|
EBÜ'L-ABBÂS SEBTÎ
Evliyânın büyüklerinden. İsmi Ahmed olup, babasınınki Câfer'dir. Künyesi Ebû
Abbâs olup, Sebtî diye bilinir. 1130 (H.524) senesinde Sebte'de doğup, 1204
(H.601) târihinde Merrâkûş'ta vefât etti. Merrâkûş'un dışında bir yere
defnedildi. Sebtî, Muvahhidîn sultanlarından Yâkub bin Mensûr'un zamânında
yaşadı. Çok meşhûr idi. Menkıbeleri herkesin arasında yayıldı. İnsanları,
fakirlere ve muhtaçlara sadaka vermeye teşvîk ederdi. Garîb bilgilerden olan ve
hesâb ilmine
benziyen "Zâyırce" ilmi ona nisbet edilir. Bu ilim, Sehl bin Abdullah'a da
nisbet edilmiştir. Şihâb el-Mukrî, Nefh-ut-Tayyib ismindeki eserinde,
onun hayâtını anlatmış, büyük âlimlerin onu övdüğünü, en büyük velîlik
derecesinde bulunduğuna şehâdet ettiklerini bildirmiştir.
Ebû Abbâs Ahmed Sebtî'nin
yakınlarından olan Ebû Hasan Senhâcî, Ebû Abbâs Ahmed Sebtî'den, başlangıcından
sonuna kadar hâllerini anlatmasını isteyip, Allahü teâlânın izni ile eşyâ
üzerinde nasıl tesirli olduğunu, yaptığı duâların kabûl olma sebebinin, hâlinden
şikâyette bulunanlara ve dileklerini elde etmek istiyenlere niçin sadaka
vermesini ve îsâr sâhibi olmasını emrediyorsun? diye sorunca, ona şunları
anlattı: "Ben, insanlara sâdece faydalarına olan şeyleri tavsiye ediyorum. Yirmi
yaşında iken, Kâdı İyâd'ın talebesi olan büyük âlim Ebû Abdullah Fahhâr'ın
yanında, ahkâmla ilgili kitapları okudum. Yirmi yaşıma geldiğimde Nahl sûresi
90'ıncı âyetine rastladım. Bu âyet-i kerîme üzerinde düşündüm. Kendi kendime;
senden, adâlet ve ihsân sâhibi olman isteniyor, dedim. Bu âyet-i kerîme üzerinde
yine düşünmeğe devâm ettim. Bundan sonra elime geçen az çok ne olursa olsun,
üçte birini kendime bırakıp, geri kalan üçte ikisini Allah rızâsı için fakirlere
ve muhtaçlara sarfetmeye karar verdim. Sonra Allahü teâlânın ihsân makâmında
olan bir kimseye, ilk önce farz kıldığı şeyin ne olduğunu araştırınca, bunun,
nîmetine şükür olduğunu anladım.
Ebû Abbâs Ahmed Sebtî, bir
gece ilim ile meşgûl olan talebelerin yanında bulunuyordu. Derslerini müzâkere
ettikleri için, fazla gürültü oluyordu. Bu sırada bekçiler, talebelerin kaldığı
evin kapısını çaldı. Talebelerin hizmetleri ile uğraşan hizmetçi, onları
karşıladı. Bekçiler, hizmetçiye; "Geceleyin gürültü yapanların
cezâlandırılacağını bilmiyor musunuz?" dedi. Sonra bekçilerden ikisi, sabah
olunca oradaki talebeleri karakola götürmek için, medresenin kapısı önünde
beklemeye başladı. Hizmetçi, bu durumu talebelere haber verince, çok korktular.
Eğer götürürlerse, bizi mutlakâ öldürürler, diyorlardı. Bu sırada orada hazır
bulunan Ebû Abbâs gülüyor ve talebelerin endişe ettikleri husus için hiç
aldırmıyordu. Seher vakti bir müddet yalnız kaldıktan sonra, talebelere; "Hiç
korkmayın! Ben, Allahü teâlâdan sizi muhâfaza buyurması için duâ ettim. Onlar
size hiçbir şey yapamıyacaklar." dedi ve dediği gibi çıktı. Bekçiler, bir şey
yapmaya muvaffak olamadılar.
Bâzıları Ebû Abbâs Ahmed bin Âfir'e evliyânın kerâmeti hakkında sordular. O da
şöyle cevap verdi: Ölüm ile velînin kerâmeti kesilmez. Merrâkûş'da defnedilmiş
bulunan Ebû Abâs Sebtî'yi işâret ederek; fakirlere sadaka verdikten sonra, onun
kabrinin yanında, onu vesîle ederek Allahü teâlâya duâ eden kimsenin ihtiyâcının
nasıl giderildiğine bak!" dedi."
Nefh-ut-Tîb
kitabının sâhibi Makkarî
şöyle anlatır: "Ebû Abbâs Ahmed Sebtî'nin kabrinin yanında birkaç defâ durup,
Allahü teâlâdan
dileklerde bulundum. Dileklerimden birisi de; ilim sâhibi olmam ve öğrenmek
istediğim bazı kitapları bana anlamayı nasîb etmesi idi. Ebû Abbâs Sebtî'nin
kabrinin yanında duâ ettim. Allahü teâlâ benim bu duâmı kısa zamanda kabûl
etti."
Abdurrahmân bin Yûsuf Hıstî, Ebû Abbâs Sebtî'nin aleyhinde konuşan biri idi. Bir
gece rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü: "Ey Allah'ın Resûlü! Sebtî hakkında
ne buyurursun?" diye sordu. Resûlullah efendimiz tebessüm ettikten sonra,
Sebtî'nin iyi kimselerden olduğunu, buyurdu. "Yâ Resûlallah! Bana bunu açıklar
mısın?" dedi. O zaman Resûlullah efendimiz onun Sırat köprüsünden şimşek gibi,
pek süratli bir şekilde geçeceğini buyurdu.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
SUYA KANDI
Ebû Hasan Habbâz, Ebû
Abbâs Sebtî'ye; "İnsanlar kuraklık ve pahalılık sebebiyle büyük bir sıkıntı
içerisindeler" deyince, ona; "Cimriliklerinden dolayı, Allahü teâlâ onlara
yağmur vermiyor. Eğer siz, elde ettiğiniz mahsûllerin zekâtı ile fakirlere
sadaka verseydiniz, buna karşılık Allahü teâlâ da size yağmur verirdi." dedi.
Ebû Abbâs'ın bu sözleri üzerine Ebû Hasan Habbâz, fakirlere sadaka verip,
yardımda bulundu. Güneş pek kızgın, hava çok sıcaktı. Yağmurdan, ümîdini
kesmişti. Ağaçların ve diğer bitkilerin kurumaya yüz tuttuğunu gördü. Bir müddet
sonra, öyle bir yağmur yağdı ki, bütün her taraf suya kandı.
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.303
2)
El-A'lâm; c.1, s.107
3) Keşf-üz-Zünûn; s.748
4) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.8, s.201
|
|