|
AHMED ŞEYBÂNÎ
Hindistan
evliyâsından. İsmi Ahmed olup, babasının ismi Kâdı Mecdüddîn'dir. İmâm-ı A'zam
hazretlerinin en yüksek talebelerinden olan İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin
soyundandır. Hindistan'ın Nârnûl beldesinde doğup yetişti. Doğum târihi belli
değildir.
Küçük yaşta
ilim tahsîline başlayan Ahmed Şeybânî Hâce Hüseyin Nâgûrî'nin talebesi oldu.
Zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsîl etti. Ayrıca başka âlimlerin de sohbetlerinde
bulundu. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra, Ecmîr'e yerleşti. Orada yetmiş
seneden fazla kaldı. Dünyâya düşkün olmaktan, haramlara ve şüphelilere düşmekten
uzak bir şekilde, nefsin isteklerine muhâlefet ederek, ibâdet ve tâat ile meşgûl
olarak yaşardı. Haramlara düşmekten son derece sakınır, takvâ üzere bulunurdu.
Tasavvuf yolunda ilerlemiş olup, yüksek derece sâhibi idi. Dünyâya düşkün
olmamakla birlikte, dünyâya düşkün olanlardan da uzaktı. Sohbetinde bulunanlara;
dînimizin hükümlerini, tasavvuf yolunda bulunmanın husûsiyetlerini ve bu yola
âit ince bilgileri anlatırdı. Meclisi, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin meclisi
gibiydi. Emr-i mârûf ve nehy-i münkerde, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını
bildirmede çok gayretliydi. Zengin, fakir, tanıdık ve yabancı, herkese karşı,
fitne çıkarmadan emr-i mârûf yapardı ve bu hususta hiçbir zaman gevşeklik
göstermezdi. Arabî ve Fârisiyi çok güzel konuşurdu.
Ahmed
Şeybânî, küçüklüğünde akrabâları ile birlikte alışveriş için Mendev beldesine
gitmişti. Şeyhülislâm Şeyh Mahmûd Dehlevî de oradaydı. Cemâat ile namaz kılındı.
Namazda Mahmûd Dehlevî en ön safta başka âlim zâtlar ile birlikte bulunuyordu.
Mahmûd Dehlevî, namaza dururken iftitâh tekbîrini imâmdan önce aldı ve bu hâl
Ahmed Şeybânî'nin dikkatini çekti. Namazdan sonra, başka âlimlerin, bu hâli
Şeyhülislâm'a söylemekte gevşek davrandıklarını görünce çok hayret etti. Nihâyet
dayanamayıp yanına giderek; "Sizin bu namazınız olmadı. İmâmdan evvel tekbîr
aldınız." dedi. Bu hâli öğrenen Şeyhülislâm, bu çocuk yaşta, fakat dînini bilen
ve çok uyanık olan Ahmed Şeybânî'ye teşekkür edip, namazını iâde etti.
Ahmed
Şeybânî hazretleri, öğünme vesîlesi sayılabilecek gösterişli elbiseler giymezdi.
Namazlarda sarık sarardı. Cumâ ve bayram günlerinde, sünnet olduğu için ve dünyâ
ehlinden yanına gelenler olursa onlara karşı da heybetli olmak, İslâmın
şerefini, vakarını korumak için kıymetli elbise giyerdi. "Din ehlini dünyâ
ehline aşağı göstermemelidir. Zîrâ dünyâ ehli, görünüşe bakarlar." buyururdu.
Sohbetlerinde, Allahü teâlâ buyurdu ki, Resûlullah efendimiz buyurdu ki gibi
ifâdeleri, ehemmiyetine binâen tam bir azamet ve heybetle söylerdi ve böyle
söylemesi, insanlara çok tesirli olurdu.
Fakirlere,
tasavvuf yolunda bulunanlara çok hürmet ederdi.Hayvanına binmiş olarak giderken,
böyle zâtlardan birini görse, hemen iner, onun geçmesini bekler, ellerini
bağlamış olarak hürmetle dururdu.
Huzûrunda
gıybet konuşulsa, hattâ lüzûmsuz bir şey söylense aslâ müsâade etmez, derhâl;
"Baba sus!" diyerek îkaz ederdi. Talebelerinden birisi edeb ve hürmetle duyacağı
şekilde ismini söylese hemen gözleri yaşarır ve kendisini aşağılayarak; "Ahmed
kim oluyor, o zarardadır." derdi.
Ahmed
Şeybânî hazretleri, gece yarısı geçtikten sonra kalkıp, Hâce Muînüddîn
hazretlerinin türbesine gider, orada teheccüd namazını kılıp, kuşluk vaktine
kadar zikir ve tesbîh ile meşgûl olurdu. Bu arada hiç konuşmazdı. Kuşluk
vaktinde duhâ namazını kıldıktan sonra, talebelerine ilim öğretir, ders verirdi.
Bundan sonra, sünnet olduğu için kaylûle yaparak öğle üzeri bir mikdâr uyur,
kalktıktan sonra öğle namazını kılar, ikindiye kadar zikir ve tesbîhle meşgûl
olurdu. İkindi namazından sonra meclisinde bulunanlara Tefsîr-i Medârik'den
okur, anlatırdı. Allahü teâlânın îmân sâhipleri için Cennet'te hazırladığı
nîmetlere ve din düşmanları için Cehennem'de hazırlanan sonsuz azâba âit
haberleri okuyunca çok ağlar, bu ağlaması sebebiyle gözleri kızarırdı.
Ahmed
Şeybânî hazretleri Ecmîr'deyken bir gün dostlarına; "Bu birkaç gün içinde, bu
şehre celâl nazarı vardır. Bir belâ ve musîbet gelmesi yakındır. Müslümanların
şehirden çıkmaları lâzımdır." buyurdu. Acele hazırlıklar yapılıp, Ahmed Şeybânî,
müslümanlardan bir cemâat ile, 1516 (H.927) senesinde bir pazar günü Ecmîr'den
çıktı. Bundan sonra gelen ilk cumartesi günü, din düşmanları Ecmîr şehrini
istilâ edip, şehrin altını üstüne getirdiler. Ecmîr'de kalan birçok müslümanı
şehîd ettiler. Bu istilâdan beş gün evvel Ecmîr'den ayrılmasının, onun bir
kerâmeti olduğu anlaşıldı.
Ahmed
Şeybânî hazretleri Ecmîr'e geldiğinde, on sekiz yaşındaydı. Çıktığında ise,
doksan yaşına yaklaşmıştı. Ecmîr'den ayrıldıktan sonra, doğum yeri olan
Nârnûl'de kaldı. Üç-dört sene sonra bir gün, meczûb bir kimse gelerek; "Ahmed
Şeybânî! Seni göğe çağırıyorlar. Hocanın huzûruna git!" dedi. O da, o gece
rüyâsında buna benzer şeyler görmüştü. Hemen hazırlanıp, hocasının memleketi
olan Nâgûr'a geldi.
Nâgûr'a
geldikten birkaç gün sonra hastalanan Ahmed Şeybânî, hastalığı ağırlaşıp ölüm
hâli yaklaşınca, ellerini kaldırarak namaza başlıyormuş gibi tekbîr aldı ve
kendinden geçti. 1521 (H.927) senesi Şubat ayının dördünde Cumâ günü bu hâlde
iken, "Allahü ekber" diye diye rûhunu teslim eyledi. Hocasının kabrinin ayak
ucuna defnedildi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
RESÛLULLAH EFENDİMİZİ GÖRDÜM
Ahmed
Şeybânî hazretlerinin, Peygamber efendimize olan muhabbet ve aşkı pek çokdu.
Kendisine bir kimse gelerek; "Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm." dese,
derhâl kendisini toparlar, o kimsenin karşısında ayakta durur, elleri bağlı
olarak, büyük bir hürmet ve edeb ile anlatmasını beklerdi. O kimse anlattıkça,
ellerine, ayaklarına kapanır, o zâtın elbisesini yüzüne gözüne sürerdi. O kimse;
"Filan yerde gördüm." derse, o yere gider, orayı öper, yüzünü sürerdi. Orada bir
taş varsa, taşı yıkar, suyunu içer, o suyu gülsuyu ile elbisesine sürerdi.
KAYNAKLAR
1) Ahbâr-ul-Ahyâr;
s.190
|
|