|
BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
Hindistan'ın
büyük velîlerinden. Doğum târihi ve yeri belli değildir. Hayâtı hakkında fazla
bir bilgi yoktur. Vefât târihi de kesin belli olmayıp on birinci asrın
ortalarında vefât ettiği tahmin edilmektedir.
Bedî'uddîn
Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine talebe olmadan önce memurluk yapıyordu.
Zaman zaman hazret-i İmâm'ın yâni İmâm-ı Rabbânî'nin sohbetlerini dinlemeye
giderdi. Bu sırada bir kıza âşık oldu. Sâlih amelleri yapmak, haramlardan
kaçınmak gibi mühim amellere pek dikkat etmiyordu. Hazret-i İmâm, ona; "Bedî'uddîn,
niçin namaz kılmıyorsun ve günahlardan sakınmıyorsun?" buyurdu. O da;
"Çoklarından böyle nasîhatler dinledim. Eğer bu hususta teveccüh buyurursanız ve
beni bu hâlden teveccüh ve tasarrufla kurtarırsanız, buyurduklarınızı
yapabilirim, yoksa bana nasîhat tesir etmiyor." diye arzetti. Bir an teveccüh
edip; "Yarın bu niyet ve emniyetle buraya gel." buyurdu. Ertesi gün, çok sevdiği
kız onlara misâfir geldi. Onunla konuşmaya dalıp, hazret-i İmâm'a gidemedi.
İki-üç gün sonra İmâm-ı Rabbânî'nin sohbetine gitti. Buyurdu ki: "Verdiğin sözü
tutmadın. Ama mâdem ki bugün geldin, yine iyi ettin. Git abdestini yenile, iki
rekat namaz kıl ve yanıma gel." Buyurdukları gibi yaptı. Onu husûsî odalarına
götürdü ve teveccüh buyurdu. Kendinden geçip yere yıkıldı. O hâlde onu kaldırıp
eve götürdüler. Bir gün bir gece sonra kendine geldi. Kalbini yoklayınca, o
tutkunluktan bir iz kalmadığını gördü. Kalbini temizlenmiş, belki bütün tutulma
ve bağlardan kopmuş buldu. Bundan sonra hocasının sohbetlerine devâm etti. O
istekler hazînesinin yüksek teveccühlerinin bereketi ile sonsuz yükselme ve
derecelere kavuştu.
Bedî'uddîn
Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine memuriyeti bırakıp, hep hizmetinizle
şerefleneyim diye arz ettiğinde; "Bu sefer bırakma." buyurdu. Ne kadar ayrılmayı
söylediyse râzı olmadılar. Bir ara yıllık izne ayrılmıştı. Saltanat merkezi
Ekberâbâd'dan ayrıldığı ilk gün, Burhânpûr'a gidinceye kadar, her gün sabahtan
akşama kadar, hocası hazret-i İmâm'ı yanında görürdü. Gelirler, insanlar
arasında onun elini tutup kenara çekerler ve terbiye ederlerdi. Bu günlerde
hiçbir gün ve hiç bir zaman ondan ayrılmadılar.
Bedî'uddîn
Sehârenpûrî Ecbin'e gittiğinde, kâfirlerin râhiplerinden istidrâc ehli olup,
zamânın pâdişâhının ve emirlerinin kendisine îtikâdı olduğu ve görmeye
gittikleri Ecyed Rub Çükî'ye adlı biri vardı. Devlet ileri gelenleriyle birlikte
onu görmeye gitti. Râhip onu görür görmez; "Ey Bedî'uddîn! Bugün dünyâda
kendisinden daha büyük velî bulunmayan hocanı bırakıp da böyle nereye geldin?"
dedi. "Sen onu nereden biliyorsun?" diye sorunca; "Bu asırda senin hocan
gibisinin bulunmadığı bana keşf ve mâlum oldu." dedi. Bunun üzerine; "Mâdem ki
öyledir, sen niçin onun hizmet ve sohbetine gitmiyorsun?" dedi. "Ben kendi
dînimde olgunlaşmışım, ona ihtiyâcım yoktur." cevâbını verdi ve küfründe ısrâr
etti.
Bir gün
Allahü teâlânın ismini anarken bir anda kendini Resûl-i ekremin sohbetinde
gördü. Birisi; "Yâ Resûlallah! Siz kuşluk namazını kılarmısınız, yoksa, kılmaz
mısınız?" diye suâl etti. Cevap vermediler. Bedî'uddîn Sehârenpûrî arzetti ki:
"Yâ Resûlallah! Meyân Şeyh Ahmed (yâni İmâm-ı Rabbânî hazretleri) bu namazı
kılıyor. Onun hâli öyledir ki, sizin yapmış olduğunuz her ameli yapar." Resûl-i
ekrem efendimiz biraz murâkabeden sonra, mübârek başlarını kaldırıp; "Meyân Şeyh
Ahmed'in yaptığı her amel haktır, doğrudur ve bizim amelimizin aynıdır. Biz de
bu namazı kılıyoruz." buyurdular.
Ne zaman
Serhend'e mübârek hocasının huzûruna gitse kendiliklerinden buyururlardı ki:
"Sen şu hâldesin, bundan sonra şöyle şöyle olacak."Gerçekten buyurdukları gibi
vâki olurdu. Dâimâ ona hâllerini söyler, bu yolda ilerlemesini sağlar ve kontrol
ederdi.
Bir gün bir
tanıdığın ricâsı ile, kendisinden dîne muhâlif bâzı sözler duyulduğu için,
hazret-i İmâm'ın yâni İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kırgın olduğu bir şeyhin
kabrini ziyârete gitti. Ama hem gidiyor, hem de hazret-i İmâm'ı incitip,
kendisine darılacaklarından korkuyordu. Kabrin başına oturduğu sırada, yırtıcı
bir arslanın kabristanın etrâfında dolaştığını gördü. O korku ve dehşetle
arslana bakarken, gördü ki, arslanın gözleri, hazret-i İmâm'ın gözleri; arslanın
yüzü, tamâmen hazret-i İmâm'ın yüzü gibidir. Üzerinde büyük bir kızgınlık hâli
vardı. Hocasını hiç görmediği bir öfke hâli ile görünce, heybetinden titreyerek
kalktı ve oradan uzaklaştı. Vakit geçirmeden tövbe etti.
İmâm-ı
Rabbânî hazretleri, Bedî'uddîn Sehârenpûrî'ye icâzet verip, memleketine
gönderince, dostlarından biri onu yolcu etmek için şehrin dışına kadar gitti.
Aklına; "Babam öleli bir müddet zaman geçti. Bedî'uddîn hazretlerine babamın
hâlini sorayım, azabda mı, yoksa nîmette midir?" diye geldi.Bedî'uddîn kuşluk
namazı için hayvanından inince, o bu düşüncesini arz etti. Bir müddet başını
eğdi ve sonra; "Şu heyet ve kıyâfette bir şahıs göründü. Gâyet beyaz elbise
giyiyordu. Hâlini sordum: "İyiyim, bana yüksek makâm verdiler." dedi. "O
makâmdan buraya gelmek istemezdim, ama siz çağırınca ister istemez geldim."
buyurdu. Şeyh Bedî'uddîn'in ona târif ve tavsîf ettiği şahıs o zâtın babası idi.
Hâlbuki Şeyh Bedî'uddîn babasını hiç görmemişti ve tanımazdı.
Bedî'uddîn
Sehârenpûrî senelerce İmâm-ı Rabbânî'nin hizmetinde ve sohbetinde bulundu. Çok
derece ve hâller, makam ve mertebelere erişip, kemâl sâhibi oldu. İcâzetle
şereflenip, yurduna gitti ve Hak tâliblerini terbiye etmek ve yetiştirmekle
meşgûl oldu. Sohbetlerinde o ekseriyâ hazret-i İmâm'ın hârika ve
kerâmetlerinden, güzel ifâde ve tatlı sözlerinden anlatırdı. İlmiyle amel
edenlerin en önde gelenlerinden olup, dünyâya hiç meyletmez, haramlardan çok
sakınırdı. Sohbeti hoş, sözleri çok tatlı idi.
Bedî'uddîn
Sehârenpûrî'nin, hocasıİmâm-ı Rabbânî hazretlerine gönderdiği mektûbdan bir
kısmı şöyledir:
"Hizmetçilerinizin en aşağısı Bedî'uddîn'in yüksek huzûrlarınıza arzıdır.
Peygamber efendimizden husûsî müjdeler alıyorum. Çok nasîhatler ediyorlar. Bir
gün; "Sen Hindistan'ın ışığısın." buyurdular ve daha çok ibâdet etmemi
emrettiler." Hazret-i İmâm buna cevap olarak birkaç satırlık şu mektubu
yazdılar.
"Allahü
teâlâya hamd olsun. Sevdiği, seçtiği kullara selâmlar olsun. Kıymetli
mektûbunuzu okumakla şereflendik. Bu vâkıalar müjdecidirler ve te'vil edilmeleri
lâzımdır. Ne kadar te'vil olunurlarsa o kadar nûrlu oluyorlar. Yâ Rabbî! Bizim
nûrumuzu tamamla. Sen her şeye kâdirsin. Mâdem ki amelin, ibâdetin arttırılması
ile emr olundunuz, elinizden gelebildiği kadar amel ve ibâdet ediniz. Çünkü, bu
dünyâ ibâdet yeri, iş yeridir. Allah, işlerinizde yardımcınız olsun."
Bedî'uddîn
Sehârenpûrî'nin hazret-i İmâm'a gönderdiği şu mektubu da hâlinin ve kemâlinin
yüksekliğini, istikâmette olduğunu, kötülük yapmak isteyenlerin cefâlarına
sabrettiğini bildirir.
"Yüksek
dergâhınızın hizmetçilerinin en aşağısı olan Bedî'uddîn'in, yüksek makâmınıza
arzıdır. Bu zavallının hâlleri teveccühlerinizin bereketiyle istikâmettedir.
İşlerin yapılmasında bir gevşeklik olmuyor. Bütün ümidim, hayâtımdan kalan şu
birkaç günlük zamanda da, hazretinizin ihsân nazarlarına kavuşmaktır. Çoğu zaman
vâki olacak bâzı hâdiseler vukû gelmeden evvel bildiriliyor. Bir teşebbüsle
değil, kendiliğinden oluyorlar. Gayb âleminden öyle müjdeler veriliyor ki,
bunları ancak huzûrunuzda arzedebilirim.
Kabir ve
âhiret hâllerini açık olarak haber veriyorlar. Bütün bunlar, yüksek dergâhınızın
sadakalarıdır. Yoksa, bu kâbiliyetsiz zavallının, bu arzettiğim şeylerle ne
ilgisi, bu yüksek makâmlarla ne münâsebeti vardır? Ey kalbimin sevgilisi!
Hazretinizin teveccühü ile müşâhede makâmına kavuştum. Bütün arzûm bir kere
cihânın efendisi olan Peygamber efendimizin cemâlini görmek ve kemâlâtından bir
şûleye kavuşmaktı. Allahü teâlânın ihsân ve ikrâmı ile, bir gece teheccüd
namazından sonra, beni bu devlete kavuşturdu. Bu makâmın hazret-i Gavs-üs-Sekaleyn'e
bağlı olduğu, onların vâsıta ve vesîlesi olmaksızın o dergâha ulaşmanın zorluğu
Peygamber efendimize tam uyan en büyük velîler hâriç, bu makâmın nûrlarından
kimsenin alamayacağı bildirildi. Muhterem efendim! Bu cihânda hazretinizden
başka terbiye edicim yoktur. Dâimâ Allahü teâlâdan, bu istidâdsızın ve
kâbiliyetsizin, Allah yolunda bulunanları severek ve onların dergâhında hizmetçi
olarak yaşamasını, bu şartlar altında ölmesini ve haşr olmasını, sevgili
Habîbinin hürmetine yalvararak duâ ediyorum."
İmâm-ı
Rabbânî hazretlerinin, Bedî'uddîn Sehârenpûrî'ye yazdığı bir mektup aşağıdadır:
Allahü
teâlâya hamd olsun. O'nun seçtiği iyi insanlara selâm olsun! Kıymetli mektubunuz
geldi. O taraflarda, iki korkunç hâdise başladığını, birinin tâûn vebâ
hastalığı, ötekinin de kaht, kıtlık, gıdâ maddelerinin azlığı olduğunu
yazıyorsunuz. Allahü teâlâ, bizi ve sizi belâlardan korusun. Hepimize âfiyet
versin!
Bu büyük
sıkıntı arasında, gece gündüz ibâdet ve murâkabe etmekteyiz. Kalbimiz her ân
O'nun iledir yazıyorsunuz. Bunu okuyunca Allahü teâlâya hamd eyledik, şükr
ettik. Böyle zamanlarda dört "Kul"u çok okuyunuz!(Yâni Kul yâ eyyühel kâfirûn ve
Kul hüvallahü ve Kul e'ûzüleri okuyunuz! Cinnin ve insanların şerrinden korur.)
Erkeklerin
kefeni, üç parça olmak sünnettir. Sarık sarmak bid'at olur. "Ahdnâme" denilen
(suâl meleklerine verilecek cevapları ve duâ ve istigfâr) yazılı kâğıdı, kabre
koymamalıdır. Mübârek yazıların, isimlerin, meyyitin pislikleri ile karışmasına
sebeb olur ve (dînin dört delîlinden) bir sened ile bildirilmemiştir.
Mâverâünnehr (Aral gölüne akan Seyhûn ve Ceyhûn nehirleri arasındaki şehirler)
âlimleri, böyle bir şey yapmamıştır. Meyyite kamîs yerine, bir âlimin gömleğini
giydirmek iyi olur. Şehîdlerin kefenleri, elbiseleridir. (Silâh yarası alarak
ölen şehîdler yıkanmaz ve kefenlenmez. Muhârebede yara almadan ölen ve sulhda,
sârî hastalık ve âfetlerle ölenler, şehîd sevâbı kazanırsa da, bunlar yıkanır ve
kefenlenir). Ebû Bekr-i Sıddîk; "Beni, bu iki çamaşırım ile kefenleyiniz."
buyurmuştu.
Kabirdeki
hayât, bir bakımdan, dünyâ hayâtına benzediği için, meyyit
terakkî eder, derecesi yükselir. Kabir hayâtı, insanlara göre değişir. Hadîs-i
şerîfte; "Peygamberler,
(aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar. buyruldu. Peygamberimiz mîrâc
gecesinde, Mûsâ aleyhisselâmın kabri yanından geçerken, mezarda namaz kılarken gördü. O ânda göğe çıkınca, Mûsâ aleyhisselâmı gökte
gördü.Kabir hayâtı, şaşılacak bir şeydir. Bu günlerde, merhûm büyük oğlum
(Muhammed Sâdık) dolayısı ile, kabir hayâtına bakarak, şaşılacak gizli şeyler
görülüyor. Bunlardan az bir şey bildirsem, akıl ermez. Fitnelere, karışıklığa
sebeb olur. Cennetin tavanı, Arş'dır. Fakat kabir de, Cennet bahçelerinden bir
bahçedir. Akıl gözü bunu göremiyor. Kabirdeki şaşılacak şeyler, başka bir gözle
görülüyor. Yarım yamalak da olsa, inanmak, azâbdan kurtulmağa sebeptir. Fakat, o
güzel kelimenin (Kelime-i tevhîd) Hak teâlâ tarafından kabûlü için (dünyâda
dînin emirlerine uymak), sâlih emirleri işlemek lâzımdır.
Ölmemek
için, vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak büyük günahtır. Muhârebede, düşman
karşısından kaçmak gibidir. Vebâ bulunan yerden kaçmayıp sabr eden kimse,
ölünce, şehîdlerin sevâbına kavuşur. Kabir sıkıntısı çekmez. Sabr eden kimse,
ölmezse, gâziler sevâbına kavuşur. Arabî beyt tercümesi:
Rabbim öl deyince, ölmeği severim,
Mevte çağırana safâ geldin derim.
KAYNAKLAR
1) Zübdet-ül-Makâmât; s.346
2) Hadarât-ül-Kuds; s.334
3) Tezkire-i İmâm-ı Rabbânî; s.326
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.953
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.205
|
|