|
HACI BAYRAM-I
VELÎ
İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini
müjdeleyen büyük velî. Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram'dır. 1352
(H. 753)de Anakra ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde
doğdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vefât etti. Türbesi, Hacı Bayram
Câmiinin kenarında ziyârete açıktır.
Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı.
Ankara'da ve Bursa'da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs,
fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara'da
Melîke Hâtun'un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe
yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.
İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân'ın rûhunda
bir sıkıntı vardı. O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla
kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir gün dersten
çıktığında yanına birisi geldi ve; "Ben Şücâ-i Karamânî'yim. Kayseri'den senin
için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var." dedi. Nûmân, bu sözlerin
sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı. "Hoş geldin, safâlar
getirdin. İnşâallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!" diyerek
hayretle sordu. "Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi
ve; "Git Engürü'de (Ankara'da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır.
Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek..." dedi. Ben de bu
vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum."
Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez; "Baş üstüne, bu
dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i
Karamânî ile Kayseri'ye gittiler. Kayseri'de Somuncu Baba diye meşhûr
Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman Hamîd-i Velî;
"İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a Bayram lakabını verdi.
Hamîd-i Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu
kısa zamanda olgunlaştırdı. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere
kavuşturduktan sonra ona; "Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş
âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş
evliyâyı ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu.
Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve
bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri
ile zamânının en büyük velîlerinden oldu.
Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac
vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray'a geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815)
senesinde; "Halîfem, vekîlim sensin." emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine
aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını
kıldırdı. Aksaray'da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara'ya döndü. Ankara'da
dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye,
yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ
bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye
başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.
Bilâhare İstanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn
de Osmancık'ta müderrisken şeyhin evliyâlık derececsini duymuş ve ona talebe
olmak üzere Ankara'ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para
topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan "Evliyâ para mı toplar,
buralara boşuna gelmişim." diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine
talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüyâ
gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı
Velî'nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydil. u
rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü.
Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini
öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler.
Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti
geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı
Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn'e hiç
iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için,
kendi kendine;
"Ey nefsim! Sen, Allahü teâlânın büyük bir velî kulunu
beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer
burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn'in bu tevâzuuna
dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltifât
etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, işte
böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını
bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı.
Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye
başladı. Hacı Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe
arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn'e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları;
"Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni
gelen Akşemseddîn'i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?" dediler. Hâcı
Bayram-ı Velî de; "Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen
inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı.
Fakat yanımad yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının
hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur."
diye cevap verdi.
Hacı Bayram-ı Velî, bu şekilde hem talebelerini
yetiştiriyor, hem de belli saatlerde câmide insanlara vâz ve nasîhat ediyordu.
Herkes Hacı Bayram-ı Velî'nin vâzlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona
daha çok bağlanıyorlardı. Bu şekilde Hacı Bayram'ın etrafında pekçok kimsenin
toplandığını gören bâzı hasetçiler, Pâdişâh İkinci Murâd Hana; "Sultânım!
Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış.
Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isyân
çıkarmasından korkarız!" diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan,
durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip; "O kimseyi hemen gidip
huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak
getirin!" emrini verdi.
Vazifeli çavuşlar, ellerinde pâdişâhın fermânı olduğu
hâlde, Edirne'den kalkıp psüratle Ankara'ya gittiler. Şehre yaklaştıklarında
önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Selâmlaştıktan sonra
ihtiyâr zât; "Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca,
onlar da; "Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp,
Pâdişâhımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın huzuruna götüreceğiz."
dediler. Çavuşların bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât; "O aradığınız Hacı Bayram bu
fakîrdir." diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar bir fermâna baktılar, bir de
Hacı Bayram-ı Velî'ye. Aradıkları isyâncı bu olamazdı. Bu nûr yüzlü, hoş sözlü
zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî'ye tekrar tekrar
dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine; "Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu zâtın
mâsûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim." dediler.
Hacı Bayram; "Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun
için yola çıkıp sizi bekledik. Pâdişâhımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi
durmayınız, elimi zincirle bğlayınız ve bir an önce buradan gidelim." buyurdu.
Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar; "Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size
karşı edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez.
Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." dediler.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn,
çavuşlarla birliket Edirne'ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol
boyunca çavuşlarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra
Çanakkale Boğazından geçip, Edirne'ye geldiler. SArayda Sultan İkinci Murâd Han,
söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıyâ
beklerken, karşısında; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak,
onu baş köşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;
"Yolculugunuz zahmetli oldu herhalde." dedi. Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle;
"İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük
ve tanıştık." diyerek, pâdişâhı rahatlattı. Sohbete başladılar. Sultan Murâd,
şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklıydı ve büyük bir âlim olarak yetişmişti.
Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı. Tâ
Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de
çok sevindi. Tasavvuftaki bâzı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî'ye sordu. Aldığı
cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pekçok ihsânda bulunup, hediyeler verdi.
Fakat Hacı Bayram-ı Velî; "Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yoktur. Siz
onları, ihtiyâcı olanlara veriniz." diyerek nâzikçe reddetti. Pâdişhâh ısrar
edince de; "Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete
vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz." dedi. Pâdişâh da
memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî'yi günlerce sarayda misâfir etti,
izzet ve ikrâmda bulundu.
Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul'un
fethine gelmişti. Murâd Han Gâzi; "Allahü teâlânın izniyle, evliyânın himmet ve
bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han
bu işe girişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i âl-i Osman'ın
toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm râzı değil.
Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu
almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi. Murâd Han bu sözleri
söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu.
Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu: "Sultânım! Bu şehrin
alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte
yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse
Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih'ini
kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulunda. Sultan
Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed'e ve Akşemseddîn'e
artık başka bir nazar ile bakmaya başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'de bulunduğu müddet
içinde, câmilerde vâz verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok
sevdiler. Onun hangi câmide nasîhat edeceğini öğrenip, oraya akın akın
giderlerdi. Pâdişâh da onun Edirne'de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram-ı
Velî, Ankara'ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devâm etmek
istediğini bildirdi.
Pâdişâha nasîhatlerde bulunduktan ve onunla vedâlaştıktan
sonra yola koyuldu. Önce Gelibolu'ya geldi. Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve
Muhammed Bîcân kardeşlerle görüştü. Bir müddet onları yetiştirmek için orada
kaldı. Onların Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebeb oldu.
Muhammed Efendi, yazdığı Muhammediyye'yi hocası Hacı Bayram-ı Velî'ye
takdim ettiğinde; "Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için
çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz
mıydı?" buyurduğunda, Muhammed Bîcân bir "Âhh!" çekti ki, o anda kitabın açık
olan sahifeleri "Âhh" ateşinden kararıp simsiyah oldu. Hacı Bayram-ı Velî, kısa
zamanda bu iki kardeşe icâzet, diploma vererek, insanları hak yola dâvet ve bu
yolda ilerletmekle görevlendirdi.
Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya Sultan Murâd Hanın verdiği
fermânla geldi. Fermanda, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinin, yalnız
ilim ile meşgûl olmaları için, onların vergi ve askerlikten muâf tutulduğu
bildiriliyordu. Bunu duyan pekçok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı
Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı
ki, Ankara'nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram-ı
Velî'den talebelerinin bir listesini istemek zorunda kaldı.
Hacı Bayram-ı Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir
çadır kurdu ve; "Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye
ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın
gelip meydanı doldurdu. Hacı Bayram-ı Velî; "Dervişlerim, müridlerim! Bana
intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını
bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir
uğultu yükseldi. Vergiden kaçmaki çin talebe görünenler; "Bu ne biçim mürşit; bu
nasıl müritlik." diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin
bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir
erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler.
Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu
içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes
hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî;
"Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve
asrelik yapmak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir." buyurdu.
Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak
için uğraştı. Talebelerine ve sohbete gelen herkese, Allahü teâlânın emirlerini
bildirip, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı. Hayâtı, hep verâ ve
takvâ üzere, haramlardan şiddetle kaçıp, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını
terk etmekle geçti.
Onun vefâtından sonra "Bayramiyye yolu"nu, talebelerinden
Akşemseddîn ve Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler.
Türbelerin kapatılma kararı çıktıktan sonra, her yere
olduğu gibi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin türbesine de kilit vurulmuştu.
Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kırılmış, kapıyı da ardına
kadar açık gördüler. Olayın birkaç defâ tekerrür etmesi üzerine ilgililerden
biri; "Böyle şey olmaz, bu kapıyı elbette bir açan var." demiş. Sonra bunun için
iki polis vazifelendirmiş ve; "Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Şu kapıyı kim
açıyorsa, hemen yakalayın." iye de emir vermişti.
Polisler raldıkları bu emir gereğince, hazret-i Şeyh'in
türbesi önünde sabah ezânı okununcaya kadar beklemişler. Sabah vakti âniden
kilidin çıkardığı "Çat" sesi ile irkilmişler. İşte o zaman açılan kapıdan Hacı
Bayram-ı Velî hazretlerinin tebessüm ederek kendilerine baktığını görmüşler.
Türebyi bekleyen polislerden biri şaşkınlıktan düşüp bayılırken, diğerinin dili
tutulmuş. Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapıda nöbet tutmaya cesâret
edememiştir.
Hacı Bayram-ı Velî'nin, Akşemseddîn ve Bıçakcı Ömer
Efendiden başka halîfeleri de vardı. Göynüklü Uzun Selâhaddîn, Yazıcızâde
Muhammed ve Ahmed Bîcân kardeşler, İnce Bedreddîn, Hızır Dede, Akbıyık Sultan,
Muhammed Üftâde hazretleri bunlardandır. Birisi de, dâmâdı Eşrefoğlu Rûmî
(Abdullah Efendi)dir.
Hacı Bayram-ı Velî'nin talebelerine nasîhatlerinden
bâzıları şunlardır:
"İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve
pazarlarda sık sık bulunmayınız."
"Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke,
iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır."
"Allahü teâlâya isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım
etmeyiniz."
"Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız. Onları
sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız."
"Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey yemeyiniz. Yol ortasında
durmayınız. Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun müddet oturmayınız."
"Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler,
zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur."
"Helâlinden kazanıp, ondan fakırlere cömertçe veriniz."
"Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız.
Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız."
"Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip
kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz."
"Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın,
komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size
emânettir. Emânete hiyânet ise, çirkin bir harekettir."
"Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret ediniz. Zîrâ o
büyükler, kendilerini ziyâret edenlere şefâat ederler."
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Âşık Yûnus'la aynı asırda
yaşamış ve onun söylediği gibi şiirler söylemiştir. Tasavvuf yolunda nefsi
tanımanın ve itâat altına almanın şart olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî
hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiştir:
Bilmek
istersen seni,
Cân
içinde ara cânı.
Geç
cânından bul ânı,
Sen seni
bil, sen seni.
Kim
bildi ef'âlini,
Ol bildi
sıfâtını,
Anda
gördü zâtını,
Sen seni
bil, sen seni.
Görünen
sıfâtındır,
O'nu
gören zâtındır,
Gayri ne
hâcetindir,
Sen seni
bil, sen seni.
Kim ki
hayrete vardı,
Nûra
müstagrak oldu,
Tevhîd-i
zâtı buldu,
Sen seni
bil, sen seni.
Bayram
özünü bildi,
Bileni
anda buldu,
Bulan ol
kendi oldu,
Sen seni
bil, sen seni.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ALABİLİRSEN AL
Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden
bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç
altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir kimse
bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine
getirdi. Türbeyi ziyâret edip; "Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî
vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıralraı emânet
edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çğekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum.
Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye
verebilirsiniz!" diye münâcaat etti. Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak
ayrıldı.
Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini
almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi
koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı. Orada türbeyi bekleyen türbedâra; "Bu
çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum."
dedi. Türbedâr; "Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin
yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile
oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."
Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini
alarak köyüne döndü.
FÂSIKLARDAN UZAKLAŞ
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'den ayrılırken
kendisinden nasihat isteyen Sultan Murâd Hana şöyle dedi:
"Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere
ikrâmda bulun. İlim sâhiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi
göster. Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Hiç kimseyi
küçümseme ve hafife alma. İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimseye açma,
iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak
insanlarla ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme.
Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı
beseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ
ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin
bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve
delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk,
hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana
bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar,
verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha
iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler.
"Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece
faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî
şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîrâ
dostluk, ilme devâmı sağlar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. İhtiyaçlarını temin
et. Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme. Halka yumuşak
muâmele et, müsâmaha göster. Hiçbir kimseye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan
biri imişsin gibi davran."
KAYNAKLAR
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye
Tercümesi; s.77
2) Nefehât-ül-üns; s.684
3) Tam İlmihâl Seâdet-i
Ebediyye; (49. Baskı) s. 1080
4) Rehber Ansiklopedisi;
c.7, s.7
5) Menâkıb-ı Hacı Bayram-ı
Velî
6) Tâc-üt-Tevârih; c.2,
s.428
7) Osmanlı Müellifleri;
c.1, s.56
8) Menâkıb-ı Melâmiyye-i
Şûttariyye; s. 5-7
9) Silsile-i Celvetî; s.75
10) Tıbyânü'l-Vesâil; c.1,
s.174
11) Sefînetü'l-Evliyâ;
c.2, s.256
12) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.12, s.39 |
|