|
EBÛ ABDULLAH MERRAKÛŞÎ
Tasavvuf
büyüklerinden velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi Ebû Abdullah olup,
ismi Muhammed bin Mûsâ bin Nûman'dır. 1210 (H.607) yılında doğdu. Aslen
Cezayir'deki Tilemsan şehrindendir. Tilemsânî, Merrakûşî, İşbilî, Fâsî, Mezâlî
ve Hentâtî nisbet edildi. Tasavvuf âlimi olduğu için Sûfî, Allahü teâlânın
dînine hizmetlerinden dolayı Şemseddîn lakabı verildi. 1284 (H.683) yılında
Kâhire'de vefât etti.
Ebû Abdullah
Merrakûşî küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Tilemsan ve Merrakeş'teki
âlimlerden ders aldıktan sonra ilmini ilerletmek üzere İskenderiye'ye gitti.
Burada Muhammed bin Ammâd ve Faslı Safravî gibi âlimlerden ilim tahsîl etti.
Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinde âlim ve zamânın imâmı oldu. Tasavvufta ince
bilgilere, yüksek derecelere kavuştu. Allahü teâlânın dînine hizmet için
durmadan çalıştı. Öğrendiklerini insanlara öğretti. Sapık yolda olanlara doğru
yolu anlatmaya, doğru yoldakileri muhâfazaya gayret etti. Ömrü boyunca Allahü
teâlânın dînini öğrenmek, öğretmek ve yaymak onun asıl işi idi. Diğer
zamanlarını, ibâdet etmek ve kitap yazmakla geçirirdi. Güzel ahlâkı, tatlı dili,
güler yüzü, cömertliği, insanlara şefkat ve merhameti, onu herkesin sevmesine
vesîle oldu. Bu güzel ahlâkı sebebiyle, birçok kimse elinde tövbe edip, sâlih
kimseler arasına karıştı. Sık sık insanlara nasîhatlarda bulunurdu.
Pekçok
talebe yetiştirip, kıymetli eserler yazdı. Bu eserlerinde, tasavvuftan ve
tasavvuf büyüklerinin hâllerinden, kabir ziyâretinden ve büyüklerin kabirlerini
ziyâret ederken görülen bâzı hârikulâde hâllerden bahsetti.
Ebû Abdullah
Merrakûşî hazretleri, bir sohbetlerinde şöyle buyurdu:
Resûlullah
efendimizin âşıklarının temiz kalplerinden çıkan sözler, edebe, saygıya uygunsuz
görünse de, bunlara bir şey dememeli, susmalıdır. Buradaki edeplerden,
saygılardan biri de susmaktır. Âşıklardan biri, Kabr-i saâdetin yanında her
sabah ezan okur; "Namaz uykudan daha iyidir." derdi. Mescid-i Nebî
hizmetçilerinden birisi; "Resûlullah'ın huzûrunda terbiyesizlik yapıyorsun."
diyerek bunu dövdü. Bu da; "Yâ Resûlallah! Yüksek huzûrunuzda adam dövmek,
sövmek edepsizlik sayılmaz mı?" dedi. Çok ağladı. Biraz sonra döven kimsenin
felç olduğu, eli ayağı tutmadığı görüldü. Üç gün sonra da öldü.
Anlatılır
ki, Bağdât'ta Kerhli bir attâr vardı. Doğruluğu, iyiliği ve güvenilirliği ile
meşhur olmuştu. Fakat bir hayli borcu vardı. Hayâsından evinden çıkamaz hâle
geldi. Cumâ gecesi olunca, âdeti üzere namaz kıldı. Resûlullah efendimize salât
ve selâm getirdi ve duâ edip uyudu. Rüyâda Peygamber efendimizi gördü.
Resûlullah ona; "Vezîr Ali bin Îsâ'ya git! Ben ona, sana dört yüz dînar vermesi
için emir verdim. Onları al, ihtiyaçlarını giderip hâlini düzelt." buyurdu.
Sabah olunca, attâr, vezîrin yanına gitti. Fakat muhâfızlar onu içeri almadılar.
Biraz sonra, vezîrin yakınlarından biri dışarı çıktı. O, attârı tanıyordu.
Muhafızlara durumu anlatıp, attâra; "Vezir, seher vaktinden beri seni bekliyor.
Bana, seni ve kaldığın yeri sordu. Sen şimdi burada bekle, ben vezîrin yanına
gidip geleyim." dedi. O şahıs süratle vezîrin yanına gidip geldi. Attârı alıp
vezîrin huzûruna götürdü. Vezîr attâra ismini sordu. O da kendisini tanıttı.
Kerh ehlinden olduğunu söyledi. Bunun üzerine vezir, attâra; "Allahü teâlâ sana
iyi karşılıklar versin, dün geceden beri uyuyamadım. Dün gece Resûlullah
efendimizi rüyâmda gördüm. Bana; "Falanca attâra dört yüz dînar ver, hâlini
düzeltsin." buyurdu." dedi. Attâr da vezîre; "Ben de dün gece Resûlullah'ı
rüyâmda gördüm. Bana; "Vezîr Ali bin Îsâ'ya git, ona, sana dört yüz dînar
vermesini emrettim." buyurdu." dedi. Vezîr, Resûlullah efendimizin kendisinden
bahsetmesinin sevincinden çok ağladı. Attâra bin dînar verilmesini emretti.
Hizmetçiler bin dînar getirdiler. Attâra; "Dört yüz dînârı, Resûlullah'ın emri
üzerine diğer altı yüz
dînârı da,
ayrıca sana hîbe ediyorum." dedi. Attâr ise fazlasını kabûl etmeyip; "Resûlullah'ın
verdiğinden ve ihsânından fazlasını istemem. Ben, Resûlullah'ın ihsânı olan bu
dört yüz dînârdan başkasından bereket ummuyorum. Bu söz üzerine vezir ağladı.
Uygun olanı budur, nasıl istersen öyle yap." dedi. Attâr, dört yüz dînârı aldı.
Bir kısmı ile borcunu ödedi. Resûlullah efendimizin bereketi ile hâli iyileşti
ve malı çoğaldı.
Ebû Abdullah
Merrakûşî hazretlerinin
Misbahü'z-Zulâm fi'l-Müstegîsîn bi-Hayri'l-Enâm adını verdiği ve
Resûlullah efendimizi vesîle ederek yapılan duâların kabûl olunduğunu uzun uzun
anlattığı bu eserinden başka diğer kıymetli eserlerinden bâzıları şunlardır:
En-Nûr-ul-Vâdıh ilâ Muhaccet-il-Münkir Ales-Sarîh fî Vücûh-is-Sâih, Misbâh-üz-Zulâm
fil-Müstegîsîn bî-Hayr-il-Enâm (sallallahü aleyhi ve sellem), A'lâm-ül-Ecnâd
vel-Ubbâd Ehl-il-İctihâd bi-Fadl-ir-Ribât vel-Cihâd. O bu
eserlerinde Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunu anlatmanın yanısıra, İbn-i
Teymiyye'nin ortaya koyduğu bozuk fikirleri ve yanlış îtikâd sâhiplerinin
sapıklıklarını da ortaya koymaktadır.
Ömrünü
İslâmiyeti yaymak, talebeler yetiştirmek ve eser yazmakla geçiren Ebû Abdullah
Merrakûşî hazretleri, 1284 (H.683) yılında Kâhire'de vefât etti. Karâfe
kabristanına defnedildi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
YETİŞ YÂ RESÛLALLAH!
Ebû Abdullah
Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir
şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda
bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:
"1239
senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize
kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su
aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş
bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı
yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım
beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa
sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her
taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir
iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi.
Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış
ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün
yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim
son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi. Gece karanlığında: "Yâ Resûlallah!
Yetiş! Senden Allahü teâlânın izniyle yardım etmeni istiyorum!" diye inledim.
Sözümü bitirir bitirmez, birinin bana seslendiğini duydum. Sesin geldiği tarafa
baktığımda; gece karanlığında, etrâfına ışıklar saçan, bembeyaz elbiseler
giyinmiş, o zamâna kadar hiç görmediğim bir kimsenin beni çağırdığını gördüm.
Bana yaklaşıp, elimi tuttu. O ânda bütün yorgunluğum ve susuzluğum kayboldu.
Yeniden doğmuş gibi oldum. Ona canım birden ısınıverdi. Elele bir müddet
yürüdük. Hayâtımın en tatlı anlarından birini yaşadığımı hissettim. Bir kum
tepeciğini aşınca, berâber yolculuk yaptığım kâfilenin ışıklarını görüp,
arkadaşlarımın seslerini duydum. Onların yanlarına doğru yaklaştık. Benim
bindiğim hayvan en arkada onları tâkib ediyordu. Birden gelip önümde durdu.
Bineğimi önümde görünce, sevinç çığlıkları attım. Ben bağırınca, benimle gelen
zât elini elimden çekti. Daha sonra elimden tutup bineğime bindirdi. Sonra da;
"Bizden bir şey isteyeni ve yardım talebinde bulunanı boş çevirmeyiz." diyerek
geri dönüp gitti. O zaman onun Resûlullah efendimiz olduğunu anladım. O, geri
dönüp giderken, çevresine yaydığı nûrların gece karanlığında göğe doğru
yükseldiği görülüyordu. O, gözümden kaybolunca, birden aklım başıma geldi;
"Nasıl olup da ben, Resûlullah efendimizin elini ayağını öpmedim." diye
çırpındım. Ama iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştı. Şiir:
"Seven,
hayattan hiç tat almaz, o hayattan hoşlanmaz, lezzet alamaz. Ne zaman dünyâyı
düşünsem, ondan nasîbim olmadığını görürüm. İnsanlar arasında sanki garîb
gibiyim. Başa gelen belâ ve musîbetlerin zevâl vakti gelince; sıkıntıdan
kurtulup rahata kavuşmak pek yakın oluyor."
Eserimi
yazmaya başladığım sırada yaşadığım bu hârikulâde vakânın tadını ömrüm boyunca
unutmadım. İnşâallah eserimde de; çöllerde, denizlerde, tehlikeli ve ıssız
yerlerde, Resûlullah efendimizle istigâse eden, onu vesîle ederek Allahü
teâlâdan yardım isteyenlerin nasıl arzularına kavuştuklarını, sıkıntıdan nasıl
kurtulduklarını, çok acıkıp veya susayıp yiyecek içecek bir şey bulamayan,
düşman eline esir düşen, zâlimlerin zulmüne uğrayan bâzı kimselerin, Resûlullah
efendimize hâllerini arzetmelerini, karıncaların, yağmur ve kuraklık
zamanlarında Resûlullah'a sığınmalarını, deve ve ceylan gibi hayvanların
Resûlullah'la olan hâllerini, Mescid-i Nebevîdeki hurma kütüğünün inlemesini,
Ebû Bekr-i Sıddîk'in hicret esnâsında, Sürâka peşlerinden gelirken Resûlullah
efendimizle istigâse etmesini, sıkıntı ve meşakkate düçâr olan bâzı kimselerin
Resûlullah efendimize hâllerini nasıl arzettiklerini ve netîcesinin nasıl
olduğunu anlatmaya çalışacağım..."
KAYNAKLAR
1) Hüsn-ül-Muhâdara; c.1, s.522
2) Tabakât-ül-Evliyâ; s.488
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.5, s.384
4) El-A'lâm; c.7, s.118
5) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.134
6) Kıyâmet ve Âhıret; s.116
7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.406, 997
8) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.12, s.68
9) Siyer-Ehl-is-Sülûk (Süleymâniye Kütüphânesi, Şehid Ali
Paşa Kısmı, 1345 numaralı mecmûada)
10) "Gunyet-üt-Tâlib", Süleymâniye Kütüphânesi Şehid Ali
Paşa kısmı, 1345 numaralı mecmûada.
11) Misbâh-uz-Zulâm, fil-Müstegîsi bi-Hayr-il-Enâm Muhammed
Aleyhi Efdalüs-Salâtü Ves-selâm fil-Yakazati vel-Menâm (Süleymâniye Kütüphânesi,
Şehid Ali Paşa kısmı, 57 numaralı eser.)
12) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.111
|
|