EBÛ YÛSUF
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
hazretlerinin en önde gelen talebesi, en büyük velîlerden. Asıl adı, Yâkub bin
İbrâhim'dir. Ebû Yûsuf künyesidir. Soyu Eshâb-ı kirâmdan Sa'd bin Buhayr el-Ensârî'ye
dayanır. 731 (H.113) senesinde Kûfe'de doğdu. 798 (H.182) senesi Bağdât'ta vefât
etti. Kabr-i şerîfi ziyâret mahallidir.
Ebû Yûsuf'un ceddi
hazret-i Sa'd, Resûlullah efendimizin hayır duâlarına kavuştu. Henüz küçük
yaşlarda olan hazret-i Sa'd, Uhud muhârebesinde Peygamber
efendimize gelerek kendisini de bu harbe götürmelerini arzetti. Peygamber
efendimiz başını okşayıp; "Küçüktür, gazâya gidemez." buyurdular. Çünkü
âkıl ve bâliğ olmayanlara gazâya izin vermezlerdi. Bu okşamanın eseri, onda ve
neslinde görüldü. Hazret-i Sa'd daha sonraki gazâlara iştirak etti. Kûfe'ye
yerleşip orada vefât etti.
Ebû Yûsuf, Kûfe'de doğdu.
Sonra Bağdât'a yerleşip orada yetişti. Fakir bir âilenin evlâdı olan Ebû Yûsuf
önce Ebû İshak Şeybânî, Süleymân et-Temîmî, Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Süleymân
bin Mihran el-A'meş, Hişam bin Urve gibi büyük fakîh ve muhaddislerin derslerine
devâm etti. Muhammed bin Abdurrahmân bin Ebû Leylâ'nın derslerine de devâm
ettiği sırada, bu zâtın bâzı müşkil meselelerde İmâm-ı A'zam'a mürâcaat ettiğini
ve onun talebelerinin ilimdeki üstünlüğünü görünce, İmâm-ı A'zam'ın büyüklüğünü
anlayıp, ona talebe oldu.
Yetim olup fakir bir
âilenin çocuğu olmasına rağmen, İmâm-ı A'zam'ın derslerine büyük bir gayretle
devâm etti. İmâm-ı A'zam, onun keskin zekâsını görüp derslere sürekli devâm
etmesi için fakir olan âilesinin geçimini de kendi üzerine aldı. Âilesini
rahatlıkla geçindirip ilme yönelmesi için ona devamlı yardımda bulundu.
Şucâ' Muhammed, başka bir
rivâyet olarak Ebû Yûsuf'un şöyle dediğini nakleder: "Babam öldüğü zaman
cenâzesinde bulunamadım. Akrabâ ve komşularımın cenâze ve defn işleriyle
uğraşmalarını temin ettim. Zîrâ İmâm-ı A'zam'ın bir dersinde bulunamayacaktım.
Eğer o dersi kaçırsaydım, ondaki faydalı bilgilere kavuşamamanın hasreti
ölünceye kadar devâm ederdi. Ve yine demiştir ki: "Ferâiz (mîras) ve hayza âit
(kadınlara mahsus) bilgileri İmâm-ı A'zam'ın bir meclisinde, nahiv ilmini de
âlim bir kimsenin huzûrunda bir defâda öğrendim."
Ebû Yûsuf kısa zamanda
İmâm-ı A'zam hazretlerinin talebeleri arasında ilimde ilerleyip hocasının
iltifâtına kavuştu. Ebû Hanîfe hazretlerinden ve birçok âlimden hadîs-i şerîf
dinledi. Bir derste elli altmış hadîs-i şerîf ezberler ve dersten çıkınca
yazdırırdı. Diğer hocalarından bâzıları şunlardır: Ahves bin Hakîm, İbrâhim bin
Ebû İshak, İsmâil bin İbrâhim, İsmâil bin Ümeyye, İsmâil binEbî Hâlid, İsmâil
bin Aliyye, Eyyüb bin Utbe, Beyân bin Bişr, Ebû Bekr bin Abdullah el-Hüzelî,
Sâbit bin Ebû Hamza, İbn-i Cüreyc, Ebû Cenâb Yahyâ Kelbî, v.b. Muhammed bin
Hasan Şeybânî, Amr bin Muhammed-i Nâkıd, Ahmed ibni Münîr, Ali ibni Mûsâ Tûsî,
Abdüs bin Bişr, Hasan bin Şebîb ve daha birçok âlim de Ebû Yûsuf'tan hadîs-i
şerîf rivâyet etmişlerdir.
Ebû Yûsuf, İmâm-ı A'zam'ın
derslerine on yedi sene aralıksız devâm edip, ilimde yüksek dereceye ulaştı ve
müctehid oldu. İmâm-ı A'zam'ın fıkhını ve mezhebini yayan talebelerinin başında
geldi. Bu hususta ilk kitap yazan da odur.
Talhâ bin Muhammed bin
Câfer der ki: "Ebû Yûsuf, İmâm-ı A'zam hazretlerinin talebeleri arasında en
yükseğidir. İmâm-ı A'zam hazretlerinin ilmini bütün yeryüzüne yayan odur."
Ebû Yûsuf, hakkında âyet-i
kerîme ve hadîs-i şerîf (nass), bulunmayan bir meseleyi hükme bağlarken önce
hocası İmâm-ı A'zam'ın ictihâdına bakar, bulursa ona göre hüküm verirdi,
bulamazsa kıyas ve kendi re'yi ile hareket ederdi. Bu hususta da hocasının
koyduğu usûl ve kâidelere bakarak meseleyi hükme bağlardı.
Bir gün İmâm-ı Ebû Yûsuf
hazretleri çok hasta olmuştu. Birisi gelip İmâm-ı A'zam'a Ebû Yûsuf'un öldüğünü
söyledi. İmâm-ı A'zam; "O ölmedi" buyurdu. Ölmediğini nereden bildiniz
dediklerinde; "İlme çok hizmet etti, meyvelerini toplamadan ölmez" buyurdu.
Hakîkaten ölüm haberinin doğru olmadığı anlaşıldı. İlmi, üstünlüğü ve talebeleri
her tarafa yayılıp, meyvelerini topladı. İmam-ı A'zam hazretleri bir defâsında;
"Bu genç hayatta iken ona muhâlefet eden bulunmaz." buyurdular.
Ebû Yûsuf iyileşince, bir
ders meclisi kurdu ve insanlara fıkıh ilmini, haram ve helâli öğretmeye başladı.
Bu haber Ebû Hanîfe hazretlerine ulaştırıldı. İmâm-ı A'zam hazretleri huzûrunda
bulunanlardan birine; "Şimdi Yâkub'un (Ebû Yûsuf'un) meclisine git ve ona; "Bir
kimse elbisesini kısaltmak için bir terziye verse, sonra elbisesini istese,
terzi de inkâr etse, sonra tekrar terziye gelse ve elbisesini istese terzi de
elbisesini kısaltmış olarak ona verse ücret alabilir mi? diye sor. Eğer alır
derse hatâ ettin, dersin. Eğer ücret almaz derse yine hatâ ettin dersin." dedi.
Bu talebe Ebû Yûsuf'un ders okuttuğu meclisine geldi. Soruyu sordu. Ebû Yûsuf;
"Terzi ücret alır." dedi. O da; "Hatâ ettin. Öyle değildir." dedi. Ebû Yûsuf bir
müddet düşündü ve; "Hayır ücret alamaz." dedi. Soran yine; "Yanıldın. Öyle
değildir." dedi. Bunun üzerine Ebû Yûsuf hemen yerinden kalkıp Ebû Hanîfe
hazretlerinin huzûruna gitti. Ebû Hanîfe hazretleri onun geldiğini görünce;
"Seni buraya elbiseyi kısaltma meselesi mi gönderdi?" dedi. Ebû Yûsuf da; "Evet
efendim." diye cevap verdi. Ebû Hanîfe hazretleri tebessüm ederek; "İnsanlara
fetvâ vermeye koyulan ve Allahü teâlânın dîninde söz söylemek için kendine
meclis kuran, ücret bahsinden bu kadarını nasıl bilemez." buyurdu. Ebû Yûsuf;
"Hocam bana bunun cevâbını söyleyiniz." dedi. Ebû Hanîfe hazretleri; "Eğer o
elbiseyi gasbettikten sonra kısalttı ise ücret verilmez. Çünkü kendisi için
kısaltmış demektir. Eğer gasbetmeden önce kısalttıysa, ücret verilir. Çünkü onu
sâhibi için kısaltmıştır." buyurdu. Bunun üzerine Ebû Yûsuf hocasının ellerine
sarılıp öptü.
Ebû Yûsuf hazretleri
anlatır: "Hocam bir kimseye bir şey verince kendisine teşekkür ederlerdi ve ona;
"Allahü teâlâya şükret! Bu, Allahü teâlânın sana gönderdiği rızkıdır" derdi.
"Sizlerden daha cömert kimse görmedim." dediğim zaman, bana; "Keşke hocam
Hammâd'ı görseydin, güzel huyları, iyi hasletleri kendisinde toplamıştı."
buyururdu.
Ebû Yûsuf hazretlerinin
olgunluk, ahlâk güzelliği ve insanlar üzerindeki îtibârı ortaya çıkınca, hocası
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri ona şu vasiyet ve tavsiyelerde bulundu:
"Ey Yâkûb, sultâna saygı
göster. Mevkiine hürmet et. Huzûrunda yalan söylemekten sakın.
İlmî bir mesele için seni
çağırmadığı vakitlerde yanına gitmekten kaçın. Çünkü ona gidip gelmeyi, girip
çıkmayı çoğaltırsan, sana îtibâr etmez olur, mevkiin yanında küçülür.
Huzûruna girdiğin zaman hem kendi kadrini hem de başkasının kadrini kıymetini
bilen ol.
Sultanın dostları ve tarafları ile buluşma. Etrâfındakilerden uzaklaş ki şerefin
ve merteben yerinde kalsın. Halk önünde konuşma, yalnız sorduklarına cevap ver.
Halk ve tüccar arasında da dînî ve zarûrî bilgiye âid olmayan sözlerden kaçın
ki, sevgin ve mala rağbetin üzerinde durulmasın. Zîrâ onlar kötü zanda
bulunabilirler ve yaklaşmanı kendilerinden rüşvet almana atfederler.
Halk arasında ne gül ne de
gülümse. Çarşı pazara da çok çıkma.
Yol ağızları ve
köşebaşlarında oturma. İcâbederse mescidde ve avlusunda otur. Çarşı, sokak ve
câmilerde bir şey yeme. Dükkanlarda da oturma. Yol kenarlarında bulunan
çeşmelerden, musluklardan ve sakaların ellerinden su içme. İpekten yapılma atlas
veya çeşitli ipekler giyme. Çünkü bunlar insanı ahmaklığa, gevşekliğe götürür.
Eşinin (hanımının) yanında
yabancı kadınlardan konuşma. Sen başka kadınlardan bahsedince o da yabancı
erkeklerden söz etmek hakkını kendinde bulur. Evlilik hayâtının maddî bütün
ihtiyaçlarını sağlamaya muktedir olduğunu bilmeden evlenme. Önce ilim tahsîl et.
Sonra helâlından mal ve servet edin. Ondan sonra evlen. Çünkü tahsil zamânında
hayâtını da kazanmak istersen ikisini bir arada yürütemez, tahsîlini noksan
bırakırsın. İlim tahsîlinden önce edineceğin servet ise seni dünyâ ile
uğraşmaya, hizmetçiler tutmaya teşvik eder. Bu sûretle vaktin boşa gider.
Çoluk-çocuğun olur. Nüfûsun artar, onların ihtiyâcını temine çalışırken ilmi
bırakırsın. Gençliğinin kuvvetli, gönlünün âsûde, rahat, kafanın zinde zamânında
ilim tahsîli ile uğraş. Sonra mal ve mülk toplamaya çalış. Zîrâ evlat ve ıyâlin
bakmakla yükümlü olanların çoğalması zihni karıştırır. Hayâtını kazanınca da
evlenebilirsin.
Her halde Allahü teâlâdan
kork, fenâlıklardan korun. Emânetleri koru. Küçük-büyük, zengin-fakir herkese
iyilik ve nasihatte bulun. Hiç kimseyi küçük görme. Vakarlı ol ve herkese değer
ver. İnsanlar ile düşüp kalkma. Onlar seni arasınlar. Ziyâretine gelenleri iyi
karşıla. Meselelerine cevap ver. Eğer o meselenin ehli ise ilim ile meşgul olur,
değilse sana muhabbet sevgi besler. Her kim sana bir mesele sormaya gelirse,
yalnız sorusuna cevap ver. Fazla şeyler ilâve etme. Çünkü, sorusunun uzun cevâbı
onun zihnini karıştırır.
Kazançsız, azıksız on sene de kalsan, ilim öğrenmekten yüz çevirme. Çünkü
tahsilden vazgeçtiğin takdirde yine geçimin darlaşacaktır.
Fıkıh ilmini öğrenmek ve
bu ilimde derinleşmek anlayışlarını arttırmak üzere sana gelenlerin ilme karşı
rağbetini arttırmak için onların herbirini birer oğul ve evlâd edinmişçesine
karşıla.
Halktan veya emrin altında
çalışanlardan biriyle münâkaşa etme. Çünkü böyleleri ile münâkaşa, itibârını
giderir.
Hiç kimsenin yanında,
isterse sultân olsun hakkı anmaktan ve söylemekten çekinme.
Başkasının yaptığından daha çok ibâdet, verdiklerinden ziyâde ihsanda
bulunmadıkça, canın rahat etmesin. Çünkü insanlar senin, kendi ibâdetlerinden
fazlasına önem vermediğini görünce sende ibâdete karşı rağbet azlığına
hükmederler. İlminin sana bir fayda vermemiş olduğuna inanırlar. Kendi
câhillikleri ile yaptıkları amelleri, senin ilim ile yaptıklarından üstün
görürler.
Hoca ve üstadlarına hürmet
et, onlara dil uzatma. İnsanlardan dâimâ çekin. Allah için gizli hâlinde ne
isen, açık durumunda da öyle ol.
Çok gülme. Zîrâ çok gülmek
kalbini öldürür. Vakarlı bir şekilde yürü. Acele acele, salına salına yürüme.
İşlerinde aceleci olma. Konuşurken yüksek konuşma, bağırıp çağırma. Dâimâ kendin
için sükûn ve sükûtu seç.
İnsanlar yanında Allahü teâlâyı çokça an ki, onlar da bunu senden öğrensinler.
Namazlarının arkasında kendine bir vird, bâzı işleri vazife edin. Meselâ; Kur'ân-ı
kerîm okur, Allahü teâlâyı zikreder, belâ ve musîbetlere karşı ihsân ettiği
sabır ve tahammül kudretine, bahşettiği çeşitli nîmetlere şükredersin. Her ayın
belirli günlerinde oruç tutmayı âdet edin ki başkaları da bu hususta sana uysun.
Nefsini dâimâ murâkabe et,
gözet, kontrol et, başkasına karşı koru ki, hem dünyâ ve hem de âhiretine âid
amellerinde ilminden istifâde edebilesin.
Dünyâya ve dünyâlığına
güvenme. Bulunduğun hale de dayanma. Çünkü Allahü teâlâ, varlığının cümlesinden
sana soracaktır.
İnsanlara hatâlarında uyma. Dîne uygun işlerinde tâbi ol. Fenâlığını bildiğin
bir kimseyi o kötülüğü ile anma. Ondan fayda ve iyilik ara ve iyi hâli ile an.
Meğer o kimsenin fena hâli din husûsunda ise o zaman bunu insanlara söyle de,
ona uymasınlar ve ondan sakınsınlar.
Ölümü hatırından çıkarma.
Hocaların ve kendisinden bilgi aldığın zâtlar için Allahü teâlâdan af ve
mağfiret dile. Kur'ân-ı kerîm okumaya devâm et. Kabirleri ve büyük zâtları ve
mübârek yerleri çokça ziyâret et. İnsanların sana arzedeceği, Peygamber
efendimizi rüyâda görmüş olmalarını, câmilerde, türbelerde ve makberlerdeki
mübârek zâtların gördükleri rüyâlarını iyi karşıla. Red ve inkâr etme.
Hayvânî zevklerine düşkün,
nefsânî arzularına uyan kimseler ile berâber oturma. Yalnız dîne dâvet yolunda
böyleleri ile birlikte bulunmakta bir mahzûr yoktur. Oyun ve eğlence yerlerine
ve söğülüp sayılan yerlere gitme. Ezân okununca hemen câmiye gitmeye hazırlan ki
başkaları senden önce davranmasın.
Komşundan gördüğün nâhoş halleri ört. Çünkü sır sana emânettir. İnsanların gizli
taraflarını açma.
Seninle bir şey hakkında
istişâre etmek, danışmak isteyen kimseyi dinle. Seni Allahü teâlâya
yaklaştıracağını bildiğin şeyleri ona söyle. Bu tavsiyemi de kabul eyle. Çünkü,
bundan dünyâ ve âhirette istifâde edeceksin.
Cimrilikten kaçın. Zîrâ herkes cimrilere buğzeder. Onları sevmez. Tamahkârlık ve
yalancılıktan sakın. Karıştırıcı olma. Bütün işlerde insanlığını koru. Güzel
huylu ol. İnsanları incitmekten kaçın. Her zaman her yerde temiz elbise giy.
Dünyâya rağbet ve hırsı azaltarak nefsini temizle. Dünyâ sevgisini içinden at.
Kalbin temiz olsun.
Fakir olsan da fakirliğini
belli etme. Zengin görün. Himmet ve gayret sâhibi ol. Azmi ve gayreti
zayıflayanın, mevkii de zayıflar.
Yolda giderken sağa sola
bakma. Dâimâ önüne bakarak yürü.
Dünyâyı ilim adamları
yanında hor ve hakir göster. Çünkü âhirette olanlar dünyâdakilerden daha
hayırlıdır.
Münâzara âdâbını bilmeyen ve iddiâlarını delilleri ile ispat edemeyen kimselerle
söze girişmekten kaçın.
Mevki ve makam peşinde
koşan, halk arasındaki meselelere dalan ve bu sûretle kendilerine şöhret ve
menfaat sağlamak isteyenlerin sözlerine ve aralarına karışma. Çünkü onlar bu
hususta seni haklı bilseler dahi sözlerine de önem vermezler. Şarlatanlıkları
ile seni susturmak ve utandırmak isterler.
Kibar ve efendi bir
topluluğun arasına girdiğin vakit sana yer göstermedikçe onların üst taraflarına
oturma ki onlardan sana üzüntü verecek bir şey gelmesin.
Bir cemâat içinde
bulunduğun zaman seni saygı ile öne geçirmedikçe kendiliğinden ileri safa geçme.
Aynı şekilde muâmele görmeden de mihrâba geçip imâm olma.
Herkese âid olan park ve
mesireliklere çıkma.
Zâlim sultan ve âmirlerin
yanlarında bulunma. Belki onlar senin yanında hak, doğru ve helâl olmayan bir iş
yaparlar, sen de onları bunlardan men edemezsin. Sükûtunu gören insanlar onların
söz ve hareketlerinin hak, doğru olduğunu sanırlar.
İlim meclislerinde hiddet
ve şiddet göstermekten sakın.
Beni de hayırlı duâdan
unutma. Bu nasihatımı kabul et. Onu ancak sana, senin ve bütün müslümanların
iyiliği için yapıyorum."
Tefsîr, fıkıh ilimlerinde
yüksek dereceye sâhip ve üç yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen Ebû Yûsuf
hazretleri, hocası İmâm-ı A'zam' ın vefâtından sonra bâzı talebelerine ders
vererek onları ilimde yetiştirdi. Ayrıca İmâm-ı A'zam'ın fıkhını yâni Hanefî
mezhebini nakletti ve bu hususta kitaplar yazdı. Ebû Yûsuf'un muâsırlarına göre
üstünlüğünü gören Abbâsî halîfesi Mehdî onu kâdılığa tâyin etti. Abbâsî
halîfelerinden Hâdî ve Hârûn Reşîd zamanlarında da kâdılık yaptı. İlk defâ "Kâd-ül-Kudât"
ünvânını alan Ebû Yûsuf hazretleri, Hârûn Reşîd zamânında bütün kazâ, hâkimlik
işlerinde, hüküm verdiği için "El-Kâd-ül-Kudât-üd-dünyâ" ünvânı ile anıldı.
Kâdılık yaptığı on altı yıl boyunca halkın suâllerine fetvâ verip müşküllerini
halletti.
Ebû Yûsuf hazretleri;
hakkı, doğruyu bulmak, onu sâhibine vermek için mümkün olan her çâreye mürâcaat
ederdi. Özellikle dâvâ sâhibini, yeterli miktarda, delili bulunmadığında, hak
sâhibinden başkasının lehine hükmetmekten çok korkardı. Kıyâmet gününde, verdiği
hükümler hakkında niçin böyle hüküm verdin? diye sorulduğunda ne cevap
vereceğini düşünür bunların cevaplarını hazırlardı.
Ali bin Îsâ el-Kummî
anlatır: "Ev ihtiyâçları ile meşgul olduğunu tahmin ettiğim bir vakitte İmâm-ı
Ebû Yûsuf hazretlerinin yanına gittim. Benimle görüşeceğini hiç tahmin
etmiyordum. Fakat düşündüğüm gibi çıkmadı. Kapıyı çaldığımda dışarı çıktı. Beni
içeri buyur etti. Evde yalnız imiş. Oturduğu yerin dört bir yanı kitap doluydu.
Onları mütâlaa ediyordu. Bana; "Bu gördüğün kitaplar, verdiğim hükümlerdir.
Yarın kıyâmet gününde niçin böyle hüküm verdin denildiğinde, ne cevap vereceğim.
Şimdi onları hazırlamakla meşgûlüm." buyurdu.
Bişr bin Velîd anlatır:
"Benim hanımım, Ebû Yûsuf hazretlerinin hanımı ile görüşür, zaman zaman yanına
giderdi. Ebû Yûsuf hazretlerinin hanımı şöyle nakleder: "Ebû Yûsuf önceleri gece
ve gündüz İmâm-ı A'zam hazretlerinden hemen hemen hiç ayrılmazdı. Nihâyet bir
gün İmâm-ı A'zam hazretlerinin huzurlarına gidip hâlimizi ve fakirliğimizi
anlattım. İmâm-ı A'zam hazretleri bana nasihat edip; "Bu hal kısa bir zaman
böyle devâm eder. En kısa bir zamanda, dünyâ nîmetleri size akar, gelir ve ümid
ettiğinizin çok daha fazlasına kavuşursunuz." buyurdu. Hakîkaten buyurdukları
gibi oldu. Çok geçmeden Allahü teâlâ rahmet ve nîmet kapılarını açtı."
Ebû Yûsuf'un ilmi yanında
zekâsı da insanları hayrete düşürürdü. Bâzı hâdiseler bunun açık delili oldu.
Kâdılığı zamanında adamın biri; "Eğer Allahü teâlâ bana bir erkek evlat ihsân
ederse, boynuzu dört karış bir koç kurban edeceğim." diye bir adakta bulunmuştu.
Sonra bu adamın bir oğlu oldu. Adağını yerine getirmek için boynuzu dört karış
olan koç arattı, fakat bulamadı. Sağa sola, civar memleketlere adamlar
gönderdiyse de istenen vasıfta koç bulmak mümkün değildi. Adam zamânın din
âlimlerine mürâcaat ederek hâlini anlattı. Yine bir çâre bulamadılar. Adamı bir
telaş aldı. Dostlarından birisi ona, Ebû Yûsuf hazretlerine gidip derdini
anlatırsa bir çâre bulabileceğini söyledi. Adam gidip durumu Ebû Yûsuf
hazretlerine anlattı ve bir çâre bulmasını istedi. Bu adam zengin fakat eli sıkı
biri idi. İmam bunu bildiği için; "Bir çâre bulurum. Fakat şartım var!" dedi.
Adam Ebû Yûsuf hazretlerinin ellerine sarılarak; "Şartını söyle" deyince; Ebû
Yûsuf; "Sen zenginsin. Memleketin fakir çocukları için dört mektep, bunların
masrafını karşılamak için yanına dört de dükkân yaptırırsan müşkülün hallolur."
dedi. Adam kabul etti. Fakat: "Bu inşâat bir hayli uzun sürer. Bunun bitmesini
bekleyemeyeceğim. Sabrım tükendi, adağımı hemen yerine getirmek istiyorum."
dedi. Ebû Yûsuf hazretleri ona; "Peki o halde inşaat için ne kadar para
sarfolunacaksa onu devlet hazînesine teslim edersin. Ben de fetvâyı veririm."
dedi. İnşâata gidecek parayı bilir kişiye keşfettirip devlet hazînesine yatırdı.
Ebû Yûsuf hazretleri talebelerinden birine; "Bana uzun boynuzlu bir koç bulup
getir!" buyurdu. Talebe uzun boynuzlu bir koç bulup, getirdi. Ebû Yûsuf küçük
bir çocuk çağırdı. Çocuğa koçun boynuzlarını karışlattırdı. Dört karış geldi.
Ebû Yûsuf hazretleri:
"İşte adadığın koç. Bunu
keser, adağını yerine getirirsin. Zîrâ sen sâdece boynuzu dört karış bir koç
adadın. Karışın büyük veya küçük olduğu husûsunda bir şey belirtmedin. Ben de bu
husûsa dayanarak fetvâ verdim." buyurdu. Herkes, hazret-i İmâmın üstün zekâsına
hayran kaldı.
Ebû Yûsuf hazretleri,
kâdılığı zamânında halîfe ve devlet adamlarına nasihatlar ederek adâletten
ayrılmamalarını ve halka iyi muâmelede bulunmalarını tavsiye etti.
Bir defâsında Halîfe Hârûn
Reşîd, hanımına bir münakaşa sonucunda; "Bu geceyi benim hüküm sürdüğüm
topraklarda geçirirsen seni boşadım." demişti. Fakat sonradan öfke hâli geçince
pişmân oldu. Çok sevdiği hanımından ayrılmak istemiyordu. Meselenin çâresini
zamânın âlimlerine sorup, bir çâre bulunmasını istedi. Fakat işin içinden
çıkamadılar. Başka bir devletin sınırları içinde geceyi geçirmesi de mümkün
değildi. Ona; "Senin meseleni ancak Ebû Yûsuf halleder." dediler.
Hârûn Reşîd hemen Ebû
Yûsuf hazretlerini dâvet etti. Hâdiseyi anlatınca, Ebû Yûsuf hazretleri;
"Hanımınız bu geceyi mescidde
geçirsin. Çünkü, mescidde kimsenin sâhipliği ve mâlikliği yoktur. Nitekim Allahü
teâlâ meâlen; "Mescidler Allah içindir." (Tevbe sûresi:18) buyuruyor."
dedi.
Bunun üzerine, Halîfe
Hârun Reşîd, hazret-i İmâm'ın zekâ ve ilmine hayran kaldı.
Bir defâ Hârun Reşîd, Ebû
Yûsuf hazretlerine karşı Hâşimoğullarından, yâni Peygamber efendimizin mensûb
olduğu Kureyş kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan olmakla övündü ve; "Ben
kimlerdenim bilir misin?" dedi. Bunun üzerine Ebû Yûsuf; "Sen ancak nesebinle,
soyunla iftihâr edebilirsin, ama dünyâda senin gibi Hâşimî soyundan gelen
binlerce insan vardır. Fakat ilimde asrının teki, zamânının bir tânesi olan,
soyla şerefli olanlar gibi değildir. Cihânı arasalar bir ikincisini bulamazlar."
buyurarak halîfenin sözünü kesti. Bunun üzerine halîfe sustu ve nefsini
kötüleyip; "Bu kadar malım ve mülküm olacak yerde, ilim öğrenseydim çok daha iyi
olurdu." dedi.
Zamânındaki ve sonra gelen bütün âlimler, onun fazîletleri ve üstünlüğü üzerinde
söz birliği ettiler.
İbn-i Maîn; "Ebû Yûsuf,
hadîs-i şerîf âlimi idi. Hadîs âlimlerini çok sever ve hürmet ederdi." dedi.
Muhammed bin Cemâa; "Ebû Yûsuf kâdı olduktan sonra da her gün iki yüz rekat
namaz kılardı." buyurdu.
Hüseyin bin Velîd ise; "Ebû
Yûsuf konuşmaya başladığı zaman, insan, sözlerinden etkilenir, hayrân olurdu."
buyurdu.
Hasan bin Ebî Mâlik
anlatır: Ebû Yûsuf hazretlerinden işittim; "Namaz kılıp da arkasından hocam
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerine hayır duâ etmediğim hiç bir namazımı
hatırlamıyorum. Bütün namazlarımın sonunda hocama duâ ettim. İstigfâr okudum."
diye bildirdi.
İbrâhim bin Mesleme
Tayâlisî anlatır: "İmâm-ı A'zam hazretleri hocası Hammâd'a ebeveyninden önce duâ
ettiği gibi" Ebû Yûsuf hazretleri de hocası İmâm-ı A'zam'a, anne ve babasından
önce duâ ederdi."
Ebû
Yûsuf hazretleri kendisinden nasihat isteyenlere çok kere;
"Nîmetlerin başı üç
nîmettir. Birincisi bütün iyilikleri içine alan İslâm nîmetidir. İkincisi,
hayâta tad veren sıhhat ve âfiyet nîmetidir. Üçüncüsü, insana faydalı olan
(azdırmayan) zenginliktir."
"Ar bilmeyen ve utanması
olmayanla arkadaşlık, kıyâmette insanı utandırır."
"Sen her şeyini ilme
vermedikçe, ilim sana bir kısmını vermez." buyururdu.
Hârûn Reşîd bir gün Ebû
Yûsuf hazretlerine; "Sen beni ziyârette ihmal ediyorsun. Yâni seyrek geliyorsun.
Halbuki benim seni çok sevdiğimi, aradığımı, sohbetine doymadığımı bilirsin."
dedi. Ebû Yûsuf hazretleri; "Ey Halîfe-i müslimîn! Arasıra ziyârete gelirsem,
daha iyi olur. Ama sık sık gelirsem kıymeti olmaz." buyurdu. Halîfe bu sözü
beğenip ikrâm ve ihsânlarda bulundu.
Bir gün halîfe Hârûn Reşîd,
Ebû Yûsuf hazretlerini yemeğe dâvet etmişti. Sofraya tereyağı, fıstık, bâdem
ezmesi getirdiler. Hârûn Reşîd; "Bunlardan âfiyetle yiyiniz, her zaman böyle
yiyecekler ikrâm etmezler." dedi. Bu durum karşısında Ebû Yûsuf hazretleri
hocasının yıllar önce annesine söylediği sözleri hatırlayıp hocasının kerâmetini
anlayarak gözleri yaşardı. Hârûn Reşîd hayretle sebebini sordu. Ebû Yûsuf
hazretleri de hâdiseyi anlattı: "Hocam İmâm-ı A'zam hazretlerinin derslerine
yeni başlamıştım. Bir gün annem gelip; "Hoca efendi sizin geçiminiz yerinde,
fakat biz muhtacız. Çocuğun geçimimizi temin etmesi için ücretle çalışması
gerekiyor." dedi. Bunun üzerine hocam tebessüm edip; "Bu çocuk burada tereyağ,
fıstık, bâdem ezmesi yemeyi öğreniyor." buyurdu dedi ve; "İşte bu yediğimiz
hocamın haber verdiği yiyecektir." diyerek, İmâm-ı A'zam hazretlerine rahmetle
duâ etti.
İbrâhim Cerrâh anlatır:
"Bir defâ Ebû Yûsuf hazretleriyle birlikte hacca gitmiştim. Orada hastalandı.
Bir ara ziyâretine gittim. Hastalığı oldukça fazlalaşmıştı. Mübârek vücûdunu
böyle zayıf dermansız görünce gözlerim yaşla doldu. Fakat o, durmadan
sorulanlara cevap veriyordu. Hattâ daha çok suâl sorulmasını istiyordu. Ona;
"Efendim! Harâretiniz fazladır. Hastasınız. Bu kadar yorulmayınız. Ben size
yardımcı olayım." dedim. O zaman; "Ey İbrâhim Cerrâh! Faydalı ilim okutmak,
insana hastalığın şiddetini hissettirmez." buyurdu. Onun ilim öğretmedeki
gayretine hayran olmamak elde değildi."
Abbâsî Halîfesi Hârûn
Reşîd bir ara Ebû Yûsuf hazretlerinden nasihat istemişti. Bunun üzerine Ebû
Yûsuf hazretleri; "Allahü teâlâ müminlerin emîrine uzun ömür, nîmet, haysiyet
ikrâm edip, şeref ve izzetini yükseltsin!Ona ihsân ettiği dünyâ nîmetlerini,
bitmeyen, tükenmeyen âhiret saâdetlerine ve Resûlullah efendimize kavuşmaya
vesîle kılsın...
Ey müminlerin emîri!
Allahü teâlâ sana öyle bir vazîfe verdi ki, sevâbı sevâbların en büyüğü, cezâsı
da cezâların en büyüğüdür. Allahü teâlâ seni bu ümmetin işlerine memur etti. Bu
vazîfenin başına geçtikten sonra artık sen, idârelerini emânet aldığın insanlar
sebebiyle imtihâna çekildin. Onların işlerini üzerine alarak ömrünü tüketmeye
başladın. Binâ; adâlet ve doğruluk temelleri üzerine kurulup, işler adâlet ve
doğrulukla yürütülmezse, Allahü teâlâ o binânın temellerini bozar, yapanların ve
yardımcı olanların üzerlerine yıkar. Bu bakımdan Allah'ın sana ihsân ettiği
vazîfelerini ihmâl edip, hakların zâyi olmasına sebeb olma! Çünkü bir işi
yapmaya güç kuvvet veren Allahü teâlâdır.
Bugünün işini yarına
bırakma, yoksa işleri ve hakları zâyi edersin. İstekler bitmeden ecel gelir
çatar. Ecel gelip çatmadan sâlih amel işle. Çünkü ölüm gelince, amel yapılmaz.
Çobanlar sâhiblerine karşı sürülerinden sorumlu olduğu gibi idâreciler de, idâre
ettiklerinden Allahü teâlâya hesap vereceklerdir. Allahü teâlânın sana ihsân
ettiği bu vazifede bir saat bile kalsan hakkı yerine getir. Çünkü âhiret gününde
Allah indinde idârecilerin en mesûdu, tebeasını mesûd eden idârecidir.
Doğruluktan ayrılma, yoksa idâre ettiğin kimseler de doğruluktan ayrılır. Nefsin
isteğine göre emir vermekten ve kızgınlıkla iş görmekten sakın. Biri âhiret ile
diğeri dünyân ile ilgili iki işle karşılaştığın zaman, âhiret işini tercih et.
Çünkü dünyâ fânî âhiret bâkîdir. Allah korkusuyla titre, Allah'ın emirlerinde
insanlara farklı muâmele yapma. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta hiç bir
kınayıcının kötülemesinden korkma!
Dâimâ temkinli ol.
Temkinli olmak dil ile değil kalb iledir. Azâbından korkarak ve rahmetini umarak
Allahü teâlâya sığın. Sığınmak ve korunmak, korku ve ümid iledir. Kim Allah'a
sığınırsa Allah onu korur. Dâimâ doğru yol iyi bir âkıbet, hakka ulaştıracak
sağlam bir gidiş üzere ol. Zâyi olmayacak bir iş ve herkesin gideceği âhiret
için çalış. Çünkü varılacak bu yer, kalblerin hopladığı, bahânelerin son bulduğu
yerdir. O gün bütün mahlûkât, Allah'ın huzûrunda baş eğer ve zillet içinde
dururlar. Onun hükmünü beklerler. Azâbından korkarlar. Sanki her şey olmuş
bitmiş gibidir.
Kıyâmet gününü bilip de
amel etmeyenin, o gün çekeceği hasret ve duyacağı pişmanlık bitmez. Öyle bir
gündür ki, o gün ayaklar kayar, renkler değişir, duruş uzar, hesap çetin olur...
O ne korkunç bir ayak
kayması! O ne fayda vermez bir pişmanlıktır! Bu hayat gece ve gündüzün yer
değiştirmesinden ibârettir. Durmadan biri diğerinin peşini takibediyor. Gece ve
gündüz (zaman) her yeniyi eskitir, her uzağı yaklaştırır, vâd edilmiş olan her
şeyi getirir. Allah herkesi ona göre cezâlandırır. Allah'ın hesâbı çabuktur.
Öyleyse Allah'tan kork, sakın! Çünkü ömür az, iş mühim, dünyâ ve dünyâdakiler
fânîdir. Âhiret ise devamlı kalma yeridir. Mahşer günü, haddi aşanların yolunu
tutmuş olarak Allah'ın huzûruna çıkma! Şunu iyi bil ki, kıyâmet gününün hâkimi
olan Allahü teâlâ, kullarına mevki ve makamlarına göre değil, amellerine göre
hükmedecektir. O halde dikkatli ol. Çünkü sen boşuna yaratılmadın ve başı boş
bırakılmayacaksın. Şüphesiz yaptıklarından hesâba çekileceksin. Nasıl cevap
vereceğini düşün. Bil ki, kıyâmet günü insanoğlunun ayakları, Allah huzûrunda
hesâba çekildikden sonra kayacaktır.
Resûlullah efendimiz hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdu:
"Kıyâmet günü herkes, dört suâle cevap vermedikçe hesaptan kurtulamayacaktır.
Ömrünü nasıl geçirdi. İlmi ile nasıl amel etti. Malını nereden nasıl kazandı ve
nerelere harcetti. Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı."
"Her kim
bana bir defâ salâtü selâm getirirse, Allah ona on salâtü selâm sevâbı verir ve
on tâne günâhını affeder."
"Şüphesiz hayır, bütün kısımları ve taraflarıyla Cennet'tedir. Şüphesiz şer de
bütün kısımları ve taraflarıyla Cehennem'dedir. Biliniz ki, Cennet sevilmeyen
şeylerle çevrelenmiş, Cehennem de şehvetlerle çevrelenmiştir. Bir kimseye
nefisce sevilen kötülük perdelerinden birisi açılır da ona sabrederse Cennet'e
yaklaşır ve Cennet ehlinden olur. Yine bir adama şehvet ve hevâ perdelerinden
biri açılır da ona yaklaşırsa ateşe yaklaşır ve Cehennem ehlinden olur. Haydi,
ancak hak ile hükmedilecek bir gün için hak ile amel ediniz. Böyle yaparsanız
hak menzillerine koşmuş ve konmuş olursunuz."
"Benim
sözümü işitip de, duyduğu gibi nakleden kimsenin Allah yüzünü ak etsin. İlim
yüklenip nakleden nice kimseler vardır ki, âlim değildir. Nice âlim kimseler de
vardır ki, duyduklarını kendilerinden daha âlim olanlara naklederler. Üç haslet
vardır ki, mümin kişinin kalbi onlarda aldanmaz, yâni kötülüğe sapmaz.
Yaptıklarını Allah için yapmak, müslümanların âmirlerine doğruca nasîhat etmek,
cemâate devâm etmek. Zîrâ cemâatin duâsı, ferdi kötülüklerden korur."
Ey müminlerin emîri bu
suâllerin cevâbını hazırla!Çünkü bu gün amel defterine yazılan, dünyâda
işlediğin her şeyden yarın âhirette sana okunacak, sorulacaktır. İşlediğin her
şeyin şâhitler huzûrunda açığa çıkarılacağı günü hatırla!
Ey müminlerin emîri,
korunması emredilen şeyi koru, bakıp gözetilmesi emredileni de gözet. Bu
vazîfeleri Allah rızâsı için yapmanı tavsiye ederim.
Eğer bunları yapmazsan
yürünmesi kolay olan yol zorlaşır. Gözlerin etrafı görmez olur, alâmetler,
işâretler ortadan kalkar, gerçekler kaybolur. O geniş yol sana daralır...
Nefsine karşı koy... Emrinde olanların zarar ve telefine sebeb olma. Yoksa Allah
onların haklarını senden alır. Sen de kendi hak ve sevâbını kaybedersin...
Allah'ın, idâresini sana emânet ettiği kimselerin, tebeanın işlerini unutmazsan,
sen de unutulmazsın. Onlardan ve haklarından gâfil olmazsan, sen de
aldatılmazsın. Şu fânî dünyâda kalbin ve dilin, Allah'ı zikretmekten, O'nun
resûlüne salât ve selâm getirmekten nasîbini alsın...
Ey müminlerin emîri! Sana
verilen nîmetleri iyi koru ve iyi muamele et. Nîmetlerin şükrünü yap ve
artmasını iste. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen;
"Eğer şükrederseniz nîmetlerimi arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz
şüphesiz azâbım çok şiddetlidir." (İbrâhim sûresi: 7) buyurdu.
Allahü teâlâ indinde
ıslahdan daha sevgili ve fesattan daha kötü ve sevimsiz bir şey yoktur.
Günahları işlemek nîmetlere karşı nankörlüktür. Nîmete nankörlük edip de buna
tövbe etmeyen milletler, kavimler izzet ve şereflerinden mahrum olurlar ve Allah
onlara düşmanlarını musallat kılar.
Ey müminlerin emîri!
Allahü teâlâ sana ihsân ettiği şeylerde, seni kendi nefsine uymaktan muhâfaza
etsin. Sevgili kullarına ihsân ettiği nîmetleri sana da ihsân etmesini
dilerim..."
Kâsım bin Hakîm anlatır:
Ebû Yûsuf hazretlerinden duydum; "Keşke evvelce olduğum gibi fakir olarak vefât
eylesem. Ama yine Allahü teâlâya hamd olsun ki, bile bile hiç bir hususta cevr
ve zulüm etmedim."
Muhammed bin Cemâe anlatır: Ebû Yûsuf hazretleri vefât etmezden az önce; "Yâ
Rabbî! Kullarının arasında bile bile hükümde zulüm ve adâletsizlik etmediğimi
sen bilirsin? Senin kitâbına ve Resûlünün sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine
uygun ve muvafık olmak üzere ictihad hüküm eyledim (verdim). Bulamadığım şeyde
seninle benim aramda vâsıta, vesîle Ebû Hanîfe hazretlerini kıldım. Çünkü o şeyi
o meseleyi ondan daha iyi bilen olmadığını biliyorum." buyurdu.
Bişr bin Velîd anlatır:
İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri vefâtı hastalağında; "Yâ Rabbî! Nâmahremle, yabancı
kadınlarla bir arada bulunmadığımı ve bir gümüş bile olsa haram yemediğimi sen
bilirsin." buyurdu.
Ömrünü ilim öğrenmek ve
öğretmekle geçiren Ebû Yûsuf hazretlerinin yazdığı kıymetli eserler şunlardır:
1) Fıkıh ve usûle dayalı olanlar:
Kitâb-us-Salât, Kitâb-uz-Zekât, Kitâb-us-Sıyâm, Kitâb-ül-Ferâiz, Kitâb-ül-Büyû',
Kitâb-ul-Hudûd, Kitâb-ul-Vekâle, Kitâb-ul-Vesâyâ, Kitâb-us-Sayd ve'z-Zebâyıh,
Kitâb-ul-Gasb ve İstibrâ, Kitâbü İhtilâf-il-Emsâr. 2) Kitâb-ül-Haraç: Halîfe
Hârûn Reşîd'in isteği üzerine yazdığı bu kitapta: Devletin mâlî kaynaklarını ve
gelir yollarını geniş bir şekilde ele aldı. Bu hususta Kur'ân-ı kerîme,
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemden rivâyet olunanlara ve Sahâbe
fetvâlarına dayanmaktadır. Bu eser Fransızcaya, İngilizceye ve başka dillere de
tercüme edilmiştir. "Er-Ritâc adlı şerhi Bağdât'ta 1980 yılında
yayınlanmıştır. 3) Kitâb-ul-Âsâr: İmâm-ı A'zam'dan rivâyet ettiklerini
topladığı bir kitaptır. Kitap, fıkıh bâblarına göre tertib edilmiştir.
4) İhtilâfu Ebû Hanîfe
ve İbn-i Ebî Leylâ: Bu kitapta Ebû Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâ'nın ihtilâf
ettikleri meseleleri topladı. Bu kitabı ondan İmâm-ı Muhammed nakletti. Bâzı
ilâveler yaptı ve bölümlere ayırıp bir tertibe tâbi tuttu.
5)
Kitâb-ur-Red alâ Siyeri Evzâî: İmâm-ı Evzâî ile İmâm-ı A'zam'ın ihtilâf
ettikleri mevzûları anlatmıştır.
6) Kitâbu İhtilâf-ül-Emsâr,
Kitâb-ül-Cevâmî, El-Emâlî, El-İmlâ, En-Nevâdir
diğer eserlerindendir. Ebû
Yûsuf'un yazdığı kitapları ve bunlardaki meseleleri İmâm-ı
MuhammedŞeybânî, Ebû Ya'lâ, Muallâ bin Mansûr er-Râzî ve kendi oğlu Yûsuf ve
diğer Hanefî âlimleri naklettiler.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ONUN EKMEĞİ
PİŞMİŞ...
Ebû Yûsuf hazretleri
anlatır: "Ben hadîs-i şerîf ve fıkıh ilmini öğrenmek isterdim. Çok fakir olup
hiç param yoktu. Bir gün İmâm-ı A'zam hazretlerinin yanında iken, annem çıka
geldi ve; "Ey oğlum! Sen onunla bir değilsin, onun ekmeği pişmiş, yemeği
hazırdır, ama sen yiyecek şeylere muhtaçsın" dedi. Ben de annem için çalışmayı,
anneme hizmet etmeyi seçip ilim öğrenmekten vaz geçmeyi düşündüm ve buna karar
verdim. Bir gün hocam İmam-ı A'zam talebesi arasında beni göremeyince çağırttı
ve; "Seni bizden ayıran sebep nedir?" buyurdu. Ben de; "Geçim sıkıntısı
efendim." dedim. Meclis dağılıp yanındakiler gidince, bana ihtiyâcım olan birçok
şeyi ihsân etti. Verdiği şeyler arasında bir hayli gümüş para da vardı. Sonra;
"Bunları harca, bitince bana bildir, fakat ders halkamızdan ayrılma." buyurdu.
Verdiği para bittiği gün, daha kendisine durumu arzetmeden tekrar verirdi. Her
zaman devâm eden bu hâlini görerek, benim paramın bittiğini ona Allahü teâlâ
bildiriyor, kerâmetiyle anlıyor diye düşündüm. Hocamın bu ihsân ve ikrâmına
kavuşmak sebebiyle huzûrunda ilimden de maksadıma kavuştum. Allahü teâlâ ona en
iyi mükâfât, mağfiret ve karşılıklar versin."
EĞER DOĞRU İSE
İmâm-ı Ebû Yûsuf bir
dâvâda halîfe Hârûn Reşîd'in kumandanlarından birinin şâhidliğini kabûl
etmemişti. Bunun üzerine kumandan, Ebû Yûsuf'u halîfeye şikâyet etti. Halîfe
sebebini sorduğunda; "Onun, ben halîfenin kölesiyim." dediğini duydum. Eğer
söylediği doğru ise köle şâhidlik yapamaz. Yalan ise yalancının şâhidliği kabûl
edilmez." buyurdu. Halîfe bunları dinledikten sonra; "Peki ben bir kimse
hakkında şâhidlik yaparsam kabûl eder misin?" deyince; "Hayır." buyurdu. Halîfe
hayretle sebebini sordu. O zaman; "Çünkü sen halka karşı kibirleniyorsun.
Müminlerle berâber namaz kılmak için cemâate gelmiyorsun." buyurdu. Halîfe
sonunda bu nasihatlara göre hareket etti.
HAZÎNE
YETMEZDİ
Bir gün adamın biri İmâm-ı
Ebû Yûsuf hazretlerine suâl sordu. "Bilmiyorum." cevâbını alınca sinirlendi.
"Nasıl olur da
bilmezsiniz? Hazîneden şu kadar para alırsınız." dedi. İmâm-ı Ebû Yûsuf
hazretleri sâkin sâkin;
"Kardeşim, bize bildiğimiz kadar para veriyorlar. Yok, eğer bilmediklerimize
göre para alsaydık, hazîne yetmezdi" diye cevap verdi.
KAYNAKLAR
1) Târih-i Bağdâd; c.14,
s.242, 255
2)
Vefeyât-ül-A'yân; c.6, s.378
3)
Fevâid-ul-Behiyye; s.225
4)
Miftâh-üs-Seâde; c.2, s.234
5)
Kitâb-ul-Haraç; (Ebû Yûsuf)
6)
Rehber Ansiklopedisi; c.8, s.136, 138
7)
El-A'lâm; c.8, s.293
8) Tam İlmihâl Seâdet-i
Ebediyye (Kırk dokuzuncu baskı); s.1073
9) Eshâb-ı Kirâm (Altıncı
baskı); s.331
10)
El-Kâmil fi't-Târih; c.6, s.53
11) Hüsn-ül-Tekâdî fî
Siret-i İmâm-ı Yûsuf
12)
Mevdûat-ül-Ulûm; c.1, s.691
13) Mesânîd-ü İmâm-ı
A'zam; s.82
14) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.2, s.260
|