ÂRİF-İ RİVEGERÎ
Peygamber
efendimizden sonra insanlara doğru yolu gösteren âlimler silsilesinin onuncusu.
Buhârâ'ya 30 km uzaklıkta bulunan Rivger köyünde dünyâya geldi. Doğum târihi
1067 (H.560) olarak rivâyet edilmekte ise de kesin bilinmemektedir. 1315 (H.715)
târihinde vefât etti.
Küçük yaşta
medrese tahsîline başladı. Zekâ ve kavrayışının parlaklığı sebebi ile ilmî
mertebeleri hızla geçti. Bu esnâda ilim ve hikmet sâhibi, ibâdet şartlarını harf
harf yerine getiren, insanlara doğru yolu göstermede zamânın kutbu Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretleri ile tanıştı ve bütün dünyâsı değişti. Daha ilk günde ebedî
saâdet tâcının başına konduğunu hissetti. Derhâl kendisine bağlandı, vefâtına
kadar hiç ayrılmadı.
Hocası ilk
sohbetinde ona şöyle dedi: "Hak yolcusu bir sâlik, talebe, vaktinin, zamânının
değerini gâyet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler bir bir geçip giderken
kendisinin ne hâlde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şâyet geçen bir an içinde,
huzurlu olduysa, bunu şükür gerektiren bir hâl bilmeli. "Allah'ıma şükürler
olsun." demelidir. Eğer gafletle geçip gitmiş ise, hemen onu telâfî etme yoluna
gitmeli, yüce Yaratana nefsânî mâzeretini bildirip ondan bağışlanmasını
dilemelidir..."
Ârif-i
Rivegerî, Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin hayatlarında yüksek hizmet ve
huzûruna devâm ile meşhûr olup pekçok feyz ve bereketlere kavuştu. Yüksek
üstadının vefâtından sonra onun yerine Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunu
insanlara öğretme işine memur oldu. Himmet, inâyet ve gayretlerini Allahü
teâlâyı arayanlara sarfeyledi.
Pekçoğunun
hidâyete ve evliyâlık makamlarında yüksek derecelere kavuşmalarına vesîle oldu.
Zamânının bir tânesi idi. Herkese çok iyi ve yumuşak davranır, kimsenin kalbini
kırmazdı.Nefsinin istediklerini hiç bir zaman yapmaz, istemediklerini yapmak,
rûhunu yükseltmek için çok çalışırdı. Haramlardan şiddetle kaçar, hattâ harama
düşmek korkusu ile mübahların fazlasını terkederdi. Geceleri vaktini hep
ibâdetle, gündüzleri talebe okutmakla geçirir, sünnet olduğu için; gündüz
öğleden önce bir mikdâr kaylûle yapardı, yâni biraz uyurdu. Peygamber
efendimizin sünnet-i seniyyesini çok iyi bilir, onun unutulmaması için
nasîhatlerinde üzerinde durur, târif ederdi. Sünnet-i şerîflerin yaşanması için
çok gayret gösterirdi. Her sohbetine; "Cenâb-ı Hak bizleri, hepimizi dünyâ ve
âhiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan
Resûlullah efendimize tâbi olmak saâdetiyle şereflendirsin! Çünkü cenâb-ı Hak,
O'na tâbi olmayı, O'na uymayı çok sever. O'na uymanın ufak bir zerresi bütün
dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhiret nîmetlerinden daha üstündür. Hakîkî
üstünlük, O'nun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır. Ârif-i Rivegerî
hazretlerinin bu gayretlerine karşılık cenâb-ı Hak, büyük makamlar ihsân etti.
Uzun bir ömür yaşadı. 1315 (H.715) senesinde Rivger'de vefât etti. Kabri
oradadır. Ziyâret edenler, onun feyz ve bereketlerine kavuşmaktadır. Onu vesîle
ederek Allahü teâlâya yapılan duâlar kabûl olmaktadır.
BEYİTLER
DÜNKÜ GÜNAHINA TÖVBE ET!
Evliyâ-ı kirâmdan, şânı büyük bir velî,
İlmiyle
insanlara, oldu çok fâideli.
Aslen
Buhâralıdır, Rivgir'de doğdu fakat,
Uzun
bir ömür sürüp, o yerde etti vefât.
Başladı
küçük yaşta, din ilmini tahsîle,
Zâhirî
ilimlere, çalışırdı zevk ile.
Hocası
çok sever ve takdîr ederdi onu,
Bilirdi
onda büyük, bir cevher olduğunu.
O yerde
Abdülhâlık Goncdüvânî nâmında,
Çok
büyük bir velî de, var idi o zamanda.
Lâkin
"büyük" bilmezdi, önceden kendisini,
Ve
başka hocalardan, alırdı hep dersini.
Bir gün
Abdülhâlık-ı Goncdüvânî'yi gördü,
Çarşıdan erzak almış, evine dönüyordu.
Baktı
ki taşıdığı, çantası ağır gâyet,
Kalbinde bu velîye, duydu büyük muhabbet.
Yükünü
taşımakta, bir yardım etmek için,
Edeble
yaklaşarak, istedi ondan izin.
Hazret-i Abdülhâlık, onun bu teklîfini,
Derhal
kabûl ederek, verdi elindekini.
Berâber
yürüyerek, geldiler eve kadar,
Orada
muhabbetle, etti ona bir nazar.
Buyurdu
ki: "Evlâdım, bir saat sonra yine,
Bekliyorum seni ben, bu öğlen yemeğine."
"Peki
efendim" deyip, ayrıldı ondan, fakat,
O anda
kalbi sanki, yeniden buldu hayat.
Onu
gördükten sonra, bir başka oldu hâli,
Zîrâ
kaplamış idi, onu aşk-ı ilâhî.
Bir
saat sonra tekrar, geldi yine o zâta,
Berâber
yemek yiyip, kavuştu iltifâta.
O kadar
bağlandı ki, bu mübârek velîye,
O
günden sonra artık, gitmedi medreseye.
Çünkü
aradığını, bulmuş idi o artık,
Hiçbir
şey görmüyordu, olmuştu ona âşık.
Zîra
onun kalbinden, feyz ve nûrlar, o zaman,
Artık
bunun kalbine, akıyordu durmadan.
Lâkin
o, medreseye, gitmediğinden sebep,
Evvelki
hocaları, kızarlardı ona hep.
Ve
hattâ bir tânesi, çok baskı yapıyordu,
Ağır
sözler söyleyip, hakâret ediyordu.
Bir gün
eski hocası, rastladı ona yine,
Hakâretler ederek, dedi: "Dön mektebine!"
Hâlbuki
bir gün evvel, mümine yakışmayan,
O bir
günah işleyip, olmuştu sonra pişman.
Ârif-i
Rîvegerî, üstün firâsetiyle,
Anlayıp, şöyle dedi, ona kırık kalbiyle:
"Efendim, siz benimle, uğraşacağınıza,
Oturup
tövbe edin, dünkü günâhınıza."
O bunu
işitince, eyledi çok taaccüb,
Günâhını düşünüp, utandı, oldu mahcûb.
Bildi
bu talebenin, yüksek kerâmetini,
Anladı
bu hâlinin, nereden geldiğini.
O da
Abdülhâlık-ı Goncdüvânî'ye gidip,
Oldu
bir talebesi, yanında tövbe edip.
Bu velî
göç edince, âhiret âlemine,
Ârif-i
Rîvegerî, geçti onun yerine.
KAYNAKLAR
1)
Reşehât (Osmanlıca); s.51
2)
Reşehât (Arabî); s.35
3)
Hadâik-ül-Verdiyye; s.119
4) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.987
5)
Nefehât-ül-Üns; s.413
6)
Hadîkat-ül-Evliyâ; s.28
7) El-Behcet-üs-Seniyye;
s.16
8)
İrgâm-ül-Merîd; s.52
9)
Hâcegân Hânedânı; s.27
10)
Nesâyimü'l-Mehabbe; s.233
11)
Sefînetü'l-Evliyâ; c.2, s.7
|