AHMED BİN HANBEL
Velîlerin
büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî
mezhebinin imâmı. Künyesi, Ebû Abdullah'tır. 780 (H.164) senesinde Bağdat'ta
doğdu. Aslen Basralıdır. Babasının ismi Muhammed bin Hanbel'dir. Dedesi Hanbel
bin Helâl, Basra'dan Horasan'a yerleşmiş ve Emevî Devletinde Serahs şehri
vâliliği yapmıştır. Babası asker (subay) idi. Ahmed bin Hanbel'in âilesi, annesi
ona hâmile iken, Merv'den Bağdat'a göçmüş ve o Bağdât'ta doğmuştur. Soy
îtibâriyle, anne ve babası tarafından Arap asıllıdır. Nesebi, İslâmiyetten önce
ve sonra Araplar arasında meşhûr bir kabîle olan Şeyban kabîlesine dayanır. Bu
kabîle Adnan kabîlesinden gelen Rebîa'nın bir kolu olup, Nizar kabîlesinde
Peygamber efendimizin soyu ile birleşir.
Ahmed bin
Hanbel'in babası, daha o çok küçük yaşta iken, vefât etti. Otuz yaşında vefât
eden babasından, önemli bir mîrâs da kalmadı. Onun yetişmesi ile annesi
ilgilendi. Küçük yaşta, ilim tahsiline başladı. Bu sırada Bağdat önemli bir ilim
merkeziydi. Burada hadîs ve kırâat âlimleri, tasavvufta yetişmiş büyük zâtlar
ile diğer ilimlerde yetişmiş kıymetli âlimler bulunuyordu. Önce Kur'ân-ı kerîmi
ezberledi. Bundan sonra lügat, hadîs, fıkıh, Sahâbî ve Tâbiîn rivâyetlerini
öğrendi.
Ahmed bin
Hanbel, emsâli arasında ciddiyeti, takvâsı, sabrı, metânet ve tahammülü ile
meşhûr oldu. Bu hâli, henüz 15-16 yaşlarında iken temas kurduğu âlimlerin
dikkatini çekti. Heysem bin Cemil onun hakkında, daha o sırada şöyle dedi:
"Bu çocuk
yaşarsa, zamânındakilerin ilimde hucceti, rehberi olacaktır."
Henüz 15
yaşlarında İmâm-ı A'zâmın talebesi olan Ebû Yûsuf'tan fıkıh ve hadîs dersi aldı.
Bundan sonra da üç sene Huşeym'in derslerine devâm ederek ondan hadîs-i şerîf
dinledi. Bundan başka Bağdat'ta bulunan meşhûr âlimlerden de ders aldı.
7 yıl
Bağdat'ta ilim öğrenen Ahmed bin Hanbel daha sonra ilim tahsili için seyahatlere
başladı. Önce Basra'ya, bir yıl sonra da, Hicaz'a gitti. Böylece Kûfe, Basra,
Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam ve el-Cezîre'ye giderek hadîs ilmini
öğrendi. Hadîs râvilerini bizzât görerek, onlardan hadîs-i şerîf dinledi. Basra
ve Hicaz'a beşer defâ seyahat yaptı. Hicaz'a yaptığı ilk seyâhatinde, fıkıh
ilminde hocası olan, İmâm-ı Şâfiî ile görüştü. Bu görüşme Mekke'de Mescid-i
Harâm'da oldu. İkinci defa ise, Bağdat'ta buluştular.
Ahmed bin
Hanbel, ilk hac seferini 830 senesinde yaptı. Daha sonra birkaç defâ daha hacca
gitti. Bu hac seferlerinden birinde yolunu şaşırdı. Yolda yaşlı bir köylü gördü.
Gidip ona yolu sordu. Köylü gür bir sesle; "Ey Ahmed! Sen kim oluyorsun ki,
Allahü teâlânın evine (Beytullah'a) gidiyorsun! Allahü teâlâ oraya gitmene râzı
olmayınca, elbette ki yolunu şaşırırsın!" dedi. Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel;
"Ya Rabbî! Senin köşelerde, kenarlarda sakladığın, halkın gözünden örttüğün
böyle kulların da varmış." deyince o zât; "Ne zannediyorsun Ahmed, ne
zannediyorsun? Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, eğer Allahü teâlâdan
isteseler, bütün gökler ve yerler onun hürmetine altın olur." dedi. O anda
toprak ve dağlar altın oldu. Ahmed bin Hanbel kendinden geçerek düştü. Daha
sonra o zâtın göstermesi ile yolunu buldu.
Hac
seferlerinden birinde, hac yaptıktan sonra bir müddet, mücâvir olarak Mekke'de
kaldı. Bu zaman zarfında hadîs-i şerîf öğrenme faâliyetlerini sürdürdü. Sonra
Yemen'in San'a şehrinde bulunan meşhûr hadîs âlimi Abdürrezzâk bin Hemmam'dan
hadîs-i şerîf öğrenmek için San'a'ya gitti. İlim öğrenmek için çıktığı bu
yolculukta çok sıkıntı çekti. Yolda yiyeceği bitti. Parası da olmadığı için,
San'a şehrine varıncaya kadar, nakliyecilerin yanında ücretle hamallık yaptı.
Ticâret ve kazanç için elverişli olmayan San'a'da iki sene kalıp, sıkıntılara
katlandı. Abdürrezzâk bin Hemmam'dan hadîs-i şerîf dinledi. Böylece İmâm-ı Zührî
ve İbn-i Müseyyib yoluyla rivâyet edilen, birçok hadîs-i şerîfi işitip öğrendi.
Ahmed bin
Hanbel, ilim öğrenmek için pekçok İslâm beldesini dolaştı ve bu uğurda pekçok
meşakkate katlandı. Kitap çantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu
tanıyan biri, ezberlediği hadîs-i şerîfin ve yazdığı notlarının çokluğunu
görerek; "Bir Kûfe'ye, bir Basra'ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam
edeceksin?" deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri "Hokka ve kalem ile mezara
kadar..." diyerek cevap verdi.
Ahmed bin
Hanbel'in kuvvetli hâfızasının yanında dikkati çeken bir vasfı da, işittiği
bütün hadîs-i şerîfleri yazmaya çok önem vermesiydi. Yaşadığı devir, ilmin
tedvin edilip toplandığı ve kısımlara ayrılıp, yazıldığı bir devirdi. Fıkıh ve
lügat ilmi derlenmiş, hadîs ilmi derlenmekte, yazılan hadîs-i şerîfler
toplanmakta idi.
Ahmed bin
Hanbel, böyle bir zamanda din ilimlerini öğrenip, bilhassa tefsîr, hadîs ve
fıkıh ilimlerinde yüksek seviyeye ulaştı. Daha sonra Bağdat'a döndü ve ilmini
yayıp, insanlara çok faydalı oldu.
Ahmed bin
Hanbel hazretleri, ders ve fetvâ verme işine, kırk yaşında başladı. Bundan sonra
hadîs rivâyetinde ve fetvâda başvurulan önemli bir kaynak oldu.
İki çeşit
ders halkası (meclisi) vardı. Biri, talebelerine verdiği muntazam dersler,
diğeri, hem talebelerinin, hem de halktan isteyenlerin katıldığı derslerdi. Onun
ilim meclisine pekçok kimse katılırdı. Bâzı rivayetlere göre, dersini
dinleyenlerin sayısı beş bini bulmuştur. Ahmed bin Hanbel'den ders alıp, ilim
öğrenen talebenin çokluğu, ondan hadîs-i şerîf rivâyet edenlerin ve fıkhî
meseleler nakledenlerin çok sayıda olmasından da anlaşılmaktadır. Onun meclisine
gelip, derslerini dinleyenlerin bir kısmı, sâdece ondaki üstün hâllere ve yüksek
ahlâka hayran kaldıklarından sohbetine katıldılar. Böylece bir kısmı hem ilmini
hem ahlâkını alırken, bir kısmı da onun yaşayaşına göre yaşamak, onu tanımak,
ahlâk ve edeb husûsunda yaptığı vâz ve nasihatten istifâde etmek için huzûruna
geldiler.
Ahmed bin
Hanbel'in meclisinde, derslerinde vekar, ciddiyet, tevâzu ve gönül huzûru
hâkimdi. Dinleyenlere ve katılanlara saâdet vesilesi olan derslerini, ikindiden
sonra Bağdat'ta büyük bir mescidde verirdi.
Ders
meclisine dâimâ kitaplarıyla, yazıp kaydettikleri ile çıkardı. Çok kuvvetli bir
hâfızaya sâhip olmasına rağmen, hadîs-i şerîf rivayet ederken, yine de
yazdıklarına bakardı. Kitabından okur, talebelere yazdırırdı. Derslerinde
hadîs-i şerîf rivâyetinden başka, bir de fıkhî meseleler hakkında verdiği
cevaplar yer almaktaydı. Ondan ders alıp, ilimde yetişenlerin sayısı 900
civarındadır.
Ahmed bin
Hanbel rahmetullahi aleyh mezheb sâhibi bir âlimdir. Mezhebi, İslamiyette Ehl-i
sünnet îtikâdı üzere olan dört hak mezhebden biri olup, ismine nisbetle Hanbelî
mezhebi denir. Daha çok Şam, Bağdat ve Mısır'da yayılmıştır. Dört hak mezheb,
müslümanlar için rahmet ve kolaylıktır. Nitekim Peygamber efendimiz; "Ümmetimin
(müctehidlerinin) mezheplere ayrılması rahmettir." buyurmuştur.
Allahü
teâlâya olan bağlılığı sebebiyle son derece tevâzu sâhibiydi. İnsanlara yardım
etmeyi severdi. Herkesin derdine derman olmaya çalışırdı. Yoksulları korurdu.
Son derece halîm selîm, yumuşak huyluydu. Aceleci değildi. Çok alçak gönüllüydü.
Ağır başlı ve vakarlıydı. Câmiye gittiği zaman ön safa geçmeye çalışmazdı.
Mecliste nerede yer bulursa oraya otururdu.
Ahmed bin
Hanbel çok ibâdet ederdi. Her gece Kur'ân-ı kerîmin yedide birini okur, her yedi
günde bir hatmederdi. Yatsı namazını kılınca biraz istirahat eder, sonra kalkıp
sabaha kadar ibâdet ve tâatla meşgûl olurdu. Gece namazını hiç bırakmazdı. Halka
dâimâ kolaylık yollarını gösterir, ağır vazîfeleri yüklemezdi. Acıktığı zaman
bir şey bulamazsa, kimseden yiyecek istemez ve rahatsız etmezdi. Çoğu zaman
ekmeğine sirke katık olurdu. Yolda yürürken, hızlı adımlarla yürürdü. Onu daha
çok, mescidde, cenâze namazında ve hasta ziyâretinde görürlerdi. Giydiği
elbiseyi en ucuz kumaştan yaptırırdı. Çok kere az şey yer; "Ölecek kimse için
bunlar çok bile." derdi.
Allahü
teâlâdan korkması, verâ ve takvâsı çoktu. Fakir bir hayat yaşadı. Haram şüphesi
olan şeyi reddederdi. Haram mala sâhib olmaktansa, onu almamayı tercih ederdi.
Borç karşılığı bir malı alacaklıya rehin bıraktı. Parayı bulunca alacaklıya
gidip borcunu verdi. Rehin bıraktığı malı alacağı zaman alacaklı olan iki mal
gösterip, rehin bıraktığının hangisi olduğunu kesin bilmediğinden; "Bunlardan
birini seç, ikisi de aynı." dedi. Fakat Ahmed bin Hanbel rehin bıraktığı malın
hangisi olduğunu bilemediği için kendi malı yerine başkasının malını almış
olurum korkusu ile ikisini de bıraktı, almadı. Başkasının hakkı geçer diye kendi
hakkından vazgeçti.
Ahmed bin
Hanbel, Peygamber efendimizin sünnetine son derece bağlıydı; "Hiç bir hadîs-i
şerîf yazmadım ki, onunla amel etmeyeyim." buyururdu.
Ahmed bin
Hanbel talebeliği sırasında bir grup kimseyle bir su kenarında bulunuyordu.
Onlar soyunup, suya girdiler. Ahmed bin Hanbel ise, Peygamber efendimizin şu
hadîs-i şerîfine uyarak soyunmadı: "Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa,
hamama (avret yerlerini örtmeden) girmesin." O gece rüyâsında bir kimse ona; "Ey
Ahmed! Sana müjdeler olsun! Zîrâ Allahü teâlâ, Resûlullah'ın sünnetine uyduğun
için seni bağışladı. Seni imâm kıldı. İnsanlar sana tâbi olurlar." dedi. "Siz
kimsiniz?" diye sorunca o zât; "Cebrâil'im." cevâbını verdi.
Ehl-i sünnet
îtikâdından aslâ tâviz vermezdi. Bağdat'ta Mu'tezile fırkası
mensupları;"Kur'ân-ı kerîm mahlûktur." diyerek, bu yanlış îtikâdlarına Abbâsî
halîfesi Me'mûn'u da inandırdılar. Bunu kabûl etmesi için, Ahmed bin Hanbel
hazretlerini de zorlayıp, Me'mûn vâsıtasıyla bu hususta baskı ve işkence
yaptılar ve 28 ay hapsettiler. Bütün bunlara rağmen O; "Kur'ân-ı kerîm, Allahü
teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir." dedi. Bu sırada kendisine İmâm-ı Şâfiî
Mısır'dan mektup göndermişti. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca; "Rüyâsında
Resûlullah efendimizi görmüş, Ahmed bin Hanbel'e mektup ile benden selâm yaz ve
de ki, Kur'ân-ı kerîmin mahlûk olup olmadığı kendisinden sorulacak. Cevâb
vermesin buyurmuş." dedi.
Bir gün
Ahmed bin Hanbel hazretleri bir cemâatle berâber oturuyordu. İçeriye bir zât
girip; "Ahmed bin Hanbel kimdir?" dedi. Orada bulunanlar susup bekledi. "Ahmed
bin Hanbel benim, ne istiyorsun?" dedi. Gelen zât şöyle anlattı:
Dört yüz
fersah uzaktan geliyorum. Cumâ gecesi uyumuştum. Rüyâmda biri gelip bana; "Ahmed
bin Hanbel'i biliyor musun?" dedi. "Hayır tanımıyorum." dedim. "Bağdat'a git,
onu sor ve bulunca, Hızır aleyhisselâm sana selâm söyledi de. Semâvâttaki,
gökteki melekler ondan râzıdır. Çünkü o, nefsine aslâ uymadı, Allahü teâlâya
itâat husûsunda çok sabırlı davrandı." dedi.
Ahmed bin
Hanbel; "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billah." dedi. Sonra o zâta;
"Başka bir söyleyeceğin ve ihtiyâcın var mı?" dedi. "Hayır sâdece bunun için
geldim." dedi ve o gün Bağdat'tan ayrıldı.
Bir kere
hadîs âlimleri, Ebû Âsım Dahhak ibni Mahled'in meclisinde toplanmıştı. Onlara;
"Fıkıh öğrenmek istemez misiniz? Halbuki aramızda fıkıh âlimi yok." dedi. Onlar;
"Aramızda bir kişi var." dediler. "Kimdir o?" dedi. "Birazdan gelir." dediler.
Biraz sonra Ahmed bin Hanbel karşıdan göründü. "Karşılayalım." dedi. Oradakiler;
"O böyle şeyden hoşlanmaz." dediler. Gelince, Ebû Âsım onu yanına oturtup, fıkhî
meseleler sormaya başladı. Bir suâl sordu ve cevap aldı. Sormaya devâm ederek,
birkaç kere sorup cevap aldı. Sonra da; "Bu deryâ gibi bir âlimdir." dedi.
Ahmed bin
Hanbel'in, yevmiye ile çalışan bir işçisi vardı. Akşam talebesine; "Bu işçiye
ücretinden fazla ver." dedi. Talebe, ücretinden fazla para verdi. İşçi almadı ve
gitti. Hazret-i İmâm; "Arkasından yetiş, şimdi alır." dedi. Dediği gibi, işçi
parayı aldı. Hazret-i İmâm'a sebebi suâl edildiğinde buyurdu ki: "O zaman böyle
bir şey aklından geçiyordu... Şimdi ise bu düşünce onda yok oldu. Alması
tevekkülünü bozmayacağı için aldı." Tevekkül nedir diye suâl ettiler: "Rızkın
Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır." buyurdu.
Zamânın
meşhûr bir falcısı vardı. Fal baktırmak istiyenler her taraftan gelir kendisini
bulurlardı. Bu şahıs falcılığı meslek hâline getirmişti. Bir ara hastalandı.
Yirmi sene iyileşemedi. Biri ziyâretine gelmişti. Hâlini görünce; "Senin
iyileşmenin tek yolu var, o da zamânımızın en büyük âlimlerinden ve evliyâsından
biri olan Ahmed bin Hanbel hazretlerinin duâ etmesidir." dedi. Bu falcı da
annesini gönderip, duâ etmesini istedi. Annesi Ahmed bin Hanbel'in huzûruna
varınca; "Oğlum yirmi senedir hasta yatıyor. İyileşmesi için sizden duâ istemeye
geldim." deyince; "Herkes iyileşmek için oğluna gelirdi. Senin oğlun da, her
şeyi bildiğini zannederdi. Kendi hastalığını tedâvî etmeyip de, seni bana mı
gönderdi?" buyurdu. Kadının defalarca ısrârı karşısında dayanamayıp, falcılığı
bırakması şartıyla, duâ edeceğini söyledi. Hazret-i İmâmın bu sözü üzerine
falcılığı bıraktı. Tövbe istigfâr etti ve sıhhate kavuştu.
Bir gencin,
felç olmuş, hasta bir annesi vardı. Bir gün oğluna; "Ey oğlum! Eğer benim rızâmı
almak, beni sevindirmek istersen, İmâm-ı Ahmed'in huzûruna git ve sıhhate
kavuşmam için bana duâ etmesini söyle. Belki Allahü teâlâ beni bu hâle getiren
bu hastalıktan kurtarır." dedi. Genç, İmâm-ı Ahmed'in kapısına geldi ve
seslendi. İçerden bir ses; "Kimsin?" dedi. Cevâbında; "Size muhtâcım, hasta bir
annem var, sizden duâ istiyor." dedi. İmâm çok üzüldü. Kendi kendine; "Beni
nereden biliyor?" dedi. Sonra kalktı, abdest aldı, namaza durdu. İmâmın
hizmetçisi o gence; "Sen geri dön, İmâm duâ ediyor." dedi. Genç geri döndü, evin
kapısına geldiği zaman, annesi Allahü teâlânın izniyle tam sıhhate kavuşmuş
olarak kalktı ve oğlunu kapıda karşıladı.
Hazret-i
İmâm, Abdullah bin Mübârek hazretlerinin gelmesini ve onunla görüşmeyi çok arzu
ediyordu. Nihâyet bir gün oğlu; "Babacığım! Abdullah bin Mübârek geldi,
kapıdadır, sizi görmek istiyor." dedi. İmâm-ı Ahmed; "İçeri alma!" dedi. Oğlu;
"Babacağım, bunda ne hikmet vardır ki, senelerdir onu görmek arzusu ile
yanıyordun, bugün bu saâdet, bu nîmet kapınıza geldi de içeri almıyorsunuz?"
dedi. Ahmed bin Hanbel; "Evet, söylediğin gibidir. Ama korkarım ki, onu
gördükten sonra ayrılığına dayanamam. Onun kokusu için bir ömür harcadım. Onu
ayrılmak olmayan yerde görmek isterim." dedi.
Ahmed bin
Hanbel sık sık talebesine buyururdu ki:
"İlim,
insanlara, ekmek ve su kadar lâzımdır. İlim, rivâyet, kuru mâlûmât ve bilgi
çokluğu değildir. İlim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir."
"Kulun
kalbini ıslâh etmesi, düzeltmesi için, iyilerle berâber olması kadar faydalı bir
şey yoktur. Yine kulun fasıklarla berâber olup, onların işlerine dikkat ve nazar
etmesi kadar zararlı bir şey yoktur."
"Günahlar
îmânı zayıflatır."
"Yemeği, din
kardeşleriyle sürûr içinde, fakirlerle ikrâm ve cömertlikle, diğer insanlarla da
mürüvvet içinde yemek lâzımdır."
"Her şey
için kerem vardır. Kalbin keremi Halıktan râzı olmak, kadere rızâ göstermektir."
"Sizde
olmayan meziyetlerle sizi metheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir
gün kötüleyeceğini unutmayınız."
"İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kırılan veya küsen arkadaş, gerçek
arkadaş değildir."
"Kibir
taşıyan kafada, akıla rastlayamazsınız."
"İnsanların
ahmak sınıfı, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlarıdır."
"Tevekkül,
her şeyi Allah'tan bilmek ve rızkı O'nun verdiğine inanmaktır."
"Tevekkül,
bütün işlerinde Allahü teâlâya teslim olmak, başa gelen her şeyi O'ndan bilip
katlanabilmektir."
"İnsana az
bir mal yetişir. Çok mal ise kâfi gelmez."
"Bir kimse,
sadık bir arkadaşını kaybederse, kendisi için zillettir."
"Hüsn-i
zannı olanın hayatı hoş geçer."
"Yalan
söylemek, emniyeti giderir."
"Meziyet,
fazîlet, ilim ve irfân tamamlığı iledir."
"Ayıplardan
uzak arkadaş arayanlar, arkadaşsız kalır."
855 (H.241)
senesi Cumâ günü vefât etti. Vefât haberi, bütün Bağdat halkını ağlattı. Cenâze
namazını kılmak üzere çevreden gelenlerle birlikte, binlerce insan toplanmıştı.
Bağdatlılar evlerinin kapısını açıp; "Cenâze namazı için abdest almak isteyen
gelsin." diye bağırdılar. Cenâze namazı kılınınca, kuşlar tabutu üzerinde
uçuşup, kendilerini tabuta vurdular. Cenâze namazında yüz bine yakın kişi
bulundu. O gün yâhûdî ve hıristiyanlardan pekçok kimse, bu hâdiseyi görerek
müslüman oldu. Ağlayıp, bağırarak; "Lâ ilâhe illallah." dediler.
Vefâtından
sonra Muhammed ibni Huşeyme hazret-i İmâm'ı rüyâsında gördü. "Nereye
gidiyorsun?" dedi. "Cennet'e." dedi. "Allahü teâlâ sana ne muâmele etti?" diye
sorunca, cevâbında; "Allahü teâlâ beni mağfiret etti. Başıma taç giydirdi ve;
"Ey Ahmed! Kur'ân-ı kerîme mahlûk demediğin için, bu nîmetleri sana verdim."
buyurdu." dedi.
Ahmed bin
Hanbel'in vefât haberini İskenderiye'de iken duyan Muhammed bin Huzeyme, çok
üzülmüştü. Rüyâsında Ahmed bin Hanbel'in salına salına yürüdüğünü görüp
kendisine; "Ey İmâm! Bu böyle ne biçim yürüyüş?" dedi. O da; "Dünyâda Allahü
teâlânın dînine hizmet edenlerin, Cennet'teki yürüyüşleri böyledir." buyurdu. O;
"Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti?" diye sual etti. İmâm hazretleri; "Allahü
teâlâ beni affetti, başıma bir taç, ayağıma altından iki ayakkabı giydirdi ve;
"Ey Ahmed! Kur'ân-ı kerîm benim kelâmımdır, diye inandığın için, bu iltifâtlara
kavuştun. Ey İmâm! Süfyân-ı Sevrî'den sana ulaşan duâlar var, onlarla dünyâda
duâ ettiğin gibi, şimdi de duâ et." dedi. Bu emir üzerine; "Ey âlemlerin Rabbi
olan Allah'ım! Bizleri af ve magfiret eyle. Bizlere suâl sorma." diye duâ ettim.
Bu duâdan sonra; "Ey Ahmed! İşte Cennet, gir oraya buyurdu ve ben de Cennet'e
girdim." dedi.
Ahmed bin
Hanbel'in pek çok eseri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) Müsned;
30 bin hadîs-i şerîfi içine almıştır. Matbûdur. 2) Kitâb-üs-Sünne.
3) Kitâb-üz-Zühd: Matbûdur. 4) Kitâb-üs-Salât. 5) Kitâb-ül-Vera' ve'l-Îmân.
6) Kitâb-ür-Reddi ale'l- Cehmiyye ve'z-Zenâdıka: Matbûdur. 7) Kitâb-ül-Eşribe:
Matbûdur. 8) Kitâb-ül-Mesâil. 9) Cüz-fi Usûl-üs-Sünne. 10) Fadâil-üs-Sahâbe:
2 cilt hâlinde matbûdur. 11) Er-Reddü A'lâ men-Tenâkua fi'l-Kur'ân. 12)
Et-Tefsir. 13) En-Nâsih ve'l-Mensûh. 14) Et-Târih. 15) Hadîsu Şu'be. 16)
Mukaddem ve'l-Muahhar fi'l-Kur'ân. 17) Vücûbât-ül-Kur'ân. 18) Menâsik-ül-Kebîr
ve's-Sagîr. 19) El-Cerhu ve't-Ta'dîl. 20) Kitâb'ül-ilel ve Ma'rifet-ür-Ricâl:
Matbûdur.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
HAYIR OLMAZ!
Ahmed bin
Hanbel vefât ederken eliyle işâret edip; "Hayır olmaz!" dedi. Oğlu; "Babacığım
bu ne hâldir?" diye sorunca; "Şu an tehlike zamânıdır, duâ ediniz. Şeytan
felâket toprağını başıma saçmak istiyor. Ey Ahmed! Benim elimde can ver, diyor.
Ben de; "Hayır olmaz! Hayır olmaz!" diyorum. Bir nefes kalıncaya kadar tehlike
vardır. Şeytanın aldatmasından emîn olmak yoktur." buyurdu.
SORULAR
Ahmed ibni
Hanbel'e; "Her gün sabahtan akşama kadar câmide ibâdet edip, Allahü teâlâ benim
rızkımı nereden olsa gönderir, diyen bir kimse nasıl bir adamdır?" diye
sorulduğunda; "Bu kimse câhildir. İslâmiyetten haberi yoktur. Çünkü, Resûlullah
sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Allahü teâlâ benim rızkımı süngümün
ucuna koymuştur." Yâni rızkım cihâd ile gelmektedir." buyurdu.
İhlâs nedir?
sorusuna; "Amellerin âfetlerinden kurtulmaktır." Tevekkül nedir? sorusuna;
"Rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır." cevâbını verdi.
Zühd nedir?
sorusuna;"Zühd üç türlüdür; câhilin zühdü, haramları terk etmektir. Âlimlerin
zühdü, helal olanların fazlasından sakınmaktır. Âriflerin zühdü, Allahü teâlâyı
unutturan şeyleri terk etmektir." buyurdu.
Ebû Hafs
Ömer bin Sâlih Tarsûsî isimli velî bir zât, Ahmed bin Hanbel'e; "Kalbler ne ile
yumuşar?" diye sordu. Başını eğip biraz düşündükten sonra; "Evlâdım! Helâl
yemekle yumuşar." buyurdu.
Ahmed bin
Hanbel hazretlerine bir gün; "Tevekkül nedir?" diye sordular. "İnsanlardan
istemeyi ve onlara yalvarmayı terk etmektir." buyurdu.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.9, s.161
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.1, s.72
3) Târih-i Bağdâd; c.4, s.412
4) Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.4
5) Tezkiret-ül-Huffâz; c.2, s.431
6) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.96
7) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.2, s.96
8) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.290
9) Kâmûs-ul-A'lâm; c.1, s.788
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.980
11) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.36
12) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.121, c.7, s.84
13) El-Bidâye ve'n-Nihâye; c.10, s.325
14) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.195
15) Miftah-us-Seâde; c.2, s.232
16) Hidâyet ül-Müvaffıkîn; s.63
17) Tabakât-ül-Müfessirîn; c.1, s.70
18) Mir'ât-ül-Cinân; c.2, s.132
19) Eshâb-ı Kirâm; s.310
20) Fâideli Bilgiler; s.13,44,73,87,91,143,158
21) Vehhâbîye Nasîhat; s.13,24
22) El-A'lâm; c.1, s.203
23) Sıfât-us-Safve; c.2, s.190
24) Sebîl-ün-Necât; s.25
25) Eşedd-ül-Cihâd; s.7
26) Mukaddimet-ül-Müsned (Zehebî); s.82
27) En-Nücûm-üz-Zâhire; c.2, s.304
28) Menâkıb-ı Ahmed bin Hanbel (İbni Cevzî)
29) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.209
30) En-Na't-ül-Ekmel; s.31
|