|
CELÂL ALİ DEDE
Anadolu
velîlerinden. Atina'ya yerleşmiş olan müslüman bir âilenin çocuğu olarak doğdu.
Doğum târihi belli değildir. İlk tahsîline Atina'da başladı. İlim tahsîl
ederken, öğrendikleri ile amel ediyordu. Bir ara âilesi ve akrabâları onu
evlendirmek istediler. Bunun üzerine Celâl Ali Dede, Atina'yı terk ederek
Anadolu'ya geldi. Yolculuğu esnâsında yolu Konya'ya düştü.
Celâl Ali
Dede Konya'da hastalandı. Birkaç ay bir köşede garip kaldı. Bu esnâda zamânın
mevlevî dergâhı şeyhi Hüseyin Efendi ile tanıştı. Onun dergâhında sıhhate
kavuşunca, rûhî susuzluğunu da gidermek için Hüseyin Efendiye talebe oldu.
Mevlevî tarîkatine göre terbiye görüp yetişti. Bir ara bâzı arkadaşları ile
arasında anlaşmazlık çıktı. Fakat Celâl Ali Dede onlarla münâkaşaya girmeyip
oradan uzaklaştı. Bu durum hocasının çok hoşuna gitti. "Muhâlefetten geri duran
halîfelikte tercih edilir." sözü gereğince, hocası Hüseyin Efendi tarafından
Trablus'taki Mevlevî dergâhına şeyh tâyin edildi. Orada kıymetli ve kâbiliyetli
talebeler yetiştirdi.
Celâl Ali
Dede'ye devlet ve şehir ileri gelenleri iltifât ederlerdi. Oraya vâli olarak
gelenler dergâha pekçok bağışta bulunurlardı. Bu sebeple, gerek devlet ve
gerekse memleketin ileri gelenlerinden onu hased edenler ve kıskananlar vardı.
Fakat bunlardan hiçbiri ona karşı edebe sığmayan bir şey yapmaya, ona karşı
haddi aşmaya güçleri yetmezdi. Ancak birisi hasedinin şiddetinden ona karşı
edepsizlik etmeye cüret gösterdi. Bir gün, büyük küçük, şehir ve devlet ileri
gelenlerinin de bulunduğu bir meclisde, Dede kelimesinin kökünü ve nereden
türediğini veya alındığını anlatıyordu. Bu esnâda hasedci; "Dede lafzı,
Arapçadır. Oyun, eğlence mânâsındadır." dedi. Onun bu sözleri Celâl Ali Dede'nin
gayretine dokunup; "Dede lafzı Farsçadır. Parçalayıcı mânâsınadır. Dedekân,
saflar hâlinde dizilmiş olan nefsânî ve benlik düşüncelerini parçalayan orman
arslanları demektir." buyurdu. Bunun üzerine o hasedci, bu açıklamayı kabûl
etmeyip, kabalık edip daha ileri gitti ve böyle olduğuna dâir ısrarla delil
istedi. O zaman Celâl Ali Dede; "Şâhidim, delilim odur ki, bu fakir cihâd-ı
ekber arslanları arasındayım. Bugün seni parçalayacaklar." dedi. İkindiden
sonra, o meclisde bulunanlar dağılıp herkes işine gitmek için dışarı çıktılar. O
hasedci de giderken yolda pusu kuran düşmanları tarafından öldürülüp parçalandı.
O mecliste bulunanlar bu olaydan sonra, dede kelimesinin şeyhin buyurduğu gibi
Farsça olup, parçalayıcı demek olduğunu anladılar.
Celâl Ali
Efendinin nazar ve teveccühlerine kavuşanlardan birisi de Mısır Vâlisi Mehmed
Ali Paşadır. Mehmed Ali Paşa Mısır'a vâli olunca, Celâl Ali Efendiyi Kâhire'ye
dâvet etti. Oraya geldiğinde kendisine çok ikrâm ve iltifatta bulundu. Bir
müddet kaldıktan sonra Trablus'a geri dönmek için bir gemiye bindi. Yolculuğu
esnâsında hava muhâlefeti yüzünden Sisam Adası açıklarında gemileri delindi. Dev
dalgalar geminin Sisam Adasına yaklaşmasına mâni oluyordu. Yüzücülüklerine
güvenip kıyıya ulaşmak isteyenler, herkesin gözü önünde boğuldu. Gemi devamlı su
alıyordu ve batmak üzereydi. Bir anda kara ile gemi arasında bir köprü peydah
oldu. Celâl Ali Dede ve gemide kalanlar korkusuzca sâhile ulaştılar. Celâl Ali
Dede Sisam Adasından İstanbul'a gidip bir müddet Galata Mevlevîhânesinde kaldı.
Sohbetlerinde, başlarından geçen hâdiseyi nakledip, normal hallerde olduğu gibi
korkulu hallerde de yalnız Allahü teâlâya yönelip sığınmak, O'na güvenmek, kalbi
O'na bağlayıp, vücûdu O'na teslim etmek lâzım geldiğini anlatırdı.
Bir müddet
İstanbul'da kaldıktan sonra Trablus'taki dergâhına döndü. Dergâha vardıktan on
sekiz gün sonra vefât etti. Dergâhının bahçesine defnedildi. Yerine Sâdık isimli
oğlu şeyh oldu. Diğer oğullarından Şeyh Muhammed, Şam Mevlevî Dergâhı, Şeyh Mûsâ
ise Kasımpaşa Mevlevî Dergâhı şeyhliği yaptılar.
KAYNAKLAR
1) Sefîne-i
Nefîse-i Mevleviyân; c.2, s.54
|
|