AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
Evliyânın
büyüklerinden. İsmi Ahmed bin Mûsâ bin Ali bin Ömer bin Acîl, künyesi Ebü'l-Abbâs'tır.
İbn-i Acîl diye de bilinir. Yemen'de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1291
(H.690) senesi Rebîulevvel ayının yirmi beşinci günü Yemen'de Beyt-i fakih
denilen yerde vefât etti. Cenâzesi yıkanırken çok parlak bir nûr görüldü. Kabri
ziyâret mahallidir.
Ahmed bin
Acîl küçüklüğünde çocukların oyunlarına hiç karışmazdı. Kendisinde büyüklük
alâmetleri görüldü. Önce amcası Fakîh İbrâhim'den, sonra başka âlimlerden ilim
ve edeb öğrendi. İlim öğrenmeye başlayınca sabahleyin erkenden evden çıkar,
gittiği yerlerde ilim ve ibâdetle meşgûl olur ve eve yatsı namazından sonra
dönerdi. Günlerinin ekserisini oruçlu geçirirdi. Bâzı günler eve geldiğinde ev
halkı onun farkına varmaz ancak gece yatsıdan sonra görürlerdi.
Ahmed bin
Mûsâ fıkıh, hadîs, nahiv, gramer ferâiz (mîrâs bilgileri) ilimleri yanında
tasavvuf kalb bilgilerinde de yükselip evliyânın büyükleri arasına girdi.
Zamânının büyükleri onu peygamberler içinde Yahyâ aleyhisselâma benzetmişlerdir.
Bir gün
Ahmed bin Acîl hazretlerine Cebel beldesinden biri geldi bir topluluk içinde
çeşitli ilimlere dâir meseleler sordu. Ahmed bin Acîl hazretleri suâllerin bir
kısmını cevaplandırıp, bir kısmına cevap vermedi. Sükût etti. Soran kişi bunları
bilmediğini sandı. Oradaki topluluk birer ikişer dağılıp kimse kalmayınca Ahmed
bin Mûsâ hazretleri odasına çekildi. Hizmetçisine soru soran kişinin yanına
getirilmesini emretti. Odaya girince; "Kardeşim bu sorularının cevabını herkes
anlayamaz. Zihinler karışır. Fitne çıkar. Şimdi sana îzâh edeyim." buyurdu ve
teker teker îzâh etti. Soru sâhibi gerçeği anlayıp kötü zannına tövbe edip af
diledi.
Ahmed bin
Acîl hazretleri insanlardan çok hürmet ve îtibâr gördü. Devlet adamları gelir
ziyâret eder meselelerini sorup duâsını alırlardı. Lâkin o makam sâhiplerinin
yanına gitmez mühim bir iş çıkınca mektup yazarak, yapacakları işleri bildirir,
hayırlı ve doğru işlere teşvik ederdi.
Bir
defâsında Sultan Muzaffer haber gönderip, Fakîh İsmâil Hadramî, Fakih Muhammed
Hermel ve Ahmed bin Acîl hazretlerini sarayına dâvet etti. Maksadı onlardan
birini kâdıların, hâkimlerin başkanı yapmaktı. Haber Fakih İsmâil ve İbn-ü
Hermel'e ulaşınca bunlar acele hazırlanıp yola çıktılar. Giderken Ahmed bin Acîl
hazretlerine de uğradılar. Onu da berâberlerinde götürmek istediler. Ahmed bin
Acîl hazretleri; "Sultana mı gidiyorsunuz?" deyince, "Evet." dediler. Ahmed bin
Acîl hazretleri; "Benim kanâatim, haberi işitince böyle yapmayıp yerinizde
kalmanız, hizmetlerinize devâm etmenizdi. Mâdemki yola çıkmışsınız gittiğinizde
Sultâna benden bahsetmeyiniz. Şâyet konu açılıp mecbur kalırsanız; o kendi
hâlinde yaşayan biridir. Eğer zorlarsanız bu diyârdan Habeşistan'a gider,
deyiniz." buyurdu. Onlar varınca öyle yaptılar. Sultan da onun hâlini anlayıp
daha çok takdîr etti.
Ahmed bin
Acîl hazretleri her sene hacca giderdi. Hac yolculuğunda, hiç bir eşkıyâ ve
düşman, kendisinin bulunduğu kâfileye hücûm edip zarar vermezdi. Eğer zarar
vermek istese, cezâlarını çok çabuk görürlerdi.
Ahmed bin
Acîl hazretleri yine bir kâfile ile hacca gitti ve âdeti üzere Mekke-i
mükerremeden, Resûlullah efendimizi ziyâret için, Medîne-i münevvere yoluna
koyuldu. Medîne'ye yaklaştıklarında bir eşkıyâ grubu ile karşılaştı. Kâfilede
herkes korktu ve telâşa düştü. Ahmed bin Acîl hazretleri sessiz olarak bir yerde
edeble durdu. Kâfiledeki Ali bin Yağnem adındaki zât, Ahmed bin Acîl
hazretlerinin yanına gelerek, böyle sakin beklemesinin sebebini sordu. O da; "Ey
Ali! Allahü teâlâya ve O'nun Resûlüne karşı edeb lâzımdır." deyip Medîne
cihetini gösterdi. Daha sonra da kâfilenin ilerlemeyip konaklamasını istedi.
Herkes bineklerinden indi. Orada bir gün bir gece beklediler. Haydutlar bu
beklemeyi fırsat bilip, yağma etmek için kâfileye daha çok yaklaştılar. İkinci
gün güneş doğunca, Medîne tarafından hızla askerî bir kuvvet geldi ve eşkıyâyı
kıskıvrak yakaladı. Kâfiledekiler, bu yardıma çok sevindiler ve bizim bu
durumumuzdan nasıl haberdâr oldunuz diye sordular. Onlar da; "Dün Medîne'de,
öğle vakti bir ses duyduk. Şöyle diyordu: Eşkıyâ, Ahmed bin Acîl'in bulunduğu
kâfileye hücûm edecek, hazırlanın, hazırlanın! Medîne vâlisinin emri ile hareket
ettik." dediler. Kâfilede bulunanlar, bu vaktin, Ahmed el-Yemenî'nin; "Edeb
lâzım." dediği vakit olduğunu anladılar.
İmâm-ı Yâfiî
anlatır:
Yemenli
birisinin elinde bir ur çıkmıştı. Birçok beldeleri ve birçok kimseleri dolaştı.
Şifâ bulması için dolaştığı yerlerde gerekli ilaçları kullandıktan sonra, o
yerin büyüklerinden duâ istedi. Fakat rahatsızlığı geçmedi. En sonunda Ahmed
el-Yemenî hazretlerine gelerek, elindeki bu rahatsızlığın geçmesi için duâ
istedi. O da; "La havle velâ kuvvete illâ billâh, getir bakalım elini." dedi ve
eliyle mesh edip bir bezle sardı. Sargıyı memleketine dönünceye kadar açmamasını
tenbih etti. Yemenli oradan ayrıldı ve arkadaşlarıyla birlikte yola koyuldular.
Yol üzerinde bir köye uğrayıp alış-veriş yaptılar. Elinde ur olan Yemenli,
sarılı olan sağ elinin sargısını unutarak açtı ve yemek yedi. Bir de baktı ki,
elindeki yaradan hiçbir eser kalmamıştı ve diğeri gibi sapasağlamdı.
Ahmed bin
Acîl hazretleri bir gün saralı bir hastanın yanına geldi. Ona Yûnus sûresi elli
dokuzuncu âyet-i kerîmesini okudu. Hastaya musallat olan cin büyük bir çığlık
koparıp ondan ayrıldı. Ahmed el-Yemenî hayatta olduğu müddetçe o cin bir daha
geri gelmedi. Ne zaman ki Ahmed el-Yemenî vefât etti, cin tekrar ona musallat
oldu. Ahmed el-Yemenî'nin talebeleri o hastanın yanına gidip, aynı şekilde
hocalarının okuduğu âyet-i kerîmeyi okudular. O zaman cin güldü ve; âyet bu
âyettir. Lâkin okuyan, önce okuyan kişi değil deyip, ondan ayrılmadı.
Ahmed bin
Acîl hazretleri, bir gece herkes uykuda iken, abdest almak için elinde bir kova
ile dışarı çıktı. Kovayı kuyuya sarkıtıp su çekmek istedi. Kuyunun durumu
îtibâriyle zorlandı. O esnâda birisi geldi ve kolaylıkla kovayı çekti, sonra
ona; "Size yardım için gönderildim." diyerek kayboldu.
Ahmed bin
Acîl hazretlerinin kerâmetleri pekçoktur. Kâbe'yi ziyârete gittiğinde, her
tarafı nûr kaplar, Kâbe'nin nûru ziyadeleşirdi. İnsanlar etrafına toplanıp
kalabalık ederlerdi.
Hac için
Irak'tan biri Mekke-i mükerremeye gelmişti. Bu zât Şeyh Ahmed Rıfâî
hazretlerinin türbesi yakınında otururdu. Mekke'de Ahmed Acîl hazretlerini
gördü. İnsanlar etrafına toplanmışlardı. Çok şaşırdı. Büyük bir izdiham vardı.
Memleketine döndüğünde Ahmed Rıfâî hazretlerinin makâmına hizmet eden birisi
ondan gördüğü şeylerden sordu. O da Ahmed Acîl hazretlerini söyleyince Sâhib-i
Makam olan zât; "O zamânın kutbudur." diye onun üstünlüğünü haber verdi.
Ahmed bin
Acîl hazretleri ömrü boyunca dünyâ malına hiç rağbet etmedi. İbâdetle meşgûl
olur, bunun yanında ilim öğretip talebe yetiştirmekten geri durmazdı. Vefâtına
kadar bu hâl üzere yaşadı. Vefâtından az önce öğle namazını ayakta kıldı.
Sevdiklerinden bâzılarına âhirette şefâat edeceğine dâir bir şeyler yazmak için
kâğıt-kalem istedi. İstedikleri getirildiğinde besmeleyi yazdı. Sonra kelime-i
şehâdet getirip son nefesi Allah, Allah demek oldu. Ahmed bin Acîl hazretleri
gasl edileceği sırada her tarafı kaplayan bir nûr görüldü.
Ahmed bin
Acîl hazretlerinin yedi oğlu vardı. Bunlar Muhammed, İbrâhim, Mûsâ, Ebû Bekr,
İsmâil, Îsâ ve Yahyâ olup hepsi sâlih kimselerdi. Hepsi Allahü teâlâya ibâdetle
meşgûl olup, insanlara faydalı olmaya çalıştılar.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
EVET ÖYLEDİR
Büyük âlim
Cemâleddîn el-Esnevî anlatır:
Hicrî 1280
senesi Şâbân ayının yirmi biriydi. Gece rüyâmda boşlukta bir topluluk gördüm.
Yerden insanlar ona doğru koşuyorlardı. Ben bunların kim olduğunu sordum. "Resûlullah
efendimizin topluluğu." dediler. Hemen oraya koştum. Resûlullah efendimizi
gördüm. Bir yere oturmuşlar, sağında ve solunda iki zât vardı. Mübârek ayak
ucunda da birisi, dizleri üzerine oturmuş ve elindeki bir kitaptan Resûlullah
efendimize okuyordu. Ben, Resûlullah'ın mübârek elini öptüm. Resûl-i ekrem bana
hafifçe duâ ettiler. Geri çekildim ve oraya gelenlerle birlikte durdum. Orada
bulunanlardan birisine, Resûlullah'ın yanında oturanların kim olduğunu sordum. O
da; "Resûlullah'ın sağında oturan hazret-i Ebû Bekr, solunda oturan hazret-i
Ömer, önünde diz çöküp oturmuş olan zât da Ahmed bin Mûsâ el-Acîl'dir." dedi.
Ben hayretle; "Yüksek dereceye çıkmış." dedim. O kişi; "Evet, öyledir." dediği
an uyandım.
KAYNAKLAR
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.312
2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.2, s.189
3) Brockelman; Sup.1, s.461
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.78
5) Tabakât-ül-Havâs; s.13,17 |