HAMDÛN-I
KASSÂR
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf âlimlerinden. İsmi Hamdûn bin
Ahmed Kassâr en-Nişâbûrî, künyesi Ebû Sâlih'tir. Evliyânın büyüklerinden olup,
vecîz sözleri, tatlı ve tesirlidir. 884 (H.271)te Nişâbûr'da vefât edip, Hîre
ismindeki kabristanda defnolundu. Ebû Türâb Nahşebî, Ali Nasrâbâdî, Ebû Hafs
Nişâbûrî gibi büyüklerin sohbetlerinde bulundu. Ebü'l-Hasan Bârûsî'nin talebesi
olup, Süfyân-ıSevrî'nin mezhebindeydi.Nefsin arzularına uymaması, haram ve
şüphelilerden sakınması çok fazlaydı.
Bir gece, vefât etmek üzere olan hasta bir dostunu ziyârete
gitti. Yanında bulunurken hasta vefât etti. Hamdûn-ı Kassâr hemen orada yanan
mumu söndürdü ve; "Dostumuzun vefât etmesiyle mum vârislerin oldu. Onların ise,
mumu kullanmamıza izin verip vermeyeceklerini bilemiyoruz." buyurdu.
Talebeleri sıdk ve ihlâs kazanmaya çalışırlar, farzlara çok
dikkat ederlerdi, İbâdetleri, hayrâtı, sünnetleri, nâfile ibâdetleri çok
yaparlardı. Riyâya, gösterişe yakalanmaktan çok korktukları için ibâdetlerini
gizlerler, görünmesinden korkarlardı. Herkese tatlı söyleyerek, güler yüzlü
davranıp, iyilik ederlerdi. Dünyâya düşkün değillerdi. Hamdûn-ı Kassâr'ın
talebeleri arasında, kendisine en çok bağlı olan ve kendisinden en çok istifâde
eden Muhammed bin Münâzil'di.
Hamdûn-ı Kassâr'ın yüksek derecesi, güzel hâlleri ve
hikmetli sözleri yayılınca, bâzı büyük zâtlar kendisine mürâcaat edip; "Artık
konuşunuz, halka nasîhat ediniz" diye ısrâr ettiler. Kendini buna lâyık
görmeyip; "Bir kimse, sustuğu zaman din bozulur, konuştuğu zaman bozukluk kalmaz
ise, böyle bir zâtın konuşması doğru olur. Bizim gibilerin halka nasîhat etmesi
uygun olmayıp, kalplere tesir etmez. Kalplere tesir etmeyecek sözü söylemek,
ilmi hafife almak ve dîni küçümsemek olur." buyurdu.
Kendisine sordular ki: "Eski büyüklerin sözleri, bizim
sözlerimizden daha tesirliydi. Bunun hikmeti nedir?" cevâbında buyurdu ki:
"Onlar, Allahü teâlânın rızâsı, İslâmiyetin izzeti, yükselmesi ve nefslerinden
kurtulmaları için konuşurlardı. Biz ise nefsimiz için, dünyâlık ele geçirmek ve
insanlar tarafından kabûl görmek için konuşuyoruz. Böyle olunca, elbette
sözlerimiz kimseye tesir etmez."
Kendisinden nasîhat isteyen bir kimseye, "Dünyâ için hiçbir
şeye kızma." buyurdu.
Buyurdu ki: "Kim kendi nefsini, Firavun'un nefsinden daha
hayırlı zannederse, kibirli olduğunu göstermiş olur."
"Geçmiş büyüklerin ahlâk ve yaşayışlarını inceleyen, kendi
kusurlarını anlar ve büyüklerden geri kalma sebeplerini öğrenir. Eshâb-ı
kirâmın, Selef-i sâlihînin, velîlerin hayat hikâyelerini okumak, iyi huylu
olmaya sebeb olur."
"Kendinde bulunduğu zaman gizli kalmasını istediğin bir
şeyi, başka birinde görürsen ifşâ etme."
"Bir sarhoşla karşılaşırsan, ona buğzetme, kötü söyleme,
çünkü, o duruma sen de düşebilirsin."
"Size iki şey tavsiye ediyorum; 1) Âlimlerle sohbet edin,
2) Câhillerden uzaklaşın."
"Cömertlik kadar güzel, cimrilik kadar
çirkin bir huy bilmiyorum."
"Söz öyle olmalı ki, tekrar etmeye lüzum kalmamalı,
tesirini hemen göstermelidir."
"Dostlar arasındaki ülfetin, yakınlığın kalkması, dünyâ
sevgisindendir."
"İçinden çıkamadığınız mevzûlarda, âlimlere gidip sorunuz.
Onlardan istifâde edebilmeniz için; kendinizi hiç kabûl edip, câhil olduğunuzu
söyleyerek, samîmiyet, tertemiz bir kalb ve edeb ile gitmeniz lâzımdır."
"Âlim, ilmi onunla amel etmek, ilme uymak için öğrenir.
Sözü dinlenilen ve yaşayışı büyüklerin yaşayışına uygun olan kimsedir. Âlimler
huşû sâhibidirler. Süsleri verâ ve takvâ, sözleri Allahü teâlâyı zikir ve O'nun
emir ve yasaklarını insanlara bildirmek, susmaları Allahü teâlânın nîmetlerini
tefekkürdür. İnsanlara çok nasihat ederler. İnsanların ayıplarını yüzlerine
vurmazlar. Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirirler. Hepsi âhirete
yarayan işlerle meşgûl olurlar.
Gafleti şöyle târif etmiştir: "Kulun Rabbini unutup, O'nun
rızâsını aramayı bırakıp, nefsinin esiri olmasıdır. Dünyâ için süslenen
kendisine bir fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen kimselere, insanlara karşı
gösteriş yapmasıdır. Böyle kimseden daha aşağı kimse yoktur. Dünyâyı gözünde
küçültmezsen, dünyâ ehli gözünde küçülmez. İnsan gücü yettiği kadar kendi
kusurlarını görmeye çalışırsa, kendini beğenme belâsından kurtulur."
"Tevekkül nedir?" diye sorulunca; "On bin dinar paran olsa
bir dinar da borcun olsa bu borcun üzerinde kalmasından ölmeden önce emin
olmamandır. Aynı şekilde on bin dinar borcun olsa, bunu ödeyecek hiçbir şey de
bırakmasan, Allahü teâlânın o borcunu ödeyecek bir vesile vermesinden ümid
kesmemendir."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10,
s.231
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1,
s.84
3) Risâle-i Kuşeyrî; c.1,
s.103
4) Tezkiret-ül-Evliyâ;
c.1, s.293
5) Tabakât-üs-Sûfiyye;
s.123
6) Nefehât-ül-Üns
Tercümesi; s.113
7) Sıfât-üs-Safve; c.4,
s.109
8) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.3, s.174
|