HACI MUHARREM HİLMİ
Anadolu'da yetişen velîlerden. Elazığ'ın Sarılı köyünde
1877 (H. 1294)de doğdu. Beş-altı yaşlarına geldiğinde âilesi ile birlikte Gurbet
Mezire isimli köye göç etti. Burada arkadaşları ile koyun güderken, onar İhlâs
okuyup, dervişlerin zikirlerini taklid ederlerdi.
Bir süre sonra Muharrem Efendi, ilim tahsîline başladı. On
beş yaşları ortalarındayken âilesi Sofular köyüne göç etti. Bu köyde Kâdirî ve
Nakşibendî şeyhi Hacı Ömer Efendi ile tanıştı. Birkaç gün o zâtın sohbetlerinde
bulundu. O zât köyüne geri giderken; "Nereye gidiyorsunuz, ben sizi nerede
bulurum, size nasıl gelirim?" diye sorunca; "Biz seni kendimize çekeriz."
cevabını aldı.
Aradan bir süre geçince, Muharrem Efendi, Hacı Ömer
Efendiyi özledi. Fakat bir türlü onun kendisini çekmediğini görünce, yola çıktı.
Yürüye yürüye Kövenk köyüne vardı. Çeşmede abdest alıp Cumâ namazını kılmak için
câmiye doğru giderken, evinin önünde bekleyen Hacı Ömer Efendi; "Gel benim
talebem! Gördün mü seni nasıl kendime çektim?" dedi.
Hacı Ömer Efendiye bağlandıktan sonra Muharrem Efendi,
yaz-kış demeden hemen hemen her gün 7-8 saat mesafe uzaktaki hocasını görmeye
giderdi. Muharrem Efendi âilesi ile birlikte birkaç köy daha dolaştıktan sonra,
1905'te Harput'a yerleşti. Medresede Hacı Abdullah Efendiden ve oğullarından
zâhirî ilimleri öğrenmeye başladı. Bir Yandan ilim öğrendi, bir yandan da hocası
Hacı Ömer Efendiyi sık sık ziyâret etti. Bir ara büyük âlim ve velî Beyzâde Ali
Rızâ Efendiye müezzinlik yaptı.
Bir gün mâneviyâta dâir bir eserin, anlayamadığı bâzı
yerlerini hocasına sormak için Harput'a gitmek üzere yola çıktı. Kitabı koynuna
koymuştu. Mezire yakınlarında bir pınarın başında biraz dinlenmek için oturdu.
Elini koynuna soktuğunda kitabı bulamadı. Hemen abdest alıp Abdülkâdir-i Geylânî
hazretlerinin vâsıtası ile Allahü teâlâya kitabın bulunması için yalvardı.
Kitabı kaybolduğundan evine geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Eve gelince
hanımı; "Yâhu sen ne tuhaf adamsın? Hem kitabı götürüyor, hem de geri
gönderiyorsun?" deyince, Muharrem Efendi, "Ne oldu?" diye sordu. Hanımı; "Orta
boylu, sakallı bir zât kitabı getirdi ve şöyle dedi: "Bu kitabı al ve ona
kitabının bekçisi olmadığımı söyle!" dedi."
1906'da askerlik vazîfesine başlayan Muharrem Hilmi, açılan
imtihanı kazanarak tabur imâmı oldu. Çeşitli yerlerde tabur imâmlığı yapan
Muharrem Hilmi, Bitlis'te Muhammed Kufrevîrin sohbetlerinde bulunrak ondan
icâzet aldı. Sonra Yemen'e gönderildi. Yemen'de tabur imâmlığı yanında, Yemenli
çocuklara Türkçe öğretmenliği de yaptı ve iki sene kadar kaldı.
Muharrem Hilmi Efendi Yemen'deyken yağmur yağmıyordu.
Yağmur duâsına çıktılarsa da bir damla bile düşmedi. Taburun komutanı Muharrem
Hilmi Efendiyi huzûruna çağırarak; "Sen iyi bir adamsın. Bir de senin yağmur
duâsına çıkmanı istiyorum." deyince, Muharrem Hilmi Efendi; "Olur Komutanım!
Yalnız Allahü teâlânın huzûruna hep dost olarak çıkmalıyız. Askeri silahtan
tecrid edeceksiniz." dedi. Komutan; "Olur mu? Bizi vururlar." deyince; "Onu bana
bırakınız." dedi. Yemen Şerîfinin huzûruna çıkıp, vaziyetini anlattı. Namaza
silâhsız çıkacaklarını, şâyet yerli halktan askere bir saldırı olursa,
Resûlullah efendimizin huzûrunda kendisinin yakasını tutacağını söyledi. Yemen
Şerîfi, yerlilerden askere bir kötülük gelmeyeceği hus3usunda teminât verdi.
Muharrem Efendi, Evlâd-ı Resûlden olan şerîfin oğlunu da
berâberine alarak namazgâha çıktı. Önce Araplara ve Türklere kendi lisanlarında
öğütler verdikten sonra, Allahü teâlâya, Evlâd-ı Resûl olan bu çocuk yüzü suyu
hürmetine yağmur yağdırması için yalvardı. Duâ bitmeden Allahü teâlânın izni ile
bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Bu duâyı üç gün tekrarladı ve
yağmur üç gün yağdı.
Muharrem Hilmi Efendi Yemen'den döndükten sonra Mekke ve
Medîne'ye tâyin edildi. Sonra Erzurum'a döndü ve Birinci Dünyâ Harbine iştirak
etti. Aynı zamanda ilim tahsîlini de bırakmadı. 1925'te emekliye ayrılarak doğum
yeri olan Elazığ'a döndü. Bundan sonra kendini tamâmen ilme verdi ve pek evinden
dışarı çıkmaz oldu.
Muharrem Hilmi Efendi, riyâdan çok sakınırdı. Nafile
ibâdetlerini gizlerdi. Çok mütevâzi olup, kapısına gelen talebeyi geri
çevirmezdi. Yazdığ tasavvufî şiirlerinde Sırrî mahlasın kullanırdı. Ömrünün
sonlarında dört-beş ay hasta yatı. Hâlinden hiç şikâyet etmezdi. Sorulduğu
zaman; "Elhamdülillah iyiyim, hiçbir şeyim yok, dolaşıp ne yapacağım? Yatmak
hoşuma gidiyor, yatıyorum işte." dedi ve; "Dünyâ lâşedir, onu isteyenler
köpeklerdir. Her gün bir melek; "Doğun ki ölesiniz, yapın ki yıkılsın, der"
mânâsında Arapça bir şiir okurdu.
1964 senesi Aralık ayının dokuzunda Çarşambayı Perşembeye
bağlayan gece, şafak vakti vefât eti. Elazığ'da defnedildi.
Muharrem Hilmi Efendinin yazdığı eserlerden bâzıları
şunlardır: 1) Dîvân, 2) Mev'ize-i Hilmiyye, 3) Dîvân-ı Hüdayî, 4)
Menâzîl-üs-Sâlikîn, 5) Makâmat-ı Eskâr-i İlâhiyye
Lisâlik-it-Tarîkat-il-Kâdiriyye.
KAYNAKLAR
1) Makamât-ı Ezkâr-ı İlâhiyye
Lisâlik-it-Tarîkat-il-Kâdiriyye, s.3 |