BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- 2
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BU KİMDİR?
Behâeddîn-i
Buhârî hazretleri şöyle anlatır: "Bir kış günüydü. Beni bir cezbe hâli kapladı.
Kendimden geçip, kırlarda, sahrâ ve dağlarda, yalın ayak, başı açık gezip,
dolaşmaya başladım. Ayaklarım yarılıp, parçalandı. Bu hâlde iken bir gece hocam
Emîr Külâl ile sohbet etmek arzusu uyandı. Bu arzu ile huzûruna gittim.
Talebeler etrâfında toplanmış, hocam da baş tarafta oturuyordu. İçeri girdim,
aralarına katıldım. Emîr Külâl; "Bu kimdir?" dedi. "Behâeddîn'dir." dediler.
Talebelerine beni meclisten dışarı çıkarmalarını söyledi. Onlar da beni dışarı
çıkardılar. O zaman nefsim son derece azdı ve taşkınlık yapmak istedi. Az kalsın
nefsim, irâdeme gâlip geliyordu. Fakat Allahü teâlânın ihsânıyla, nefsimi
serkeşlikten ve îtirazdan menederek; "Ey nefs!Ben bu horlanmayı Allah için kabûl
ettim. Beni, Allahü teâlâ elbette bundan dolayı mükâfatlandırır." dedim. Sonra
başımı Emîr Külâl hazretlerinin kapısının eşiğine koydum. Sabaha kadar öyle
kaldım. Üzerime kar yağdığı hâlde kalkmadım. Sabah namazı vakti Emîr Külâl,
ayağını kapının eşiğine atınca, karlar arasında kalan başıma bastı. Beni o hâlde
görünce teveccühte bulunup müjde verdi. İçeri alıp teselli ederek ayaklarımdaki
dikenleri mübârek elleriyle çıkardı. Yaralarıma ilâç sürdü. "Oğlum! Bu saâdet
libâsı (elbisesi) ancak sana lâyıktır." buyurdu. Rûhânî feyz, işte bende o zaman
hâsıl oldu. Şimdi, her sabah evimden mescide çıkarken, bir talebemi o hâlde
görmek isterim; fakat şimdi talebe kalmadı. Hepsi şeyh oldu."
ÖYLE ZÂTLAR
VARDIR Kİ!
Behâeddîn
Buhârî hazretleri, bir defâsında Şeyh Seyfeddîn adlı bir zâtın ırmak kenarında
bulunan kabri karşısında kalabalık bir cemâatle sohbet ediyordu. O cemâatte
bulunanlardan bir kısmı, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin tasavvufdaki yüksek
derecesini bilmiyorlardı. Söz, velîlerin hâllerinden açılmıştı. Bir hayli süren
bu konuşmada, evliyânın meşhûrlarından olan Şeyh Seyfeddîn ile Şeyh Hasan-ı
Bulgârî arasında geçen kerâmetler anlatıldı. İçlerinden biri dedi ki: "Eskiden
velîlerin tasarrufu, kerâmeti çok olurdu. Acabâ bu zamanda da onlar gibi
tasarruf ehli var mıdır? "Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki:
"Bu zamanda öyle zâtlar vardır ki, şu ırmağa yukarı ak dese ırmak tersine akmaya
başlar." Bu sözler Behâeddîn Buhârî hazretlerinin mübârek ağzından çıkar çıkmaz,
önlerindeki ırmak ters akmaya başladı. Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî
hazretleri; "Ey su! Ben sana yukarı ak demedim." buyurdu. Irmak tekrar eski yöne
akmaya başladı. Bu kerâmetini o kadar çok kimse gördü ki, bu sebeple çokları
Behâeddîn Buhârî hazretlerinin büyüklüğünü anlayıp, tam bir teslimiyetle ona
bağlandılar ve saâdete kavuştular.
MUHABBET DAĞI
Talebesinden
Emîr Hüseyin anlatır: "Hâce hazretleri bir gece; "Yarın filân dostumu ziyârete
gideceğim, inşâallah on beş güne kadar gelirim." dedi. Sabahleyin talebesi ile
yola koyulup gittiler. O gün Hâce hazretlerinin ayrılığına dayanamayıp, onu
görmek isteği beni kapladı. Hânekâhda benimle bir kişi daha kalmış idi. Akşam
olunca ona; "Korkarım Hâce hazretleri kendilerine olan bu aşırı sevgimi keşf
eder ve şefkat edip, bana acıyıp döner." dedim. Ertesi sabah gördüm ki, hazret-i
Hâce dönüp geldi ve bana heybetle bakıp; "Ben sana demedim mi ki, on beş gün
sonra geleceğim. Sen ise önüme muhabbet dağını sed çektin. Ben o dağı nasıl aşıp
gideyim?" buyurdu. Sonra mübârek yüzünü yanımızdaki talebesine çevirip, buyurdu
ki: "Emîr Hüseyin sana; "Korkarım Hâce hazretleri yoldan döner gelir." demedi
mi?" O da; "Evet." dedi. Hâce hazretleri; "İşte o muhabbet ve arzulardır ki,
önümüze sed çekti." buyurdular. Bunun üzerine Hâce hazretlerinin celâlini
müşâhede ettiğimde, kalbimde büyük bir ürperme zâhir olup, ayaklarına düşüp af
diledim. Onlar da bu âciz hizmetçilerine, merhamet edip affetti ve; "Eğer
maksadın benden ayrılmamak ise, beni seninle düşün. Çünkü ben, senden ayrı
değilim. Bundan sonra, sakın beni senden ayrı sanma!" buyurdular.
Beyt:
"Nerede olursan seninleyim ben,
Kendini sakın, yalnız sanma sen."
ONLAR KİMSEYE
KILIÇ VURMAZ
Behâeddîn
Buhârî hazretleri, kendisine karşı edebsizlik yapan birine kızmayıp, tebessümle
karşıladı. Fakat edebsizlik yapan kimse büyük bir derde düşüp, helâk olacak hâle
geldi. Hatâsını anlayıp tövbe etti. Behâeddîn Buhârî hazretleri bir ara o adamın
evinin önünden geçerken, içeri girip hâlini sordu. "Allahü teâlâ şifâ vericidir,
korkma iyileşirsin." dedi. O kimse bu söz üzerine kalkıp; "Efendim, size karşı
edebsizlik ettim, hatırınızı incittim, beni affediniz." dedi. Bunun üzerine
Behâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki: "Kalbimiz o zaman incindi. Fakat şu anda
gönül aynası tertemiz. İyi bil ki, mürşidlerin, yol göstericilerin kılıcı,
kınından çıkmış yalın bir kılıçtır. Ama mürşid merhamet sâhibidir. Kimseye kılıç
vurmaz. İnsanlardan belâsını arayanlar gelip kendilerini o kılıca vururlar.
EDEB
Behâeddîn
Buhârî hazretleri bir sohbetlerinde buyurdu ki: "Bizim yolumuzdaki kimselerin şu
edebi gözetmesi gerekir: Birincisi; Allahü teâlâya karşı edeptir. Yâni zâhiri ve
bâtını ile tamâmen kulluk içinde olmalı. Allahü teâlânın bütün emirlerini yerine
getirip, yasaklarından sakınması ve Allahü teâlâdan başka her şeyi, mâsivâyı
terketmesidir. İkincisi; Resûlullah efendimize karşı edeb: Bu da iş ve hâllerde
O'na uymaktır. Üçüncüsü; hocasına karşı edeb: Çünkü kendisinin Peygamberimize
uymasına, hocası vâsıta olmuştur. Bu bakımdan, hocasını hiçbir zaman
unutmamalıdır."
NEYLEYELİM Kİ
NASÎBİN YOKMUŞ
Behâeddîn
Buhârî hazretleri, bir defâsında Buhârâ'da Gülâbâd mahallesinde bir dostunun
evinde, talebeleri ile sohbet ediyordu. Talebelerinden Molla Necmeddîn'e dönüp;
"Sana ne söylersem, sözümü tutup söylediğimi yapar mısın?" dedi. Molla Necmeddîn,
"Elbette yaparım efendim." dedi. "Eğer bir günah işlemeni söylesem yapar mısın?
Meselâ hırsızlık yap desem yapar mısın?" dedi. Bunun üzerine MollaNecmeddîn;
"Mâzur görünüz efendim, hırsızlık yapamam." dedi. "Mâdem ki bu hususdaki
isteğimizi kabûl etmiyorsun, meclisimizi terket!" buyurdu. Molla Necmeddîn bunu
duyunca, dehşet içinde kalıp, olduğu yere düştü ve bayıldı. Orada bulunanlar
Behâeddîn Buhârî hazretlerine yalvarıp, onun affedilmesini istediler. Kabûl edip
affetti. Molla Necmeddîn de kendine gelip kalktı. Bundan sonra hep berâber o
evden dışarı çıktılar, Dervâze-yi Semerkand (Semerkand Vâdisi) denilen tarafa
doğru gittiler. Behâeddîn Buhârî hazretleri yolda giderlerken, bir ev duvarı
gösterip talebelerine dedi ki:
"Bu duvarı
delin, evin içinde falan yerde bir çuval kumaş vardır. Onu alıp getirin."
Talebeleri bu emre uyup, duvarı yardılar. Kumaş dolu çuvalı buldular ve çıkarıp
getirdiler. Sonra bir köşeye çekilip bir müddet oturdular. Bu sırada bir köpek
sesi işitildi. Behâeddîn Buhârî hazretleri, talebesi Molla Necmeddîn'e; "Bir
arkadaşınla gidip evin etrâfına bakın ne vardır?" dedi. Gidip baktılar ki, eve
hırsızlar gelmiş, başka bir duvarı yarıp evde ne varsa almışlar. Gidip bu durumu
Behâeddîn Buhârî hazretlerine haber verdiler. Talebeler bu hâle şaştılar. Sonra
tekrar talebeleri ile birlikte önceki misâfir oldukları eve döndüler.
Sabahleyin, gece o evden aldırdığı kumaş dolu çuvalı sâhibine gönderdi.
Talebelerine; "Gece buradan geçerken, bu malınızı alarak hırsızların çalmasına
mâni olduk, bu malınızı hırsızlardan kurtardık." demelerini tenbih etti. Onlar
da götürüp sâhibine teslim ederek durumu anlattılar. Behâeddîn Buhârî, bundan
sonra talebesi Molla Necmeddîn'e dönüp;
"Eğer sen
emrimize uyup da bu hizmeti yapsaydın, sana çok sırlar açılacak ve çok şey
kazanacaktın. Neyleyelim ki, nasîbin yokmuş." dedi. Molla Necmeddîn ise,
yaptığına çok pişmân olup, yanıp yakındı.
BEHÂEDDÎN'E UY!
Âlimlerden
biri, Behâeddîn Buhârî'nin talebelerinden bir grupla Irak'a gitti. O anlatır:
"Yolda Semnân şehrine varınca, burada ismi Seyyid Mahmûd olan, mübârek bir
kimsenin bulunduğunu ve hocamızı çok sevenlerden olduğunu duyduk. Topluca onun
ziyâretine gidip, hocamıza bağlılığının sebebini sorduk. Dedi ki:
"Resûlullah
efendimizi rüyâda gördüm. Çok güzel bir yerdeydi. Yanında heybetli bir zât
vardı. Ben, Resûlullah'a tevâzu ve edeb ile yaklaşıp; "Sohbetinizle
şereflenemedim, bereketli zamânınızda ve huzûrunuzda bulunamadım, bu büyük ve
eşsiz saâdeti kaçırdım, şimdi ne yapayım?" diye arz ettim. Bana; "Bereketime ve
beni görmek fazîletine kavuşmak istersen, Behâeddîn'e uy!" buyurdu. Sonra
yanında duran mübârek zâtı işâret etti. Bundan önce Behâeddîn Buhârî'yi görmemiş
idim. Uyanınca, ismini ve şeklini, şemâilini bir kitabın üstüne yazdım. Uzun
zaman sonra, bir manifaturacı dükkânında oturuyordum. Nûrlu ve heybetli bir zât
gördüm. Geldi ve dükkânda oturdu. Yüzünü görünce, o simâyı hatırladım. Birden
bende büyük bir hâl ve değişme oldu. Kendimi toparlayınca, evime gelip
şereflendirmesini ricâ ettim. Kabûl buyurdu. Kalktık, o önde ben arkalarında
yürüdük. Bizim eve gelinceye kadar, hiç dönüp bana bakmadı. Ondan gördüğüm ilk
kerâmet buydu. Çünkü o, bizim evin nerede olduğunu, daha önceden bilmiyordu.
Doğruca bizim eve gitti. Sonra kütüphânemin bulunduğu odaya girdi. Çok kitabım
vardı. Elini uzatıp bir kitap çıkardı. Bana uzattı ve;
"Bu kitâbın
üzerine ne yazdın?" buyurdu. Bir de ne göreyim. Yedi sene önce gördüğüm ve
târihini yazdığım rüyâ orada yazılı idi. Bu kerâmetlerinden, daha ilk anda bende
büyük bir hâl hâsıl oldu. Kendime gelince, bana lutf ile mukâbele edip, beni
talebeliğe kabûl buyurdu ve kapısında hizmet edenlerin saâdeti ile
şereflendirdi."
BEYİTLER
KOKUSUNU
DUYUYORUM
Evliyâ-i kirâmın, en büyüklerindendir,
İnsanların kalbine, nûr salıp etti tenvîr.
"Seyyid Emîr Külâl'in, talebesidir bu zât,
Kararmış olan kalpler, onunla buldu hayat.
Seyyid olup, Resûl'ün, kerîm evlâdındandır,
Dînin yayılmasında, pekçok hizmeti vardır.
Bin üç yüz on sekizde, teşrîf etti dünyâya,
Yetmiş üç yaşındayken, göçtü dâr-ı bekâya.
Buhâra'da bir belde, var ki Kasr-ı Ârifân,
Kabri bu yerde olup, nûr saçılır oradan.
Bu büyük zât, dünyâya, gelmişti bu beldede,
Hem vefâtları dahi, oldu yine bu yerde.
O, dünyâya gelmeden, duyulmadan hiç adı,
Onun geleceğini, müjdeledi üstâdı.
Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî'ydi ki o zât,
Ondan saçılıyordu, dünyâya her füyûzât.
Ne zaman geçse idi, o, Kasr-ı Ârifân'dan,
Derdi: "Bana bir koku, geliyor ki buradan,
Zuhûr eder bu yerde, çok büyük bir evliyâ
Kararmış gönülleri, nûruyla eder ihyâ."
Gelince başka bir gün, bu bereketli yere,
Buyurdu ki: "O koku, fazlalaşmış bu kere.
Öyle zannederim ki, o, dünyâya gelmiştir,
Büyüyüp yetişince, İslâma kuvvet verir."
Böyle söylediğinde, hakîkaten o velî,
Henüz üç gün olmuştu, o dünyâya geleli.
Babası, kucağına, alarak bu oğlunu,
Bu büyük evliyâya, götürdü o gün onu.
O zât onu görünce, sevinip buldu huzur,
Buyurdu: "O dediğim, evliyâ işte budur.
Zaten ben, her ne zaman, geçseydim bu beldeden,
Alırdım kokusunu, bu büyük zâtın hemen.
Bu defâ gelirken de, bu koku geliyordu,
Hattâ biz yaklaştıkça, ziyâdeleşiyordu.
Düşündüm ki "Doğmuştur, dediğim o büyük zât,"
O koku, bu yavrudan, geliyor işte bizzât.
Size müjde olsun ki, işte o, bu bebektir,
Bu, ilerde çok büyük, bir zât olsa gerektir."
Daha sonra şefkatle, bağrına bastı onu,
Buyurdu: "Evlatlığa, kabûl ettik biz bunu."
Sonra Emîr Külâl'e, dedi: "Bu, benim oğlum,
Bunun yetişmesini, sana ısmarlıyorum."
Büyüyüp tâbi oldu, o da Emîr Külâl'e,
Ondan feyiz alarak, erişti tam kemâle.
O, henüz çocuk iken, evliyâlığa âit,
Alnında işâretler, görünürdü her vakit.
Annesi anlatır ki: "Bu oğlum Behâeddîn,
"Kerâmet" sâhibiydi, dört yaşındayken hemin.
Evimizde bir inek, vardı yavrulayacak,
Doğurmasına daha, bir müddet vardı ancak.
Bir gün bana dedi ki, ineği göstererek;
"Beyaz başlı bir yavru, doğuracak bu inek."
Birkaç ay geçmişti ki, o günden îtibâren,
Beyaz başlı buzağı, doğurdu inek aynen."
KAYNAKLAR
1) Makâmât-ı Muhammed Behâeddîn Nakşibend (Selâhüddîn ibni
Mübârek el-Buhârî)
2) Reşahât; s.78
3) Hadîkat-ül-Evliyâ; s.44
4) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.144
5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.990
6) Mu'cem-ül-Müellifîn
7) Kâmûs-ul-A'lâm; c.2, s.1412
8) Hadâik-ul-Verdiyye; s.125
9) Mektûbât (İmâm-ı Rabbânî); c.3, 123. Mektub
10) Nefehât-ül-Üns; s.418
11) Rehber Ansiklopedisi; c.16, s.33
12) El-Hadâikü'l-Verdiyye
13) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; c.1, s.439-459
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.16-55
|