DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
Peygamber
efendimizin mübârek arkadaşlarının huzurlarında yetişen velîlerden ve meşhûr
tefsîr âlimi. Künyesi Ebü'l-Kâsım ve Ebû Muhammed'dir. Gülerdi, güldüğü zaman
dişleri görünürdü. Bunun için gülen anlamına gelen Dehhâk denildi. Aslen Kûfeli
olup, sonra Belh'de yerleşti. 720 (H.102) senesinde Belh'de vefât etti.
Dehhâk bin
Müzâhim, Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibni Abbâs hazretlerinin sohbetlerinde
yetişti. Ondan tefsîr, hadîs gibi birçok ilimleri öğrendi. Çok hadîs-i şerîf
rivâyet etti. Hadîs ilminde sika, güvenilir idi. Ayrıca birçok Eshâb-ı kirâmdan
hadîs-i şerîf dinledi. Kendisinden de birçok âlim hadîs-i şerîf nakletti.
İlim
tahsîlini tamamladıktan sonra Belh'e yerleşen Dehhâk bin Müzâhim, orada ücretsiz
ilim öğretir, Kur'ân-ı kerîm okuturdu. Mektebinde üç bin erkek ve yedi yüz kız
çocuk bulunduğu bildirilmektedir.
Dehhâk bin
Müzâhim, bir Cumâ gecesi mescide gitmek üzere evden çıktı. Mescide vardığında
bir gencin secdede ağladığını gördü. O genç secdede bir şeyler söylüyordu.
Dinlemek için yanına yaklaştı. Allahü teâlâya şöyle niyaz ediyordu:
"Ey Celâl
sâhibi olan Allah'ım! Sana güveniyorum. Maksadı sen olan kimseye ne mutlu. Ne
mutlu o kimseye ki, senden korkar. Sıkıntısını derdini sana arz eder. O, senin
sevginle dertlenmiştir. Hava kararıp, yalnız kaldığında, sana yalvarıp, yakarır
ve sen onun dileklerini duâsını kabûl edersin.
"Ey Celâl
sâhibi olan Allah'ım! Sana güveniyorum." diye ağlayarak tekrarladıkça, Dehhâk
bin Müzâhim de ağlamaya başladı. O sırada şöyle bir ses duyuldu: "Lebbeyk ey
kulum! Sen benim himâyemdesin. Bütün dediklerini işittim. Senin sesine melekler
âşıktır. Bütün günahlarını affettim." Daha sonra Dehhâk bin Müzâhim, ona selâm
vererek; "Allahü teâlâ seni ve geceni mübârek eylesin. Sen kimsin?" dedi. "Râşid
bin Süleymân'ım." deyince onunla karşılaşmayı çok istediğini hatırladı. Ona;
"Bizimle berâber olmanız mümkün mü?" diye sorunca; "Çok zor. Âlemlerin Rabbine
yakın olmak, O'na yalvarmak lezzeti varken, mahluklarla berâber olunur, onlarla
yakınlık kurulur mu?" dedi ve gözden kayboldu. Nereye gittiğini anlayamayan
Dehhâk bin Müzâhim, Allahü teâlâya ölmeden önce onunla tekrar buluşmayı nasîb
etmesi için yalvardı. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Dehhâk bin Müzâhim
hac farîzasını yerine getirmek için Mekke'ye gitti. Kâbe'nin gölgesinde Râşid
bin Süleymân oturmuş, huzûrunda Kur'ân-ı kerîmden En'âm sûresini okuyan bir grup
gördü. O zât kalkıp, Dehhâk bin Müzâhim'le kucaklaştı ve müsâfehâ etti; "Allahü
teâlâdan ölmeden önce bizi bir daha birbirimize kavuşturmasını istememiş
miydin?" dedi. Dehhâk bin Müzâhim; "Evet." dedikten sonra mescidde bulundukları
gece gördüklerini anlatmasını isteyince, onu bir hal kapladı ve kendinden geçti.
Kendine gelince vedalaşıp; "Ey Kardeşim! Allahü teâlâ bizi Cennet'te berâber
eylesin. Orada ayrılık, yorgunluk ve hüzün yoktur." dedikten sonra kayboldu.
Dehhâk bin Müzâhim o zâtı bir daha göremedi.
Dehhâk bin
Müzâhim aynı zamanda büyük tefsîr âlimlerindendir.
Tefsîr-i Kur'ân adlı bir eseri vardır. "Kur'ân'ı açık açık, tâne tâne
tertil ile oku!" meâlindeki Müzzemmil sûresi dördüncü âyet-i kerîmesini tefsîr ederken; "Onu harf harf, ağır
ağır kırâat et, her harfini kendisinden sonra gelen harften temyiz et." diye
buyurdu. Âyetlerin mânâlarını iyice anlayabilmek için tekrar tekrar okurdu.
"...Bize bunun tâbirini
haber ver! Çünkü biz seni muhsinlerden görüyoruz."
meâlindeki Yûsuf sûresi otuz
altıncı âyet-i kerîmesi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Yûsuf aleyhisselâmın ihsânı; hapishânede her hasta olana hizmet ve yardım etmesi, her
muhtaç olanın elinden tutması idi. Kendisine bir dilenci geldiği zaman kapı kapı
dolaşır onun ihtiyâcının giderilmesine yardımcı olurdu."
Akşam olunca
ağlardı. Niçin ağladığı sorulduğunda; "Bugünkü amellerim iyi mi, yoksa kötü mü
yazıldı bilmiyorum da onun için ağlıyorum." cevâbını verirdi.
Dehhâk bin
Müzâhim buyururdu ki:
"Bir kimse
şaraba devâm ettiği halde ölürse, kıyâmet günü, sarhoş olarak haşredilir."
"Ben âhiret
âlimlerine yetiştim. Onlar birbirlerinden ancak takvâ ve verâ, haram ve
şüphelileri ve onlardan sakınmayı öğrenirlerdi. Şimdiki âlimler ise, kelâm
mücâdelelerini öğrenmekle meşgûl oluyorlar."
KAYNAKLAR
1) Mîzân-ül-İ'tidâl; c.1, s.471
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.4, s.453
3) El-A'lâm; c.3, s.215
4) Miftâh-üs-Seâde; c.2, s.14, 67, 68, 74, 75, c.3, s.217,
376, 590
5) Ravd-ur-Reyyâhin; s.83
6) Sıfat-üs-Safve; c.4, s.133
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.153
|