CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI

Osmanlılar zamânında İstanbul'da yetişen velîlerden. İsmi, Mustafa'dır. Künyesi Ebü'l-İşrâk olup, Peygamber efendimizin soyundandır. Babası, Artvin'in kazâlarından Şavşat'ta sancakbeyliği hizmetinde bulunduğu sırada, Mustafa Efendi Ahıska'da doğdu. Doğum târihi belli değildir.

Beyzâde Mustafa Efendi, ilk tahsîlini Erzincanlı Şeyh Ömer Efendide yaparak icâzet, diploma aldı ve tahsîline, İstanbul'da devâm etti. Sahn-ı Semân medreselerinde okudu. Tahsîlini tamamladıktan sonra oturduğu semtte bulunan medresede müderrisliğe başladı. Daha sonra Fâtih Câmii Medresesine müderris tâyin edildi. On sekiz senelik hocalık hayâtından sonra üç sene de, tasavvuf yolunda ilerlemek için, Nakşibendî yolunun büyüklerinden Hâfız Muhammed Efendinin sohbetlerine devâm ederek kemâle ulaştı. Hâfız Muhammed Efendinin emri üzerine, Sultan Dördüncü Mustafa Hanın çıktığı bir sefere katılarak, büyük yararlıklar gösterdi. Sefer dönüşünde Murâd Molla'nın Fâtih'te yaptırdığı Nakşibendî Tekkesine 1771 senesinde şeyh tâyin edildi. 1785 senesine kadar burada ilim tâliplerine, hak âşıklarına ders vererek doğru yolu gösterdi.

Bir hac mevsimi, bulunduğu bölgeden Mekke-i mükerremeye giden hacı adaylarından birisine şöyle bir mektup yazdı: "Ey kardeşim! Selâmımı yaratılmışların en hayırlısının o misk kokulu kabrine ilet. Benim için; "Ey Efendim! Ey günahkârların şefâatçısı, âciz kölen Mustafa sizin rızânızı, hoşnûdluğunuzu ve affınızı diliyor. Ona lutfet. Ona şefâat eyle! de. Allahü teâlânın selâmı üzerine olsun."

Yine bir gün kendisinden nasîhat isteyen bir talebesine şöyle nasîhat etti: "Ey kardeşim! Hayâtın sona ermeden, kefene bürünmeden önce haramlardan uzaklaş, takvâya sarıl. İnsanı lekeleyen şeyleri terk et. Farzları, vâcibleri ve sünnetleri yaparak kendini süsle. Hep Allahü teâlâ ile berâber ol. Allahü teâlâyı anmayı azığın yap. Düşman nefsinden ve arzu ettiğin dünyânın süsünden sakın. Allah adamları ile berâber ol. Onların meclislerinde bulun ve yolunda ol. Sıkıntıdan kurtulursun. Bid'atlere, dinde sonradan ortaya çıkarılan şeylere yaklaşma. Dînin emirlerine yapış. Dünyânın süsünü yaldızını dünyâyı isteyenlere bırak. Nefsini kötülüklerden koru. Allahü teâlâdan bir an gâfil olma. Böyle yaparsanız kalb aynanızın yüzü lekesiz, tertemiz olur.

"Sâlik yâni Allahü teâlânın yolunda çalışıp ilerlemek onun rızâsına ve muhabbetine, seâdet-i ebediyyeye kavuşmak isteyen bir kimse, kendisini yetiştirecek bir rehber bulamadığı zaman acaba ne yapmalıdır? Kimden feyz alıp istifâde edebilir. Geçmiş evliyânın rûhâniyetinden nasıl istifâde edebilir? Ayrıca hayatta olup da kendileriyle görüşüp, sohbetlerinde bulunmak mümkün olmayan büyük âlim ve velîlerden istifâde edip rüşd ve hidâyet feyzlerine kavuşmak mümkün müdür? Mümkün ise bu nasıl olur?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdi:

"Böyle bir sâlik, mürşid yol gösterici bulamadığı zaman, önce Ehl-i sünnet mezhebi üzere kitâb ve sünnetden yâni ahkâm-ı şer'iyyeden zarûrî, lâzım olan din bilgilerini bu yolun büyük âlimlerinin ilmihâl, fıkıh ve akâid kitablarından öğrenmeli, evliyâ-yı kirâmın kitaplarını okuyup her şeyini her işini bunlara uydurmaya çalışmalıdır. Azîmet yolunu tutup, ruhsatlardan sakınmalıdır. Zarûret hâlinde ruhsatlar ile, yâni şerîatin izin verdiği bâzı şeyleri yapabilir. Îtikâd ve amel ile ilgili konularda her türlü bid'atlerden sakınmalı, haram ve mekruhları terketmelidir. Dîn-i İslâmda hiçbir eksiklik yoktur. Büyük âlimler bunu herkesin anlayacağı şekilde ilmihâl ve fıkıh kitaplarında îzâh ve beyân buyurmuşlardır. Her gün Kur'ân-ı kerîmden bir mikdâr okumayı âdet edinmelidir. Yine her gün belli mikdâr da salâtü selâm getirmelidir. Böylece Resûlullah efendimizin mübarek rûhâniyetine teveccüh ile şereflenmiş olur.

Âhirete göçen büyük âlim ve velîlerin rûhâniyetinden feyz almak mümkün ve çok defâ vâki olmuştur. Meselâ büyük âlim ve velîlerden Bâyezîd-i Bistâmî, Câfer-i Sâdık hazretlerinin rûhâniyetinden feyz almış, üveysi olarak yetişmiştir. Aynı şekilde Ebü'l-Hasan-ı Harkânî de, Bâyezîd-i Bistâmî'nin rûhâniyetinden feyz alarak yetişmiştir.

Hayatta olup da görüşmek, huzûruna çıkmak mümkün olmayan, büyük âlimden istifâde edebilmek için, o mübârek zâtın bu kimseye mektup gönderip teveccüh buyurması, ona virdini ve vazîfesini tebliğ ve tenbih buyurması, diğer lüzumlu bilgileri îzah buyurup açıklaması, tâlibin de bunlara ihlâs ile uyması lâzımdır. Her işini, ibâdet ve tâatini buna göre tamam etmelidir. İstifâdenin en olgunu ve faydalısı ise, o mübârek âlim ve velînin sohbetinde bir müddet bulunmak sûretiyle olur. Emir buyurduğu görevleri seve seve yapar, edeplere riâyet ederse çok kazançlı olur. Ayrıldığında da kendini hep hocasının huzûrunda gibi düşünürse, pekçok fayda ve bereketlere kavuşur. Her hususta doğruyu en iyi bilen Allahü teâlâdır."

Beyzâde Mustafa Efendi, 1781 ve 1785 yıllarında olmak üzere iki defâ hacca gitti. Son haccında Cidde yakınlarında yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefât etti. Yerine Şeyh Abdülhalîm Efendiyi vekil bırakmıştı. Talebelerinden beşi meşhûr olup, bunlar; Abdülhalîm Efendi, Yanyalı Yûsuf Efendi, Ahıskalı Han Mahmûd Efendi (Kâdızâde), Geredeli Halil Efendi ve Bolulu Mustafa Efendidir.

Beyzâde Mustafa Efendinin talebesi sayılamayacak kadar çoktu. Son derece halîm, selîm, yumuşak huylu, âlim ve ârif bir zâttı. Zamânın tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinde ve edebiyâtta derin âlim idi. Arabî, Fârisî ve Türkçeyi çok iyi kullanmış, bu dillerde bir çok şiir ve eser yazmıştır. Bu üç dille yazdığı manzûmeler ve mektubların yanında, Mevlid-ün-Nebî, Menâsık-ül-Hac risâleleri de vardır. Arabî manzûm Nasîhatnâme, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyyeyi medheden bir manzûme, Kasîde-i Dürriyye Mukaddimesi ve Kasîdesi belli başlı eserleridir. Yazdığı birçok şiiri bir cild hâlinde 1848 senesinde İstanbul'da Matbaa-i Âmirede basılmıştır. Burada bâzı icâzetnâmelerin yanında Yûsufzâde'ye verdiği icâzetnâme de yer almaktadır.

 

KERÂMET VE MENKÎBELER

GÜZEL AHLÂKLI OLMAK!..

Beyzâde Mustafa Efendinin, Geyve müftîsine yazdığı nasîhat dolu mektubu şöyledir:

"Mektubuma besmele ile başlıyorum. Allahü teâlâya hamd, Resûlüne salâtü selâm eylerim. Bol bol istigfâr etmenizi tavsiye ederim. Beş vakit namazdan ve ders okuttuktan sonra ve seher vakitlerinde bizim için de duâ ediniz. Dâimâ takvâ üzere olunuz. Her nerede olursanız, Allahü teâlânın dînine uygun yaşayın.

Mâlûmunuzdur ki, takvânın üç mertebesi vardır. A'lâ, evsat ve ednâ, yâni en yüksek, orta ve aşağı mertebedir. Akıl sâhibi, ednâ mertebede olmak istemez. En azından orta mertebede bulunmaya çalışır. Hattâ a'lâ mertebesine ulaşmayı gâye edinir ve ulaşır. Zâten kıymetli ve lezzetli olanı da bu mertebedir. Bu mertebeye ulaşmak ise, ancak kalbi kötü huy ve işlerden tamâmen arındırıp sıyırmak, ilim, irfân ve güzel ahlâklı olmak, dâimâ Allahü teâlânın rızâsını gözetmekle elde edilebilir. Bu kıymetli işleri yapabilmek, kalpten Allahü teâlânın zikri, muhabbeti ve rızâsı dışındaki şeyleri çıkarmakla müyesser olabilir. Bunun için de Allahü teâlâyı zikre ihlâs ile devâm etmek, gece-gündüz her hâlde O'nun zikri ile meşgûl olmak lâzımdır. Bunun usûlünü size öğretmiştik. Ayrıca, zâhir ve bâtında Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmına ve selef-i sâlihîne uymak, yâni Ehl-i sünnet vel-cemâat yoluna; îtikâd, ibâdet, ahlâk ve her hususta sarılmak lâzımdır. Bu nasîhatim, mûteber kitablardaki nasîhatlerin özü ve hülâsasıdır. Tarîkat-ı Muhammediyye kitabında ve İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin eserlerinde uzun yazılı olup, hakîkî tasavvuf ehlinin, Allah adamlarının mübârek eser ve risâlelerinde de ifâde ve beyân buyrulmuştur. Cenâb-ı Hak bereketini bizlere ihsân eylesin. Nûrları ile kalbimizi münevver eylesin. Bu nasîhatim ile sizleri, ahbâbımı ve sâir müslümanları nasîblendirip, faydalandırsın. Habîb-i ekremi hürmetine bu duâmı kabûl buyursun. Âmîn!

Gönderdiğiniz hediyeleri aldım. Lutfeylemişsiniz. Muhabbetimizin artmasına vesîle oldu. Hadîs-i şerîfte; "Hediyeleşiniz, sevişiniz." buyruldu. Vesselâm..."

 

KAYNAKLAR

1) Âsâr-ı Şeyh Seyyid Mustafa (İstanbul-Tarihsiz)

2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.63

3) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.2, s.54