|
EBÛ BEKR AYDERÛS
Evliyânın
meşhurlarından. İsmi Ebû Bekr bin Abdullah Alevî Şâzilî'dir. Lakabı Ayderûs'dur.
1447 (H.851) senesinde Terîm'de doğdu. 1508 (H.914)'de Aden'de vefât etti. Kabri
ziyâret mahallidir. Peygamber efendimizin soyundan olup, seyyiddir. Zamânın
meşhur ve benzeri az görülen kıymetli âlim ve velîlerinden idi. Babasına o
doğmadan önce rüyâsında kıymetli bir evlâdı olacağı müjdelenmiştir. Küçük yaşta
babasından ilim öğrenmeye başladı. İlk temel bilgileri babasından öğrendikten
sonra beldesinde bulunan âlimlerden ilim öğrendi. Seyyid Muhammed bin Ali bin
Hacdeb'den kırâat dersleri alıp, Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Sâlim bin
Numeyrî'den de ders aldı. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra babasından ve
amcaları Şeyh Ali, Seyyid Ahmed'den, el-İmâm Sa'd bin Ali bin Medhâc'dan
tasavvuf ilmini öğrendi. Fıkıh ilmini, Abdullah bin Abdurrahmân Belhâc bin
Fadl'dan ve Allâme Seyyid Muhammed
bin Abdurrahmân'dan öğrendi. Ayrıca amcası Şeyh Ali'den çeşitli ilimleri
öğrendi. Bidâyet-ül-Hidâye, Minhâc-ül-Âbidîn, Mihâd-üt-Tâlibîn, Hülâsât
ve Umdetü İbn-i Nâkıb gibi kıymetli kitapları çok okurdu. Talebelerine de
bu kitapları okumalarını tavsiye ederdi. Bilhassa büyük İslâm âlimi İmâm-ı
Gazâlî hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn kitabından her gün belli mikdâr okur
ve okutup dinlerdi. Evliyânın meşhurlarından Muhyiddîn-i ibni Arabî
hazretlerinin kitaplarını da çok okurdu.
Babası onu
tasavvufta yetiştirmek için halvete sokmuş, bir yerde yalnız bırakmıştı. Yedi
gün sonra onu çıkarıp hâline bakarak, riyâzet ihtiyâcı kalmadı diyerek onu
sohbet meclislerinde yanına oturttu. Sonra da tasavvuf ve diğer ilimlerde icâzet
verdi.
Ebû Bekr
Ayderûs hazretleri, amcasının oğlu Abdurrahmân bin Ali ile geceleri vâdiye
çıkarlar, orada namaz kılarlardı. Her rekatte on cüz Kur'ân-ı kerîm okurdu.
Sabah namazı vakti girerken şehre dönerlerdi. Küçüklüğünden îtibâren geceleri
uyumayıp ibâdetle meşgul olmayı âdet edinmişti. Nefsini ıslâh edip, olgunluklara
ermek için çok uğraşmıştır. Günlerce gece ve gündüzleri hiç uyumazdı. Bu halden
hiç etkilenip yıpranmazdı. Bir yakını; "Onun otuz seneden beri geceleri üç
saatten fazla uyumadığına şâhid oldum." demiştir. Allahü teâlânın rızâsına
kavuşmak için en önemli sebeplerden biri olan seher vakti uyanık bulunup, zikir,
ibâdet ve tâatla meşgûl olmak husûsunda çok gayretliydi. Başkalarına çok zor
gelen bu husus ona kolaylaştırılmıştı.
Babasının
âdeti olduğu gibi, Ebû Bekr hazretleri de, Hûd aleyhisselâmın kabrini ve evliyâ
kabirlerini ziyârete çok giderdi. Bu hal üzere memleketinde bir müddet kaldıktan
sonra Harameyn'e ziyârete gitti. Aden'e varınca oradaki âlimlerden Allâme
Abdullah bin Ahmed bin Mahreme'den ve Allâme Muhammed bin Ahmed bin Fadl'dan
ilim öğrendi. Zebîd şehrinde ise; Şeyhülislâm Ahmed bin Ömer el-Mezced'den ve
İmâm Yahyâ bin Ebî Bekr Âmirî'den istifâde etti.
Peygamber
efendimiz rüyâsında mübârek eliyle Ebû Bekr Ayderûs'un sırtını sıvazlamış ve
mübârek parmaklarının izi ömür boyu sırtında kalmıştı. Yahyâ bin Ebî Bekr Âmirî
büyük bir âlimdi. Bu parmak izlerini göstermesi için ricâda bulununca gösterdi.
Bu zât ona hırka giydirip, icâzet verdi. Uğradığı diğer yerlerde de değişik
âlimlerle görüşüp onlardan istifâde etti ve icâzet aldı. Sonra hacca gitti.
Mekke'de Hâfız Muhammed bin Abdurrahmân es-Sehavî'den ilim öğrendi, o zâttan da,
icâzet aldı. Açık zihinli, parlak zekâlı, anlayışlı ve isâbetli görüşleriyle,
karşılıştığı her zât tarafından takdir ve medhedilmiştir.
Ebû Bekr
Ayderûs hazretleri, hal, iş ve sözleriyle çok beğenilen bir zâttı. Hac ibâdetini
tamamladıktan sonra memleketi Terîm'e döndü. İlim öğretmekle meşgûl oldu. Onun
ilim meclisinde ve sohbetlerinde pekçok kimse toplandı. Kıymetli talebeler
yetiştirdi. Bu talebelerinden bâzıları, kardeşi Hüseyin, yeğeni Abdullah, Allâme
Abdullah bin Muhammed Kuşeyr ve diğerleridir. Bütün vakitlerini ilim öğretmekle
ve kitap mütâlaası ile geçirirdi. Çok kimsenin çözmekte güçlük çektiği zor
meseleleri çözer ve açık bir şekilde îzâh ederdi. İlim, fazîlet sâhibi sâlih
kimselerle görüşüp sohbet ederdi. Dünyâya düşkün olanlardan uzak dururdu.
Âriflerin; "Allahü teâlâyı tanıyan kimsenin hayâtı tatlı ve yaşayışı safâlı
olur. İnsanlar arasında yalnız gibi, yalnız iken cemâat arasında gibi olur.
Vefâtında garîb gibi, vatanından uzak olunca da vatanında gibi olur.
Bulunmadıkları yerde var gibi hissedilir, bulunduğu yerde de yok gibi
hissedilir. Bedeniyle insanlar arasında fakat kalbiyle onlardan uzak olur.
Allahü teâlâyı zikretmenin, anmanın lezzetine gark olmuş halde bulunur." diye
târif ettikleri gibi mübârek bir zât idi. Dâimâ tebessüm ederdi. Herkese güler
yüzlü davranırdı. Huzûrunda bulunanları hoş sohbetiyle ferahlandırırdı.
Bulunduğu yerde boş söz söylenmez ve boş işler yapılmazdı. Talebelerine ve
sevenlerine tatlılar ve çeşitli meyveler ikrâm ederdi. Onu tanıyıp sevenler
birbirlerine karşı da gâyet samîmî ve dostça davranırlar, birbirlerine yardım ve
ikrâm yaparlardı. Fakirlere, dul ve yetimlere, muhtaçlara dâimâ yardımda
bulunur, sıkıntılarını giderirdi. Zamânındaki edib ve şâirler onun üstün
hâllerini, güzel vasıflarını şiirleri ve yazılarıyla dile getirmişlerdir.
Yaşadığı cemiyette İslâmiyete uyması, dîni anlatması
insanlara karşı muâmelesi ve diğer bütün münâsebetlerinde, büyük-küçük herkesin
örnek aldığı, dâimâ kendisine
baş vurduğu bir zât idi.
Menkıbeleri ve kerâmetleri, Allâme Muhammed bin Ömer tarafından yazılan
Mevâhib-ül-Kuddûs fî Menâkıbı İbn-il-Ayderûs adlı kitapta toplanmıştır. Bir kısmı şöyle anlatılmıştır:
Ebû Bekr
Ayderûs, fıkıh âlimi Muhammed bin Ebî Bekr bin Sâig'in çocuklarının yanına
uğradı. Onlar, koyunlarını sulamak için bir kuyu başında duruyorlardı.
İnsanların kuyunun suyunu bitirdiklerini gördü. Ebû Bekr Ayderûs hizmetçisine;
"Kovayı al ve koyunları sula." buyurdu. Kuyuda su tükendiği halde onun
kerâmetiyle su çıktı. Hizmetçi koyunları suladıktan sonra, diğer hayvanlar da
suya kandılar ve insanlar su kaplarını doldurdular.
Yine bir gün
Harameyn'den dönerken, Zeylâ denilen yere girdi. O zaman oranın hâkimi Muhammed
bin Atik idi. İttifakla bildirildiğine göre, bu zâtın, kendisine çok düşkün
olduğu oğlu vefât etmişti. Ebû Bekr Ayderûs, tâziye ve sabır tavsiye etmek için
hâkimin yanına vardı. Bu hususta ona hiçbir şey fayda vermiyordu. Onu büyük bir
üzüntü içinde gördü. Devamlı ağlıyordu. Ayderûs, vefât etmiş çocuğun yüzünü açtı
ve onu ismiyle çağırdı. Çocuk, Ayderûs'a cevap verdi. Allahü teâlâ, ona rûhunu
iâde etti. Kalkıp, hazırlanmış olan keşkekten onlarla berâber yedi. Uzun bir
müddet daha yaşadı.
Ebû Bekr
Ayderûs, kişinin niyetini ve içinden geçirdiği şeyi haber verirdi. Bir gün
birisine; Rebî'ul-evvel ayında Haleb'e gittiğini, Kasırîn caddesinde filancanın
evinde kaldığını hatırlıyor musun?" dedi. O; "Evet, siz o sene Haleb'de
miydiniz?" dedi. Orada bulunanlardan bâzıları, Ayderûs'un, Şam'a, Mısır'a,
hiçbir yere gitmediğini söylediler. O kişi, Allah'a yemîn ederek, Ayderûs'un
söylediğinin aynen vâki olduğunu söyledi.
Sâlih bir
zât olan Ahmed bin Sâlim şöyle anlatır: "Muhammed bin Îsâ Bâncar, bâzı
hediyelerle birlikte beni Ebû Bekr Ayderûs'a gönderdi. Kendisine daha ilk selâm
verişte, ismimi ve yanımda neler olduğunu söyledi. Ben hediyeleri ona
anlatmadan; "Filancaya verin." buyurdular. Yanımdaki şeylerin ne olduğunu Allahü
teâlâdan başka bilen yoktu."
Talebeleri
bir sıkıntı ve belâya düştüklerinde, Ebû Bekr Ayderûs'tan yardım isterler ve
Allahü teâlâ onları bu vesîleyle o dertten kurtarırdı. Nitekim, Âmir bin
Abdülvehhâb'ın emîrlerinden, Emîr Mercan bin Abdullah dedi ki: "Harpte San'a-i
ûlâ denilen yerde idik. Düşman üzerimize yüklendi ve arkadaşlarım dağılıp bir
kısmı yaralandı. Her tarafımızı düşmanlar çevirdi. Hocam Ebû Bekr'in ismini
söyleyip, Allahü teâlâdan yardım istedim. Vallahi, güpegündüz ve ayan beyân
gördüm ki, atımın perçeminden tuttu, onların arasından beni aldı ve evime
ulaştırdı."
Dâvûd bin
Hüseyin Habânî şöyle anlatır: "Bir yerde zâlim bir vâli bana eziyet etti.
Günlerce Yâsîn sûresini, bu adamın bana olan şerrine son vermesi için Allah'a
yalvararak okudum. Sonra rüyâmda, birisi bana; "Ey Ebû Bekr Ayderûs, de!"
diyordu. Böyle söyledim. Zâlimin bana olan zulmü sona erdi.Hâlbuki Ayderûs'u
tanımıyordum. Onu suâl ettim; Aden'de oturduğunu söylediler. Huzûruna
vardığımda, başımdan geçenleri haber vermeden kendisi haber verdi.
Seyyid Celîl
Muhammed bin Ahmed Vatab şöyle anlatır: "Habeş diyârında geziyordum. Üzerime
hırsızlar saldırdı. Katırımı ve onun üzerindeki şeyleri aldılar. Beni öldürmek
istediler. Şeyh Ebû Bekr'in adını söyliyerek üç kerre; "Ey Ebâ Bekr Ayderûs!"
diye seslendim. Bir zât çıkageldi. Onlara saldırdı. Katırımı ve üzerindeki
şeyleri bana geri verdi ve; "Cenâb-ı Hakk'ın emânında olmayı istedin,
kurtuldun." dedi.
Neîmân-ı
Mehrî şöyle anlatır: "Hindistan'a giden bir gemiye binmiştim. Gemi bir yerinden
su almaya başladı. Gemidekiler bağrışıyor ve bâzıları kendi hocasının adını
söyleyerek yardım istiyordu. Ben de hocam Ebû Bekr Ayderûs'u söyledim. Bana bir
uyuklama geldi. O an hocamı gördüm. Elinde bir şeyle gemideki çatlağın olduğu
yere doğru yönelmişti, orayı gösteriyordu. Sevinerek uyandım. Avazımın çıktığı
kadar bağırıyor ve üzüntüden kurtulmuş bir şekilde; "Ey gemidekiler sevininiz ve
benden sorunuz!" diyordum. Onlar benim bu sevincimi görünce, bu hâle rağmen niye
sevindiğimi sordular. Onlara gördüklerimi haber verdim. Baktıklarında, çatlağın
sağlam bir şekilde tıkanmış olduğunu gördüler.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
RABBİM VÂDETTİ
Ayderûs,
fakirlere yardım etmek ve ihtiyaçlarını görmek için çok borç para isterdi. Hattâ
borçları iki yüz bin dinârı geçti. Bununla birlikte o, zâhiren ödeyememe korkusu
içinde görünmüyordu. Sonunda bâzıları onu kötülediler. O, şöyle buyurdu:
"Rabbimle benim arama girmeyiniz. Ben bu şekilde aldığım parayı, O'nun
rızâsından başka yere sarfetmedim. Rabbim, benim borcumu ödemeden, beni bu
dünyâdan çıkarmıyacağını bana vâdetti." Söylediği gibi oldu. Allahü teâlâ, kendi
nezdinde ihsânı bol birinin vâsıtasıyla, ölmeden önce onun borcunun ödenmesini
kolaylaştırdı. Emîr Nâsıruddîn bin Abdullah, Ayderûs'un oğluyla parayı gönderdi.
Sonra çarşıda; "Kimin Ebû Bekr Ayderûs'da alacağı varsa gelsin!" diye nidâ
edildi ve bütün borçları ödendi.
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.3, s.65
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.263
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.39
4) En-Nûr-us-Safîr; s.77
5) El-Kevâkib-üs-Sâire; c.1, s.113
6) El-A'lâm; c.2, s.66
7) Brockelman, Gal-2, s.181, Sup-2, s.233
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.314
|
|