CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
Bağdât
velîlerinden olup, on birinci yüzyılda yetişen hadîs, fıkıh âlimi. İsmi Câfer
bin Ahmed bin Hüseyin, künyesi Ebû Muhammed'dir. Es-Serrâc ve el-Kârî
lakablarıyla meşhûr olmuştur. Bağdâdî nisbesiyle de bilinir. 1026 (H.417)
senesinde Bağdat'ta doğdu, 1106 (H.500) senesinde Bağdât'ta vefât etti. Kabri,
Bâb-ı Ebrûz denilen yerdedir.
Câfer bin
Ahmed es-Serrâc küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline yönelip Bağdâd'ın meşhûr
âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Kırâat yâni Kur'ân-ı kerîmi
usûlüne göre okuma ilmini, sarf, nahiv ve lügat ilimlerini öğrendi. Bu ilimlerde
yetişip yüksek dereceye ulaştıktan sonra Mısır, Şam, Trablus ve Mekke gibi
beldelere giderek pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Hanbelî fıkhını öğrenip
fıkıhta da yüksek âlim oldu. Gittiği yerlerde velîlerin sohbetlerinde bulunup
mânevî feyz ve tasavvuf yolundan nisbet aldı. Onun ilim öğrendiği ve hadîs-i
şerîf dinlediği âlimlerin başında; Ebû Ali bin Şâzân, Ebü'l-Kâsım bin Şâhin, el-Kazvînî,
İbn-i Gîylâ el-Hilâl, El-Bermekî ve benzerleri gelmektedir.
İlim ve
mârifette yüksek dereceye ulaştıktan sonra Bağdât'a dönüp ilim okuttu. Ondan Ebî
Tâhir es-Silefî ve başka kimseler ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
İlim meclislerinde ve sohbetlerinde İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp
insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına gayret etti.
Tatlı
sohbetleri esnâsında evliyâ zâtların hayatlarını ve menkîbelerini anlatarak
müminlerin onları örnek almalarına gayret ederdi. Bir sohbetinde buyurdu ki:
İnsanlar o
velîlerin büyüklüğünü anlamıyorlar. Onlara câhil diyorlar. Allahü teâlâ mazlûm
olan o büyüklerin yardımcısıdır. Onlar akıl sâhibi, ileriyi gören kimselerdir.
Naîm cennetlerini bu büyük zâtlar dolduracaklardır. Orada nûrdan kürsüler
üzerine oturacaklar, kendilerine sayısız nîmetler verilecektir. Cennet'te "Feyyân"
adında bir nehir vardır. Orada âlimler ve velîler, Muhammed aleyhisselâmın
etrâfında toplanacaklardır. İslâm âlimleri ve velîler, Muhammed aleyhisselâmın
vârisleridir."
Bir başka
sohbetinde de Sehl bin Abdullah-ı Tüstürî hazretlerinin şöyle naklettiğini
buyurdu:
"Bir gün bir
arâziye çıkmıştım. İçim gâyet rahat ve huzurlu idi. Bu sırada kalbimde Allahü
teâlâya bir yakınlık hissettim. Namaz vakti de gelmiş, abdest almak istemiştim.
Küçüklüğümden beri, her namaz vaktinde abdestimi tâzelerdim. Bu, benim âdetim
olmuştu. Ancak, su bulamadığım için üzüntülü idim. Bu sırada, iki ayağı üzerine
kalkmış yürüyen bir ayı gördüm. Onu önce, mesâfe uzak olduğu için elinde yeşil
bir testi bulunan bir insan zannettim. Fakat yanıma yaklaşıp testiyi yere
koyunca, onun insan olmadığını gördüm. Kendi kendime; "Bu testi ve bu su nereden
böyle?" diye düşündüm. Bunun üzerine ayı konuşmaya başladı ve:
"Ey Sehl!
Biz, vahşî hayvanlardan bir grubuz. Allahü teâlâya olan tevekkülümüz ve sevgimiz
sebebiyle, kendimizi Allahü teâlânın rızâsına adadık. Arkadaşımızla, bir mesele
hakkında konuşurken âniden;
"Dikkat
ediniz! Sehl bin Abdullah abdest için su istiyor." diye bir ses işittik. Bu
testi bana verildi. Yanımda iki tâne de melek var. Sana yaklaşınca, onlar, suyu
havadan bu testiye döktüler. Ben suyun sesini bile işittim." dedi. Bu sözleri
ondan duyunca bayıldım. Ayıldığım zaman, testi yine yerinde duruyordu. Fakat ayı
ortada yoktu. Nereye gittiğini de bilmiyordum. Fakat "Ayıyı niçin
konuşturmadım." diye çok pişmân oldum. Sonra testinin suyu ile abdest aldım.
Abdest aldıktan sonra ondan su içmek istedim. O sırada vâdiden;
"Ey Sehl!
Daha senin bu testiden su içme zamânın gelmedi!" diye bir ses işitince, testiyi
bıraktım. Bir de ne göreyim, testi hareket edip gitti. Onun da nereye gittiğini
bilmiyorum."
Sehl bin
Abdullah-ı Tüstürî devâm ederek şöyle buyurdu; "İnsanlar üç sınıftır: Bir kısmı,
Allahü teâlânın sevgi ve muhabbeti ile doludurlar, bunlar keramet ehlidirler.
Bir kısmı, tövbe edip, niçin hatâ ve isyânda bulunduklarının pişmanlığı
içerisindedirler. Bunlar Allahü teâlânın affını ümid ederler. Diğer bir kısmı
da, gaflete dalıp, şehvetlerinin peşinde koşarlar ki, bunlar da cezâlarını
beklerler."
Câfer bin
Ahmed es-Serrâc, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin hallerini ve sözlerini anlatırken
de şöyle buyurdu:
Zünnûn-i
Mısrî; "Bir gün erken bir vakitte Abdullah bin Mâlik'in kabrine gitti.
Kabristanda yüzü örtülü bir kişi gördü. Biraz sonra o şahsın Sa'dûn olduğunu
fark etti. Ona; "Ey Sa'dûn, gel birlikte şu bedenlerimiz için ağlayalım." dedi.
Sa'dûn, Zünnûn-i Mısrî'ye; "Allahü teâlânın huzûruna nasıl ve ne yüzle
gideceğimize ağlamak, bedenlerimiz için ağlamaktan daha lâyıktır. Keşke bu
bedenler kabirde kendi hâline çürümeye bırakılsaydı da, hesap vermek için
diriltilmeseydi. Eğer sen Cehennem'e girersen, başkasının Cennet'e girmesi sana
fayda vermeyecektir. Eğer Cennet'e girersen, başkasının Cehenneme girmesi de
sana bir zarar temin etmeyecektir. Ey Zünnûn! Kıyâmet günü amel defterleri
açıldığı zaman, O'na nasıl cevap vereceğiz! O bunu söylerken; "Yardım et yâ
Rabbî;" diye bağırdı. Bu sözleri işiten Zünnûn-i Mısrî bayılıp yere düştü.
Ayıldığı zaman Sa'dûn'un elbisesinin kolu ile kendi yüzünü sildiğini fark etti.
Zünnûn-i
Mısrî, Allahü teâlânın sevgisiyle dolu olanları şöyle anlattı: "Onlara, Allahü
teâlânın sevgisi içirilmiştir. Kalplerindeki nefsin arzu ve istekleri,
günahların kötü âkıbetlerinin korkusu ile ölmüştür. Âhiretteki çeşit çeşit,
bitmez tükenmez nîmetleri kaybetme korkusu, onlara bu dünyânın geçici zevk ve
lezzetlerini unutturmuştur. Onlar kalplerini, her türlü riyâ, gösteriş, hased,
kin gibi mânevî kirlerden temizlemişlerdir. Onların kalbleri, Allahü teâlânın
rızâsına kavuşma gayretindedir."
Kırâat,
hadîs ve fıkıh ilimlerindeki yüksek derecesi yanında edebî sanatlarda da yüksek
bir şâir olan Câfer bin Ahmed es-Serrâc birçok kıymetli eser yazdı. Bunlardan
bâzıları şunlardır:
1) Meşâriu'l-Uşşak:
Bu eserinde Allahü teâlânın sevgili kulları olan evliyânın hallerini ve
kerâmetlerini anlatmıştır.
2) Zühdü's-Sevdân. 3)
Kitâbü'l-Mebde'. 4) Kitâbü Menâsiki'l-Hac. 5) Kitâbü't-Tenbîh li-Ebî İshâk eş-Şirâzî.
Ömrünü ilim
öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla geçiren Câfer bin Ahmed
es-Serrâc, 1106 (H.500) senesi Safer ayının yirmi birinci pazar günü vefât etti.
Sevenleri ve talebeleri tarafından Bâb-ı Ebrûz denilen yerde defnedildi.
KAYNAKLAR
1) Mu'cemü'l-Müellifîn; c.3, s.131
2) Vefeyâtü'l-A'yan; c.1, s.112
3) Buğyetü'l-Vuât; c.1, s.485
4) Tabakât-ı Hanâbile Zeyli; c.1, s.123
5) Şezerâtü'z-Zeheb; c.3, s.411
6) El-Bidâye ven-Nihâye; c.12, s.168
7) Brockelman Sup-1, s.594
8) Keşfü'z-Zünûn; c.1, s.492, c.2, s.957, 1073, 1833
|