|
AHMED-İ TİCÂNÎ
Tîcâniyye
tarîkatının (yolunun) kurucusu. İsmi, Ahmed bin Muhtâr, künyesi, Ebü'l-Abbâs'dır.
1737 (H.1150) senesinde Cezâyir'in güneyinde Ayn-ı Mâdî denilen yerde doğdu.
Seyyiddir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek
soyundandır. Dedelerinden Seyyid Muhammed, Ayn-ı Mâdî'ye yerleşip, Berberî
kabîlelerinden biri olan Tîcânlılardan bir kadınla evlenmişti. Bu soydan geldiği
için Ebü'l-Abbas Ahmed'e Ticânî denildi. Ahmed Ticânî 1815 (H.1230)'de Fas'da
vefât etti. Kabri buradadır. Soyu, oğulları Muhammed Kebîr ve Muhammed Habîb ile
devam etti. Mâlikî mezhebindeydi.
Dindâr bir
âile ocağında yetişen Ahmed Ticânî'ye, Allahü teâlâ, parlak bir zekâ, zihin
açıklığı ve din gayreti ihsân etti. Yedi yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi.
Yirmi yaşına varmadan dînî ve edebî ilimleri öğrendi. Peygamber efendimizin
sallallahü aleyhi ve sellem mübârek işlerini ve sözlerini içerisinde toplayan
Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim ile Malîkî mezhebine ait din bilgilerini
anlatan Muhtasar adındaki fıkıh kitabını ezberledi.
Yirmi yaşına
gelince ihlâsa (herşeyi Allah rızası için yapma) kavuşma yollarını öğreten
tasavvufa meyletti. Bu arada, talebelere ders okutur, sorulan suallere doyurucu
cevaplar verirdi. İlimde olduğu gibi ibâdetlerde, Allahü teâlânın beğendiği
işleri yapmakta, O'nu anıp, hatırlamakta da pek gayretli idi. Genç yaşta yüksek
hallere ulaşma nîmetine kavuştu.
Sonra, âlim
ve velîlerle görüşüp, onlardan istifâde için pek çok yolculuk yaptı. Görüştüğü
kimseler kendisine ileride büyük derecelere kavuşacağını müjdelediler. Önce; Ebû
Muhammed Tayyîb bin Muhammed, Ahmed Sakîlî ile Muhammed Zebîbî Vâncelî ile
karşılaştı. Muhammed Zebîbî Vâncelî'nin onu gördüğünde ilk sözü; "Sen ilerde
yüksek bir mertebeye kavuşursun." oldu. Abdullah bin Arabî; "Allahü teâlâ senin
elinden tutar." buyurup, bu sözünü üç defa tekrarladı. Ebü'l-Abbâs Ahmed Tavvâş
ise, halveti (yalnızlığı), zikri, (Allahü teâlâyı anmayı, hatırlamayı) tavsiye
etti. "Sabret, kalp gözün açılır." dedi. Bilâhare Sahrâ denilen yere gelip, beş
sene kaldı. Sonra Tilmsân'a geçti. Tefsîr ve hadîs dersleri verdi. Bu sırada
bütün himmet ve gayreti, Allahü teâlâ ile beraber olmak, dâimâ O'nu anıp,
hâtırlamak, O'ndan başkasını unutmak oldu. Bu sebeble insanlardan ve onların
arasına karışmaktan uzak durdu. Sonra hacca gitmek Resûlullah efendimizi
sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret etmek niyeti ile yola çıktı. Cezâyir
yakınlarında Ezvâvâ denilen yere gelince, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdurrahmân
Ezherî'nin adını duydu. Gidip onunla görüştü. Ondan Halvetiyye tarîkatının
yolunu öğrendi. Zikirler, tenhâda, insanlardan uzak ve yalnız yapıldığı için bu
tarîkata Halvetiyye denmiştir. Allahü teâlânın yedi ism-i şerîfini usûlüne göre
söylemek, kalb temizliği, "La ilâhe illallah" sözünü dilden düşürmemek, devamlı
Allahü teâlâyı hatırlamak, O'ndan başkasını gönlünden çıkarmak, bu tarikatın
temel husûsiyetlerindendir.
Yolculuğa
devâm eden Ahmed Ticânî önceden ismini duyduğu Şeyh Mahmûd-i Kürdî ile görüşmek
üzere gemiyle Mısır'a geldi. Gelir gelmez ilk işi o zâtı bulmak oldu. Şeyh
Mahmûd-ı Kürdî onu görünce; "Sen Allahü teâlânın indinde sevilen birisin."
buyurdu. Ahmed-i Ticânî; "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordu. "Allahü teâlânın
bildirmesi ile." cevâbını verdi.
Bir müddet
onun yanında kalıp, hac için Mısır'dan ayrıldı. Vedâlaşırken Şeyh Mahmûd-ı Kürdî
ona hayır duâda bulundu. Mekke-i mükerremeye varınca buradaki büyükleri aradı.
Ebü'l-Abbas bin Ahmed bin Abdullah isimli mübârek bir zâtın varlığını öğrendi.
Ancak bu zât mânevî bir işârete dayanarak kimse ile görüşmüyordu. Bu yüzden
onunla bizzât görüşemedi. Kalben ona teveccüh edip (yönelip) mânen istifâde
etti. Pek çok sırlara kavuştu. Hattâ hizmetçisi vâsıtasıyla mektuplaşırlardı.
Ebü'l-Abbâs Ahmed bin Abdullah, Ahmed Ticânî'nin ilerde yüksek derecelere
kavuşacağını müjdeledi. "Sen benim ilmimin, sırlarımın, kavuştuğum nûrlarımın
vârisisin." dedi. Hizmetçi bunları duyunca üzüldü ve; "On sekiz senedir sana
hizmet ediyorum. Sen ise, mağribden gelen birini vâris ediniyorsun." dedi. Ahmed
bin Abdullah hazretleri hizmetçisine; "Eğer bu benim isteğimle olsaydı, ondan
evvel kendi evlâdımı bundan faydalandırırdım." dedi. Zilhiccenin onunda vefât
edeceğini söyledi. Dediği gibi oldu.
Ahmed Ticânî
hac ibâdetini tamamlayınca, Medîne-i münevvereye gitti. Peygamber efendimizin
kabr-i şerîfini ziyâret etti. Ahmed Ticânî hazretleri Medîne-i münevvereye
gelince, burada evliyânın büyüklerinden Mustafa Bekrî'nin talebesi Semmân diye
tanınan Muhammed bin Abdülkerîm ile görüştü. Teberrüken onun derslerinde ve
sohbetlerinde bulunup, istifâde etti. Ziyâretten sonra, hac kâfilesi ile Mısır'a
döndü. Şeyh Mahmûd-ı Kürdî'nin yanında bir müddet kaldı. Şeyh Mahmûd-ı Kürdî
onun ilminin biraz daha gelişmesi için, müşkil (zor) meseleleri sorup, ondan
bunların çözülmesini istedi. Bu sûretle ilimde yüksek bir dereceye ulaştı.
Hocası, Halvetiyye yolu üzere insanları terbiye ve irşâd etmesine izin verdiyse
de o buna cesâret edemedi. Büyük velî Mevlânâ İdrîs'i ziyâret için 1777 (H.1191)
senesinde Fas şehrine gitmek üzere yola çıktı. Bu sırada Vecde şehrine uğradı.
Orada Ali Harzim bin Arabî ile tanıştı. Ona ileride kendisi ile görüşeceğine
işâret eden unutmuş olduğu bir rüyâsını hatırlattı. Fas'a varınca Mevlânâ
İdrîs'i ziyâret etti. Bir müddet daha Fas'da kalıp, onu ziyâret için yanına
gidip geldi.
Bundan sonra
Tunus'a ve bilâhare Tilmsan'a geçti. Burada sekiz sene kaldı. İnsanlara Allahü
teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Bir çok yerleri dolaştıktan sonra, Sem'un
köyünde yerleşti. Burada halvete girerek insanlardan uzak durdu ve kimse ile
görüşmedi. Devamlı zikir ve ibâdetle meşgul oldu. Mânevî perdeler kalkıp, yüksek
derecelere kavuştu. Mübârek ceddi (dedesi) Resûlullah'ı sallallahü aleyhi ve
sellem uyanık iken, baş gözü ile gördü. Peygamber efendimiz ona görünüp çeşitli
zikirler öğretti. Sonunda Resûlullah ona; "İnsanları irşâd et. Onlardan uzak
durma. Bu sûretle vâdolunduğun yüksek mertebeye ulaşırsın." buyurdu. Resûlullah
efendimizin izni ve emri olduğu için insanları irşâd ve terbiyeye başladı.
Tasavvufun esâsını teşkil eden tövbe (günahlardan pişmanlık), zühd, (dünyâya
rağbet etmeme), sabr, şükr, havf (Allahü teâlânın azabından korkma), recâ, (Allahü
teâlâdan rahmetini ümit etme), tevekkül (Allahü teâlâya güvenme), rızâ (Allahü
teâlâdan gelen her şeyden hoşnûd olma), muhabbet (Allahü teâlâyı sevme ve her an
Allahü teâlâyı hatırlayıp, O'ndan başkasını unutup gönlünden çıkarma) demek olan
fenâfillah mertebelerine kavuştu.
Ahmed Ticânî
bilâhare bulunduğu köyden 1213 senesinde Fas'a gitti. Fas Sultânı onu çok iyi
karşıladı. Kendisine bir ev tahsis etti. Fakat, kalbi bu ev hakkında huzurlu
değildi. İçinde bir tereddüd vardı. Bu sebeple orada kalmayı kabûl etmedi.
Sultan bunun farkına varıp, onu bu hususta rahatlatacak şeyler söyledi. Nihâyet
Ahmed Ticânî o eve yerleşti. Birkaç gün sonra yakınlarına; "Bu eve Resûlullah
efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin izni ile yerleştim. Fakat bana bir şey
yerine getirmemi emretti." dedi. Yakınlarından birisi Resûlullah'ın ona evin
kirâsı mikdarı bir şeyi fakirlere tasadduk etmesini (vermesini) emrettiğini
anlatmıştır. Bundan dolayı Ahmed Ticânî hazretleri her ayın sonunda evin kirâsı
kıymetinde ekmeği, fakirlere verirdi. Vefâtına kadar buna devâm etti.
Ahmed Ticânî
hazretlerinin talebelerine ve sevenlerine nasihat edeceği, onları terbiye ile
meşgul olacağı bir zâviyesi (dergâhı) olmamıştı. Bu işi bâzan evinde bâzan
câmilerden birinde yapardı. Bir gün Resûlullah efendimiz kendisine görünerek bir
zâviye inşâ etmesini, bunun için kendisine güzel, helâl bir arâzi seçmesini
emretti. Ahmed Ticânî hazretleri yine Peygamber efendimizin işâreti ile bugün
Fas'ta Büleyde diye bilinen Derdâs mıntıkasında bir yeri seçti ve burayı
helâlinden kendi malı ile satın aldı. Bu arsa Akvemâ oğullarına ait harâbe bir
yerdi. Kimse oraya yalnız giremezdi. Güvenilir kimselerden nakledildiğine göre,
bâzan oradan bir kalabalığın zikir sesleri gelirdi. Fas meczûblarının
(velîlerinin) çoğu buraya uğrardı. Zâviye yapılmadan önceFas'ın Lehbî ismindeki
meşhûr meczûbu, bu harabeye gelir, kulağını kapısına koyar oradan geçenlere;
"Buraya gelin, zikr seslerini dinleyin." derdi. Ahmed Ticânî hazretleri daha
sonra bu arsanın çevresindeki yerleri de satın aldı. Resûlullah efendimiz, Ahmed
Ticânî'ye orası için; "Burası benim mekânımdır." buyurdu.
Ahmed Ticânî
(rahmetullahi aleyh) zâviyenin inşâsına başlayacağı zaman, hasedçiler hep
birlikte, zâviyenin yapılmasına karşı çıktılar. Durum sultana ulaştı. Sultan,
Ahmed Ticânî'nin çok kerâmetlerine şâhid olduğu için zâviyenin yapılmasını
emretti. Bunun için Ahmed Ticânî'ye bir mikdâr yardım ve başka lâzım olabilecek
şeyler de gönderdi. Ahmed Ticânî belki bizden daha muhtaç olanlar vardır diye
bunları ona geri gönderdi. Onlara verilmesini istedi. Sultan; "Yanındaki
talebelerine dağıtırsın." deyince; "Hamdolsun hepsinin durumları iyidir"
buyurdu. Sultan; "Zâviyeye harcarsın." dediğinde; "Zâviye, Allahü teâlânın
yardımı ile ayakta durucudur." buyurdu. Fakat o sırada kimse bu sözün mânâsını
anlamadı. Zâviyenin işlerini yürüten talebeleri, sultandan gelen malın bu sefer
de geri çevrilmesinden çekindiler. Ahmed Ticânî hazretlerinin haberi olmadan
gelen yardımı sultanın adamından alıp, onunla abdesthâne yaptılar. İnşâat
tamamlanınca, sultandan gelen para ile yapılan abdesthânenin yıkıldığı,
zâviyenin diğer kısımlarının ise ayakta durduğu görüldü. O zaman bu sözün mânâsı
anlaşılmış oldu.
Ahmed Ticânî
hazretleri, bu zâviyede insanlara din bilgilerini Allahü teâlânın rızâsını
kazanma yollarını öğretti. Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği ilimler ve
feyzlerden herkesi faydalandırdı. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve
sellem sünnetine uymakta, dinden olmayıp, sonradan giren bid'atlerden
sakınmakta, dünyevî alâkalardan kurtulmakta pek gayretli olduğu gibi, insanları
da bu hususda teşvik etti.
Ahmed Ticânî
hazretlerinin Mûsâ ismindeki talebesi sohbet esnâsında çok suâl sorardı.
Muhammed Selâlî ismindeki zât ise ona bu sebeple darılırdı. Birgün Ahmed Ticânî
hazretleri ikisini de yanına çağırdı. Geldiklerinde Muhammed Selâli'ye; "Mûsâ'ya
karışma. O ne yaparsa yapsın ben onu severim." buyurdu.
Ahmed Ticânî
hazretleri Halvetiyye tarîkatına göre insanları terbiye ve irşâd etti. Bu irşâd
kendine mahsus olduğundan Halvetiyye'nin Ticânîye kolu ortaya çıktı ve bu
tarîkatın Afrika'da İslâmiyet'in yayılmasına büyük hizmeti oldu.
Ahmed Ticânî
hazretleri Fas'ta uzun müddet kaldıktan sonra çoluk çocuğu ile beraber Şam'a
yerleşmeye karar vermişti. Faslılara bu haber ağır geldi. Sanki içerlerinde
ciğerleri parçalanıyordu. Bütün hazırlıklar tamam olup sadece yola çıkmak
kalmıştı. Faslılar, Ahmed Ticânî hazretlerinin aralarında kalması için
Resûlullah efendimizin rûhâniyetinden yardım istediler. Peygamber efendimizin
muvâfakatı ile Şam'a gitmekten vazgeçince halk çok sevindi.
1230 yılında
80 yaşındaydı. Bereketli ömrünün son anlarına gelmişti. Gece boyunca; "Allah
Allah! Bir nûr kalbimi yaktı." sözünü tekrarladı. Sabaha yakın yanında
bulunanlara dönüp; "İşte Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem halîfeleri ile
beraber geldi, hepiniz kalkınız." buyurdu. Birkaç kişi hâriç diğerleri çıktılar.
Bir müddet sonra rûhunu teslim etti.
Ahmet Ticânî
hazretleri beyaz tenli nûrânî yüzlü, gür sesli, susması çok, tebessümü hoş,
sözü, sohbeti tatlı, heybet, vakar, hayâ, firâset ve kerâmet sâhibiydi. Allahü
teâlânın izni ile kısa zamanda uzak mesâfelere giderdi. Gizli şeyler kendisine
mâlum olurdu. Şeyh İbrâhim Reyyâhî isminde bir zât Fas'a geldiğinde, ilk önce
Ahmed Ticânî hazretlerini ziyâret için evine gitti. Kapıyı çaldığında, hizmetçi
çıkıp; "Sen Tunuslu İbrâhim Reyyâhî misin?" dedi. O; "Evet." deyince, hizmetçi;
"Ahmed Ticânî hazretleri geleceğini söylemişti. Buyrun, girin." dedi. İbrâhim
Reyyâhî içeri girince, odada başkalarının da olduklarını gördü. Sonra ona bir
bardak süt ikrâm edildi. Hepsini içdikten sonra Ahmed Ticânî hazretleri oraya
geldi ve ona, hocası Şeyh Sâlih Kevvâş'ın vefât ettiğini, kendisinin de onun
cenâzesinde bulunduğunu haber verdi.
Cenâzesinde
Fas âlimleri, eşrafı ve devlet ileri gelenleri de hazır bulundu. Cenâze
namazını, Müftü Muhammed bin İbrâhim kıldırdı.
Büyük
âlimler Ahmed Ticânî hazretlerini medh u senâ etmişlerdir.
Mağrib
âlimlerinden Câfer bin İdris Kettânî: "Büyük kutb gavs-ı rabbânî, vasıfları
yüksek, halleri garib, evliyâlık derecesi büyüktür."
Muhammed bin
Câfer Fârîsî: "Nihâyete varmış velî, şerîatle hakîkatı bir araya getiren kâmil
(olgun) rehber."
Yûsuf-i
Nebhânî: "Ârif denilen evliyânın önderidir. Zikirlerini ve virdlerini uyanık
iken Peygamber efendimizden alan büyüklerindendir." demiştir.
KAYNAKLAR
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.349
2) Târih-ul-Halef; c.2, s.38
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.183
4) El-A'lâm; c.1, s.248
5) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.2, s.143
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1077
7) Kıyâmet ve Âhiret; s.82
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.331
9) Gâyet-ül-Emânî fî Sîreti Seyyidî Ahmed et-Ticânî;
(Muhammed bin Hasan Sânî, Beyrut, Tarihsiz)
10) Cevâhir-ul-Mesnî (Ali Harezm, Kâhire, 1348)
11) The Tijaniyye (Jamil Abu'n-Nasr, Londra, 1965)
12) The Sufi Orders in İslâm; s.107
|
|