BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
Tâbiînin
tanınmışlarından büyük velî. Doğum târihi belli değildir. 726 (H.108) senesinde
vefât etti. Ebû Hâtem; Alkame bin Abdullah el-Müzenî'nin, Bekr bin Abdullah'ın
kardeşi olduğunu söylerse de, âlimler, kardeşi olmadığını bildirmişlerdir.
Bekr bin
Abdullah el-Müzenî; Enes bin Mâlik, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Mugîre bin Şû'be,
Ebû Râfî es-Sâığ, Hasan el-Basrî, Hamza, Urve bin Mugîre bin Şû'be, Ebû Temîme
el-Huceymî ve diğer Eshâb-ı kirâmın sohbetlerinde yetişti. Bunlardan hadîs-i
şerîf rivâyet etti. Sâbit el-Benânî, Süleymân et-Teymî, Katâde, Gâlib el-Kattân,
Âsım el-Ahvel de ondan hadîs-i şerîf bildirmiştir. İbn-i Muîn ve en-Nesâî, Ebû
Zür'a ve İbn-i Sa'd, onun hadîs husûsunda, sika, çok güvenilir, mazbut ve huccet
bir âlim olduğunu bildirdiler.
Bekr bin
Abdullah el-Müzenî hazretleri, dünyâya düşkün olmayıp, haram ve şüphelilerden
çok sakınırdı. İbretli sözleri vardır. Çok büyük âlim ve iyi insanlar arasında
yetişti.
İlminin
çokluğundan dolayı Bekr bin Abdullah el-Müzenî; kâdılık, hâkimlik makâmına
getirilmek istendi. O zaman şöyle buyurdu: "Ben size bir şey söyleyeyim.
Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben kazâ
(hâkimlik) işini yapamam. Eğer, bu sözüm doğru ise, sizin beni bu iş için
görevlendirmeniz, uygun değildir. Eğer sözüm yalan ise, yalancı birisini bu
vazîfeye tâyin etmeniz doğru olmaz."
Bir Cumâ
günü vâza gittiği câmide cemâat oldukça kalabalıktı. Bekr bin Abdullah
el-Müzenî, vâzında bir ara; "Bana, câmide bulunanların en hayırlısı ve iyisi
sorulsaydı, insanlara en çok nasîhat eden, emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil münker
yapan, iyiliği emredip, kötülükten nehyedeni, alıkoyanı arar bulur ve onu
gösterirdim." Yine, bana; "İnsanların en şerlisi, kötüsü kimdir?" diye
sorulsaydı, insanları en çok aldatanı bulur, onu gösterirdim." dedi.
Hac
farîzasını yerine getirmek için Mekke'ye gitti. Arafat'ta vakfeye durduğu sırada
kendi kendine; "Bunlar arasında ben olmasaydım, Allahü teâlânın hepsini
bağışlayacağını ümid ederdim." dedi.
Yaşlı bir
zât görünce, bu benden daha hayırlı, daha iyidir. Çünkü o, yaşça benden
büyüktür. Bu sebeple, daha fazla ibâdet yapmıştır. Bir genci gördüğü zaman, ben
ondan daha fazla günâh işledim. O ise, yaşı küçük olması sebebiyle, daha az
günâh işlemiştir, derdi.
Birisi Bekr
bin Abdullah el-Müzenî hazretlerine kötü sözler söyledi. O da hiç cevap
vermeyip, sükût ile karşıladı. Adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha kötü
sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekr bin Abdullah hazretlerine, niçin ona cevap
vermiyorsun, suskun duruyorsun. Baksana sana neler söylüyor, denilince; "Ben
onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki, ona karşılık ve cevap vereyim. Hem,
onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da bana helâl
değildir." dedi.
Bekr bin
Abdullah el-Müzenî hazretleri, gelen geçeni rahatsız etmemesi için, damının
oluğunu bahçe tarafına yapar, yola akıtmazdı. İnsanların incinmesini istemez ve
kimseyi rahatsız edecek bir iş yapmazdı.
Ölüm
hastalığı sırasında Bekr bin Abdullah el-Müzenî başını kaldırıp; "Nefsini Allahü
teâlâya tâat, Allahü teâlânın beğendiği şeyler için alıştıran, Allahü teâlâya
isyân, emirlerini yapmaması için onu zorlayan kula Allahü teâlâ merhâmet etsin."
buyurdu.
Bir
talebesine şöyle nasîhat etti:
"Biri ile
arkadaş olduğun zaman bâzı hususları yerine getirmen gerekir. Berâber
olduğunuzda, şâyet onun nalınlarının ipi kopar ve o bunları düzeltip
bağlayıncaya kadar sen onu beklemezsen, sen arkadaşlık hukukuna riâyet etmemiş
olursun. Çünkü sen, bu hâlinle dost olamazsın. Yine, senin arkadaşın bir ihtiyâç
için bir yerde oturduğunda, o işini bitirinceye kadar onu beklemezsen, yine
hakîkî dost sayılmazsın.
Din
kardeşlerinden bir cefâ görürsen, bil ki bu, yaptığın bir hatâdan dolayıdır.
Derhal Allahü teâlâya dön ve tövbe et. Ayrıca, bir sevgi görecek olursan, Allahü
teâlâya olan tâatdan ve Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaktan hâsıl
olduğunu bil ve şükret.
Eğer, şeytan
senin önüne çıkıp; "Sen falanca müslümandan daha üstünsün, derse, dikkatli ol ve
o müslüman kardeşin senden büyükse, şöyle söyle: "Bu kardeşim, benden önce
müslüman olup, benden daha çok sâlih amel işlemiştir. Onun için, o benden daha
üstündür. Eğer senden küçükse, ben günâhlarda onu geçtim. Bu bakımdan o benden
daha hayırlıdır. Eğer sana ikrâmda bulunan ve hürmet gösteren, müslüman
kardeşlerinle karşılaşırsan; "Bu, Allahü teâlânın bir ihsânıdır." de. Eğer
onlardan cefâ görürsen; "Bu, yaptığım bir günâhtan dolayıdır." de.
Bir vâzında
şöyle buyurdu:
"Ey
Âdemoğlu! Allahü teâlânın rahmetinden öyle ümitli ol ki, bu ümidin seni, Allahü
teâlânın mekrinden emin kılmasın. Eğer bundan emin olursan, günâhları işler,
Allahü teâlânın gazâbına uğrarsın. Yine Allahü teâlâdan öyle kork ki, bu korku
O'nun rahmetinden ümidini kestirmesin. Ne kadar günahkâr olursan ol, yine de
Allahü teâlânın rahmet ve merhametinden ümidli ol. Tövbe ederek Allah'a dön.
Günâhı çok
yapıyorsunuz. Halbuki istiğfârı çok yapmalısınız. Çünkü, insan âhirette, amel
defterinde iki satır arasında istiğfâr görünce çok sevinir."
Bekr bin
Abdullah buyurdu ki:
"Kişi,
müslüman kardeşlerine tevazû etmesiyle, onların hürmet ve saygısını kazanır."
"Allahü
teâlâ, mümin kulunun işinde sonunun hayır olmasını murâd ettiği zaman, ona biraz
acı ve sıkıntı tattırır."
"Kim gülerek günâh
işlerse, ağlıyarak Cehennem'e girer."
"Bir
kimsenin, sanki o işe memurmuş gibi, durmadan halkın ayıbını sağa sola
aktardığını görürseniz, bu hâliyle azap tuzağına tutulduğunu biliniz."
"İsâbet
edip, doğru konuştuğunda sana bir ecir ve sevap getirmeyen, hatâ ettiğinde de
seni günâha götüren bir sözü söylemekten sakın. Bu söz, müslüman kardeşine kötü
zanda bulunmandır."
"Bir
kimsenin tamâhı, dünyâ lezzetlerini haram yollardan araması ve gazâbı öfkesi
iyice azalmadıkça müttakî, Allahü teâlâdan korkan olamaz."
"Bir kimsenin cimrilik
huyu ile öfke duygusu körelmedikçe, müttakî sınıfına geçemez."
"Bir kimse
ziyâfete çağrılır. O da ev sâhibine haber vermeden, yanında misâfir getirirse,
bir tokat hak etmiştir. Eve geldiğinde, ev sâhibi, şuraya buyurunuz dediği
zaman, hayır ben şuraya oturacağım diyen kimse ise, iki tokat hak etmiştir.
Yemek yerken de ev sâhibine; "Sen de bizimle berâber yemiyor musun, sen de
yesene." diyen, üç tokadı hak etmiş olur. Çünkü hepsinde söz ve hareketi boş ve
fuzûlîdir.
KERÂMET VE MENKÎBELER
HELÂL VE TEMİZ
RIZK
Bekr bin
Abdullah dâimâ şöyle duâ ederdi:
Yâ Rabbî!
Senin yardımın olmazsa, maksuduma eremem, kötü şeyden nefsimi koruyamam. Ben ve
işlerim senin kudretin altındayız. Sana çok, çok muhtâcız yâ Rabbî!
Allah'ım!
Bizi öyle bir rızıkla rızıklandır ki, onun vâsıtasiyla sana çok şükür
edebilelim. Yâ Rabbî! Her an her yerde sana muhtâcız.
Allah'ım!
Bize rahmet hazînelerinden birini aç. Rahmetinden sonra bize dünyâ ve âhirette
hiç azâb etme. Allah'ım! O geniş ihsânından bize helâl ve temiz rızık ihsân et.
Rızık verdikten sonra bizi, senden başkasına muhtaç eyleme, Allah'ım!
Merhametine ve ihsân ettiğin helâl rızka, ihsânına karşı şükrümüzü artır. Biz
sana muhtâcız. Senin yardımın ve ihsânın ile ancak başkasına muhtâc olmaktan
kurtuluruz."
BEYİTLER
EVLİYÂYI ÇOK
SEVİN
Tâbiîn-i kirâmdan olan bu mübârek zât,
Tesirli sözleriyle, ederdi çok nasîhat.
Haram ve şüpheliden, sakınırdı pek fazla,
Emr-i mâruf yapardı, insanlara ihlâsla.
Derdi ki: "Ey insanlar, yapsanız da çok günah,
Hemen tövbe edin ki, affeder çünkü Allah."
Hak teâlâ Kur'ân'da, buyurur
ki "Ey insan,
Semâyı doldursa da, yaptığın günah isyân,
Tövbe edip, îmânla, gelirsen bana şâyet,
Yaparım ben de sana, yer dolusu mağfiret."
Yine buyuruyor ki Müzenî hazretleri:
"Sevmeye gayret edin, Hak dostu velîleri.
İyi amellerimin, arasında ben bu gün,
O zâtlara sevgimi, görüyorum en üstün."
Yine o buyurdu ki: "Mütevâzi olunuz,
Halk içinde daha çok kıymetli olursunuz."
Arafat'ta vakfeye, durmuştu bu zât yine,
Şöyle düşünüyordu o an kendi kendine;
"Şu hüccâcın içinde, olmasaydım eğer ben,
Hak teâlâ onları, bağışlardı tamâmen."
Buyurdu: "Bir kimseyi, görürseniz ki eğer,
İnsanların aybını, herkese verir haber.
Yâni gıybet ediyor, yapıyorsa nemmâmlık,
Cehennem ateşine, hazırlansın o artık."
Zamânın hükümdârı, çok severdi bu zâtı,
Bir gün teklif etti ki, ülkeye olsun kâdı.
Lâkin o, kâdılığı, kabûl eylemeyince,
Hükümdâr, "olsun" diye, ısrâr etti bir nice.
O zaman hükümdâra, arz etti ki o artık,
"Yemin ediyorum ki, ben yapamam kâdılık.
Bu sözüm doğru ise, durumu eyledim arz,
Yalansa, yalancıdan, zâten kâdı olamaz."
Buyurdu: "Ey insanlar, din, öğüt, nasîhattır,
Ve emri mâruf yapmak, çok kıymetli tâattır."
Bir Cumâ namazında, çok fazlaydı cemâat,
O dahî ediyordu, halka vâz-ü nasîhat.
Buyurdu: Şimdi bana, sorsalar ki: "Ey Bekir,
Şu insanlar içinde, iyileri kimlerdir?"
Derim: "Emri mâruf ve nehyi anil münkeri,
En iyi yapanlardır, en çok kıymetlileri."
Yâni İslâmiyeti, öğrenip kendi önce,
Başkalarına dahî, öğretendir güzelce.
Çünkü bütün yapılan, nâfile ibâdetler,
Bunların sevapları, toplansa hepsi eğer
Allah için gazânın, sevâbının yanında,
Bir damla gibi bile, değildir esâsında.
Yine Allah yolunda, gazâda çarpışmanın,
Allah için harb edip, hattâ şehîd olmanın,
Ecri de, emri mâruf, sevâbına nisbetle,
Bir deryânın yanında, değildir damla bile.
Bütün peygamberlerin, yaptığı tek iş vardı,
Dîni, İslâmiyeti, halka anlatırlardı.
Bu yolda eziyyetler, görselerdi de hattâ,
Yine gevşemezlerdi, onlar bu nasîhatta.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.224
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.1, s.484
3) El-Kâşif; c.1, s.162
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.139
5) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.35
|