|
GEREDELİ ABDULLAH EFENDİ
Anadolu
velîlerinden. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On dokuzuncu asrın
sonlarında yaşamıştır. Tasavvufta Mustafa Sâfî Efendinin derslerinde ve
sohbetlerinde kemâle erdi. Hocasının vefâtından sonra yerine irşad insanlara
doğru yolu gösterme, anlatma vazîfesi yaptı. Mustafa Sâfî Efendi için bir
menâkıbnâme yazan Halil İbrâhim Efendi, Geredeli Abdullah Efendiden de bahsedip
şöyle yazmıştır:
Sâfî
Efendinin bir halîfesi de Gerede kasabasından Abdullah Efendidir. Sâfî Efendinin
sohbetlerinde kemâle erip, akranını geçmiştir. Bu zâtın medrese tahsîli de yok
idi. Fakat tasavvufta kazandığı kemâl derecesiyle hangi ilimden bahs açılsa, o
hususta bilgi verir, sorulan suâlleri cevaplandırırdı. Zamânının meşhûr
müderrislerinden Çankırılı Muhammed Ağa bir gün Abdullah Efendi ile ilmî
mevzûlara dalmıştı. Hangi ilimden, mevzudan ve usûlden ne öğrenmiş ve ne
biliyorsa, Abdullah Efendi ona hepsinden bahisler açıp izahlar yaptı. Sorduğu
suâlleri birkaç cevapla gâyet ilmî bir şekilde cevaplandırdı. Bu işin kerâmetle
olduğunu anlayan müderris, derhal ona intisâb edip, talebesi olmuşdu. Abdullah
Efendiye intisabından sonra dâimâ; "Bizim ilmimiz birkaç cevaplık imiş." derdi.
Mustafa
Sâfî Efendi vefâtından on gün önce bu halîfesi Abdullah Efendiyi huzûruna
çağırıp, bütün talebelerinin yanında şöyle vasiyet etti: "Bundan sonra işte bu
Abdullah Efendi sizin şeyhinizdir. Kendisi ârif, kâmil, mükemmil, yetişmiş ve
yetiştirebilendir. İlm-i zâhirde ümmîdir. Fakat ilm-i bâtında benzeri yoktur.
Sizin yanınızda ben nasıl isem, o da öyledir." Bu vasiyeti üzerine bütün
talebesi ona intisâb edip bağlandı. Hattâ Sâfî Efendinin vefâtından îtibâren
altı ay müddetle büyük kalabalıklar hâlinde talebe olmaya gelenlerin arkası
kesilmedi. Dört binden ziyâde kimse ona intisâb etti.
Mustafa
Sâfî Efendinin kerâmet ehli çok talebesi var ise de Abdullah Efendiden ve Yûsuf
Efendiden başkasına icâzet vermemiştir.
Talebelerinden Şeyh Osman Efendi de tasavvufta hayli yol almış, hilâfet
derecesine yaklaşmıştı. Ancak hocalarının emri gereği onun da Abdullah Efendiye
teslim olması gerekiyordu. Şeyh Osman Efendi hocası Mustafa Sâfî Efendinin
vefâtından sonra bir müddet Abdullah Efendiye teslim olmadı. Bir defâsında ikisi
birlikte hocaları Mustafa Sâfî Efendinin kabrini ziyâret için türbesine
gittiler. Ziyâret sırasında hocaları Mustafa Sâfî Efendi onlara görünüp, Şeyh
Osman Efendinin elinden tutarak Abdullah Efendiye teslim etti ve; "Bunun
kusuruna bakma." diyerek iltifât gösterdi. Bu hâdiseden sonra Osman Efendi de
talebesi oldu. Abdullah Efendinin vefâtından sonra yerine Şeyh Halil Rahmi
geçti. Şeyh Osman Efendi ona intisâb etti ve bu zâtın halîfesi oldu. Hocası
tarafından İzmit'te insanlara yol gösterme ile vazîfelendirildi.
Abdullah Efendi, Sâfî Efendinin yerine insanlara rehberlik için irşâd makâmına
geçince, kendisine tasavvufda yüksek bir derece olan kutbiyyet makâmı ihsân
edildi. Abdullah Efendinin çok kerâmetleri görülmüştür. Dînin emirlerine uymakta
son derece gayretliydi. Bir gün abdest alırken başını kaplama mest ettiğini
gören İbrâhim Hilmi Efendi dörtte birini de meshetseydiniz, câiz olurdu diye
söyleyince; "Ben ömrüm boyunca böyle başımın tamâmını meshetmişimdir." diye
cevap verdi. Bütün ibâdetlerinde takvâ üzere idi. Daha önce Gerede'de medfûn
Şeyh Hacı Halil Efendinin sohbetlerine devâm ederdi. Tasavvufta yüksek
derecelere ulaşmış idi. Bu derecede iken hocası Hacı Halil Efendi vefât edince,
istiğrâk hâlinde kendinden geçmiş bir vaziyette kaldı. Daha sonra Bolu'ya gidip,
Hacı Mustafa Sâfî Efendiye hâlini anlatıp, onun talebesi oldu. Onu talebeliğe
kabûl edip, tasavvufta erbeîn denilen ve kırk gün bir yerde kalmak olan çile
yaptırmak için onu bir odaya koydu. Abdullah Efendi erbeîne girince, önceki
halleri tamâmen kayboldu. Tasavvufa yeni başlamış talebe gibi oldu. Bu hâline
şaşıp, üzülerek gece gündüz ağlamaya başladı. Böylece otuz beş gün geçti. Bu
çileye girmesi sebebiyle hallerini kaybettiği kanâatine vararak çıkıp kaçmak
istedi. Dergâhtaki talebelerden bâzıları farkına varıp onu bu kararından
vazgeçirmek için; "Erbeîni tamamla ondan sonra gidersin" diyerek kalmaya râzı
ettiler. Otuz dokuzuncu günü tasavvuf yolunda yeni ilerlemeye başlayan bir
talebede hâsıl olan haller gibi önce tecellî-i ef'al, sonra tecellî-i sıfât ve
daha sonra da tecellî-i hâl zuhur edip, parlamaya başladı. Hemen Sâfî Efendinin
huzûruna koşup, hâlini ve hâsıl olan durumu anlattı. Bunun üzerine Sâfî Efendi;
"Oğlum biz adamı hem soyar, hem de giydiririz." dedi. Önceki hâlinde kalsaydın,
rehberlik etmekte zahmet çekerdin, dervişlere vâkıf olamazdın. Şimdi
elhamdülillah tertib üzere zuhûr etti." diyerek onu tesellî etti. Sonra birkaç
halvet daha yaptırdı. Tasavvufta yetiştirip kemâle erdirdikten sonra, ona
hilâfet verdi. İnsanlara rehberlik etmesi için vazîfelendirdi.
Abdullah Efendi, hâlini o derece gizler ve tevâzu ile hareket ederdi. Görenler
sanki sıradan biri, tasavvuftan hiç yol kat etmemiştir zannederdi. Kendi bu
hususta hiç bir şey söylemezdi. Halbuki keşf ve kerâmet sâhibi olup, çok talebe
yetiştirdi. Dünyâya ve dünyâ malına karşı hiçbir meyli yoktu. Fakat
talebelerinin hallerini görüp, anlamak ve onları yetiştirmek için onlarla
yakından alâkadâr olurdu. Abdullah adında bir çocuk, daha küçük yaşta Mustafa
Sâfî Efendiye talebe olmuştu. Onun vefâtından sonra da AbdullahEfendiye talebe
oldu ve on sekiz yaşında tasavvufta hallere kavuştu. Keşfi açıldı. Hangi kabrin
yanına varsa, o kabirde yatanın hâlini görürdü. Hattâ çok defâ vefât eden evliyâ
ile görüşüp konuşurdu. Bir müşkülü veya soracağı bir husus olursa, ya Peygamber
efendimizi görüp O'ndan sorar, yâhut da Sâfî Efendiyi görüp müşkülünü
hallederdi. Hattâ Peygamber efendimiz ona, hocası Sâfî Efendinin çok büyük bir
velî olduğunu beyân buyurmuşlardır.
Hocası
Abdullah Efendinin vefâtından sonra talebesi Abdullah Bey yerine rehberlik
makâmına geçen Halil Rahmi Efendiye pekçok talebe getirmiş, saâdete kavuşmalarına
vesîle olmuştur. Halil Rahmi Efendinin de çok kerâmeti görülmüş, tasavvuftaki
kemâlâtı, Peygamber efendimiz tarafından işâret buyrulmuştur. Tasavvufda
ilerlemek için çok çalışmıştır.
Dünyâ
ile hiç alâkası yok gibi bir halde ve fenâ derecesinde idi. Ancak dünyâ
işlerinden bir mesele sorulsa soranları hayrette bırakan cevaplar vererek
müşkülleri hallederdi. 1853 senesinde yapılan Rusya seferine katıldı. Bu seferde
cihâd etti. Silistre muhâsarasında bulundu. Muhâsara sırasında Deliorman'da
kayboldu. Bir daha kimse görmedi. Şehîd olduğu anlaşıldı. Bu sefere çıkarken,
İbrahim Hilmî, İbrâhim Muhammed Bey ve Abdullah Bey onu uğurlamışlardı. Bolu
yakınındaki bir köye kadar uğurladıklarında bu köyde gecelediler. O gece
Peygamber efendimizi görmüş. Peygamber efendimiz silahlı bir halde görünüp;
"Oğlum niçin üzülürsün biz de seninle berâber gidiyoruz." buyurarak teselli
ettiklerini yolda anlattı. Abdullah Efendinin böyle kıymetli talebeleri çoktu.
Abdullah Efendi bir gün Gerede'den Bolu'ya giderken; "Oğul yerime bir halîfe
yetiştirseydim, şu dünyâdan gider idim. Zîrâ usandım. Zâhirî ve bâtınî emrolunan
işler vardır. Hattâ elime iki tarafı da keskin bir kılıç verdiler." dedi. Çünkü
hocası Sâfî Efendinin vefâtından sonra ona kutbiyyet makâmı da verilmişti. Bu
sebeple zâhiren yapmakla vazîfeli olduğu işler vardı. Yerine Halil Rahmi
Efendiyi yetiştirip kemâle erdirdikten sonra kendi memleketinde irşâd ile
vazîfelendirdi. Mudurnu'da Sultan Süleymân Câmiinde insanlara rehberlik yaptı.
Abdullah Efendi bir gün Bolu'yu teşrif etti. Sohbetiyle nice ölü kalpleri
dirilttikten sonra, bir akşam Muhammed Bey adında bir zâtın evinde misâfir iken;
"Yarın Gerede'ye gitmem gerekiyor." dedi. Dâvet edildiğiniz yerler var, kerem
edin birkaç gün daha kalın dedikleri zaman; "Yarın gideceğim." dedi. Ertesi gün
mecbûren bir binek tedârik ettiler. Sabah vakti yola çıktı. Talebelerinden
çoğunun haberi olmadı. Birkaç talebesi Kuruçeşme denilen yere kadar uğurladılar
ve orada vedâlaştılar. Uğurlayan bu talebelerine; "Her ne zaman benim hasta
olduğumu işitirseniz, ihmâl etmeyip geliniz" dedi. Böylece vefâtına işâret etmiş
olmasıyla uğurlamak için orada bulunan talebeleri ağlaşmaya başladılar ve
ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine; "Ben sizi herkesten çok severim, bu burada
anlaşılmaz, yarın anlarsınız." diyerek bâzı işâretler verdi. Sonra da oradan
ayrılıp gitti.
Abdullah Efendi ayrıldıktan sonra gözden kayboluncaya kadar talebeleri
arkasından bakıştılar. Gerede'ye vardıktan sonra ertesi gün hastalandı. Talebesi
İbrâhim Hilmi Beyi Bolu'dan çağırmalarını emretti. Bâzıları haber gönderdik
diyerek, haber gönderilmesine mâni oldularsa da, arada bir İbrâhim Bey geldi mi
diye sorunca, telaş olmaması için haber göndermediklerini söylediler. Mutlaka
gelmesini arzu ediyorsanız haber gönderelim dediklerinde; "Eyvah şu andan sonra
haber göndermekle yetişemez. Ne söylediysem, onu yerine getirmeniz gerekirdi."
diyerek haberi göndermeyen kimseye gücendi. Haberi göndermeyen kimse, dâimâ
yanında olduğu halde bir mâni sebebiyle vefâtı sırasında ve cenâze namazında
bulunamadı. Gerede'deki dergâhında bulunan odasına defnedildi. İbrâhim Efendi,
ancak vefâtının ertesi günü haber alıp gelebildi. Kabrini ziyâret edip üzerine
bir türbe sanduka ve örtü yaptırdı. Abdullah Efendinin vefâtından sonra yerine
halîfesi HalilRahmi Efendi irşâd makâmına geçti ve talebeleri ona intisâb etti.
Halil
Efendi uzun ömrü müddetince hocası Abdullah Efendinin ve onun hocası Mustafa
Sâfî Efendinin yolunu devâm ettirdi. Pekçok insanı irşâd edip saâdete
kavuşmalarına vesîle oldu. Geredeli Abdullah Efendinin halîfesi Halil Rahmi
Efendidir. Bu zâtın da beş halîfesi vardır: 1) Mudurnu'da postnişin Şeyh İbrâhim
Efendi. 2) Bolu'da Şeyh Zuhurî Dergâhının mürşidi Şeyh Muhammed Efendi.
Hilâfetinden üç sene sonra vefât edip, Şeyh Zuhûrî Dergâhının yanında
defnedilmiş ve kabri üzerine türbe yapılmıştır. 3) Şeyh Hâfız Osman,
İzmitSancağında Yeni Câmide mürşidlik yapmıştır. 4) Şeyh
Hâfız İsmâil
Efendi, Erikli kazâsında Aktaş denilen yer (Cüdâ) dergâhında rehberlik
yapmıştır. 5) Muhammed Zühdü Bey. Menâkıbnâmeyi yazan İbrâhim Hilmi Efendinin kardeşidir.
Bolu'da Hayreddîn Tokâdî hazretlerinin dergâhı olan İmâret Câmiinde mürşidlik
yapmıştır. Bu zâtlar Mustafa Sâfî Efendinin sohbetlerinde bulunmuşlar ve
tasavvufta yüksek derecelere kavuşmuşlardır. Halil Rahmi Efendiden de icâzet
almışlardır. Ayrıca pekçok zât tasavvufta Mustafa Sâfî Efendi vâsıtasıyla
hilâfete lâyık derecelere kavuşmuşlardır.
KAYNAKLAR
1)
Menâkıb-ı Hacı Mustafa Sâfî, Millet Kütüphânesi Ali Emîrî (Şeriyye) Kısmı, No:
1111
|
|