrine geldi. Gecikme sebebini sorduğumda başından geçen hâdiseyi bana böylece
bildirdi."
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.208
2) El-A'lâm;
c.6, s.134
3)
Silk-üd-Dürer; c.4, s.49
4)
Mu'cem-ül-Matbûât; s.781
5)
Brockelman; Gal.2, s.323
6)
Târihu Acâib-ül-Âsâr fî Terâcim-ül-Ahbâr (Cebertî), c.1, s.339
7)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.94
|